Yeni Nesil “Rock”ın Ardındaki Güç Nedir?

Uzunca zamandır zihnimin dibinden sesler duyuyor ve dikkatlice dinliyordum. Bu sesleri, bir yerinden yakalayıp yazarak hem kendimi de daha iyi anlamak hem de paylaşmak istedim. Başlayalım…

“Abiler, ablalar; neden bir anda piyasa, bu tarza, -Büyük Ev Ablukada, Son Feci Bisiklet, Yok Öyle Karalı Şeyler, Kaç Canım Kalmış, Adamlar vb gruplara- kollarını kocaman açarak avuç içleriyle bu tarzın sırtına şaplaklar atarak bağrına bastı?”

Buhranlı, iç geçirmeli, melankolik zamanlar dahi geçiremez olduk. Sizce de vakit, çok yakın bir geçmişi düşündüğünüz zamankine oranla dahi oldukça hızlanmış görünmüyor mu? Bu mesele babında zihnimin dibine mikrofonu uzattığımda şöyle şeyler duydum: Misal, ben. Bundan yaklaşık 5-6 yıl önce üniversite öğrencisiyken, okuduğum kitapların, dergilerin, dinlediğim albümlerin, izlediğim filmlerin, vs haddi hesabı yoktu. “E hiç öğrenci adamla çalışan adamın hali bir olur mu sayın abim?” diyen Bizimkiler’in katilinin sesini duyar gibi oluyorum. Haklısınız, ama bir durun hele…

Şimdi mevzu nereden çıktı? Buhranlı, melankolili falan anları dahi tadına vararak hüzünlü geçirememekten geldik. Hatta abartmıyorum, bu buhranlı anlar mesai saatlerine sirayet etmesin diye azami çaba gösterdim. Buraya kadar tamam, eyvallah; ama vahim olanı başarılı oldum! Hüznümü bu sebeple dindirdim!
Neyse, bir türlü gelemiyorum mevzuya. O yüzden kitabın ortasından dalıyorum. Yahu şöyle açayım da güzel bir doom metal albümü dinleyeyim dedim. Peh, nerede? Onu diyordum işte, üniversitedeyken şu anki müzik bilgi ve beğeni eşiğime sahip değildim, tamam. Fakat kardeşim, hüznün de dibine vuruyorduk be! Yani az önce kabaca üzerinden geçtiğim konuya değinmek gerekirse temel mesele daha çok zamana sahip olmak değil, tadımız tuzumuz kaçtı arkadaşlar. Tat alma meselesi, bin bir türlü parametrelerimiz tarafından kuşatıldı. Bok vardı büyüdük…

Konuşuyorum konuşuyorum da hala asıl diyeceklerime gelemedim. Şimdi bu klişe kıvamına erişmiş serzenişleri bir kenarı bırakalım. Hayatlarımız daha boktan hale geliyor, sistem, şu, bu… Beni baz alırsak; ben Blossom Blue ile tanışalı 10 yılı geçmiş, bir hüzne kapılalım dedik, dönüp dolaştırıp beni yine Lake of Tears’a götüren başta doom metal cemaati olmak üzere bilimum rock-metal camiasının hiç mi suçu yok yahu?

Ben 2015 yılına has bir mesele için çöktüm, sıkıldım, üzüldüm… Mecbur muyum lan ben sürekli King Crimson dinlemeye, Pearl Jam – Black’teki piyano vuruşlarını jilet gibi derimde hissetmeye? “E birader sen de yeni albümlere bak, yelpazeni genişlet.” Diyen arkadaşım; yapmadım mı sanıyorsun? İnanır mısın bir Anathema albümü dinliyordum (Bak, arşive bakmadan yekten albümün adını bile söyleyemem yani!), oluyor 1-2 sene, zoraki gidiyordu şarkı da sonuna doğru vurmaya başladı hani etkisi kafama, ancak bir şarkıyı seçip çıkarabiliyorum doom playlistine. Şarkı, Lost Child.

Şimdi bir de şu durum var; muhakkak ki söylediklerim izafi ve kesinlikle “Neden bizi ağlatamıyorsunuz ulan?” evresine erişmiş bir sarhoş hayıflanması değil. Niyetim; doom metal örneğinden hareketle, doom şahsında topyekun rock-metal mecrasına yapıştığını düşündüğüm sistematik, gerek sound olsun gerek his olarak bulamadığım hazzın; teorik, teknik ve tabi ki duygusal sebeplerini tartışmak. Ben başlıyorum gelen gelsin…

Üniversite zamanları, hatırı sayılır miktarda metal konserinde parmağım vardır. Organize edilmesinden afişinin asımına, sahnede çalmasından sahneyi toplamasına kadar. Şimdi ben bunları neden söyledim? Şöyle ki, en geniş anlamıyla “konser” adlı bu süreçte en düşük kaygı ödülüne her zaman sound layık görülürdü. Bu kritik eşiği bizim gibi öyle daha yeni sahne gören, saçları harbi metalci saçı uzunluğuna erişmemiş gençlerin aşması çok zordu. Ama aşanlar vardı. Özellikle sonraları bu insanları çok daha net hatırlıyorum. Niye tutmadınız lan elimizden? Her etkinliğe geldiniz, dediniz “Emeğe saygı, amatör ruha destek.” Her konserde her türlü aksaklığı gördünüz, fakat ne yaptınız? Her şeye bok atıp durdunuz, işin bir ucundan tutayım demediniz! En hevesli en cevval grupları dinlemeye değerli vaktinizi ayırmadınız bile, en sonda çıkıyorlar diye. Baktık bazen kaldınız, onda da her şeye çamur. “Nedir oğlum sizin derdiniz?” diyemedik o zamanlar, şimdi diyorum! Nereden geldik buraya ya? Sound… Asıl söylemek istediklerimden kasten sapmak istesem bu kadar coşup savrulamam, kusura bakmayın. Ama yılmak yok, devam. Anlatacağım anlatmak istediklerimi…

Geçenlerde bir dost cemiyetinde, bir vesile ile internetten bir şarkı açtı arkadaş. Adamlar’mış grubun ismi, şarkı da Utanmazsan Unutmam. O anda pek dikkat edemesem de lirikleri ince bir politik duruş kokuyordu. Sonra evde de baktım, öyleymiş. E tabi ortamdaki sohbet ve sohbeti oluşturan insanlar da politik duruşa sahip olunca normal karşılandı böyle bir şarkı önerisi. Asıl mesele benim açımdan farklı. Şöyle ki; bu tarz bir grubun albümünü bana baştan aşağı dinletebilmeniz için vücuduma tulumbayla promil çekmeniz gerekir. Şahsi kanaatimi aşan nokta ise, bu tarz müzik yapan grupların pıtrak gibi türemiş ve hasbelkader gitarla, basla, davulla tanışmış, pop tarz ve kültürüyle arasına çizgi çekmiş dimağlarca bol övgü ile tutuluyor olması.

“Sana ne kardeşim? İsteyen istediğini dinler, battı mı?” diyen arkadaşım, elbette isteyen istediğini dinler ve evet, bana ne? Ama battı mı dersen battı kardeşim. Örneklem olarak aldığımız grup ve şarkısı dışında “Ya buna benzer bir grup daha vardı yaaaa, neydi adı?” desem, zınk diye sıralamayacak mısınız Büyük Ev Ablukada, Son Feci Bisiklet, Yok Öyle Karalı Şeyler, Kaç Canım Kalmış, vs diye? Dinleyin arkadaşlar, sevdiğiniz tarzı, grubu, sanatçıyı dinleyin tabi ki. Şimdi burada ne bu tarzı icra edenlerin ne de dinleyenlerin bir kabahati var. Sound meselesinden yola çıkarak benim gelmek istediğim yer şu:

1) Çıkıp biriniz bana deyin ki; “Abi bu gruplar da kaç senedir var yani, inanılmaz tarihsel mirası var bu tarzın, senin haberin yok.”
2) Bunu soranlar kanıtlarsa başımı öne eğer çeker giderim. Lakin yok efendim bunu soramazsanız ben soruyorum: “Abiler, ablalar; neden bir anda piyasa, bu tarza kollarını kocaman açarak avuç içleriyle bu tarzın sırtına şaplaklar atarak bağrına bastı?”

Liste çok uzayacak, o yüzden tamam, no more questions. Şimdi kafamdaki hayali arkadaş tekrar huysuzlanacak, diyecek “İyi de bu çocukların günahı ne?”. Tamam dostum, bak farkındaysan artık meseleyi sonunda piyasanın sistematik manevralarına kadar getirdim, sorun yok. (Ama valla bir sorun var, o da şu; kanaatimce bu tarz yapan arkadaşların öyle sanıyorum ki aksesuar, giyim-kuşam tarzları da bir ince değişik oluyor ya hani, he işte böyle kapalı mekanlarda da çok güneş gözlüğü falan takıyorlar, hiç olmuyor. Bakınız bu akımın öncüsü Erhan Güleryüz ne hallerde…) Yine nerelere geldik?

Melankolinin bile tadı çıkmazken, gitar-bas-davul lezzetine de böyle tarzları layık görüp az daha sert tınılar yoklayan ahalinin payına da Gece Yolcuları’na eşlik etmeyi, ne bileyim Gripin ile dalgalanıp durulmayı, hiç olmadı Kolpa ile kolpalamayı salık veriyorlar diye düşünüyorum.

Diğer yazı, kendimce sevimsiz bulduğum bu ahvale direnme potansiyeli taşıdığını düşündüğüm sanatçı ve gruplar ile ilgili olacak. Misal, Zardanadam. Yeeeeeaaaaaah… Metalcilere daha sıra var, az sabır.

(İşbu yazı ilk olarak DeliKasap’ta Haziran 2015 Dijital Edisyonu’nda DİP SESLER – 1: “Neden bizi ağlatamıyorsunuz ulan?” başlığıyla yayımlanmıştır.)

DELİKASAP 666+2. SAYI ÖN SİPARİŞE ÇIKTI:

Paylaş

Önerilen Haberler

Bir yanıt yazın