Ankara’da doğdu, dünyanın en ünlü punk’ı oldu:

JOE STRUMMER’IN EFSANE GRUBU: THE CLASH

Punk-Rock’ın vazgeçilmez öğeleri olarak, “sınırları yargılamak, bireysel ifade özgürlüğü ve dünyayı değiştirmek adına savaşlar vermek” gibi birkaç laf kullanılabiliyorsa, şüphesiz punk’ın en baba gruplarından biridir The Clash. Müziklerinin zamanlarındaki diğer gruplarından ayrılması ve zamanla punk soundu’ndan uzaklaşması, Clash’in karmaşıklığının işareti.

1976’da Londra’da hayat bulan grubun beyin üyeleri zaman içinde birçok farklı proje ve grupta bulunmuş, müzikal perspektifleri dönemlerinde birçok gruba kıyasla oldukça geniş adamlardı. Bunlardan ilki ve grubun kurucusu Mick Jones, London S.S. isimli grubunu bir anlamda The Clash’e dönüştürdü. Yine o dönemde The 101’ers grubunda şarkı söyleyen Ankara doğumlu Joe Strummer da grupla takılmaya başladı. Aslında klasik bir punk grubu olacakları görünüyordu grubun kuruluş şekli ve ilerlemesi itibariyle. Albüm kayıtlarına girdiklerinde anca bir davulcuları olabilmişti. İlk iki albümleri The Clash (1977) ve Give’em enough rope (1978) ile İngiltere’de Sex Pistols’a rakip gösterilmeye başlandı. Ancak The Clash’in aynı dönem punk gruplarından ayrılan daha temiz -sade gitar riffleri ve parçalayıp yok etmekten ziyade paylaşmak ve haklar için çarpışmak hakkında çınlanan- şarkı sözleri vardı.

İlk iş gruba son dönemde katılan Paul Simonon‘a gitar çalmayı öğretmekti. Neden grubun basçısı olduğunu; “Bas gitarın 4 telli oluşu sebebiyle” şeklinde açıklıyordu Paul Simonon sonradan.

“The reign of the super powers must be over

So many armies can’t free the earth”

İlk iki albümü takip eden albümlerindeki müzik şekli gittikçe değişmeye başladı. Tüm dünyada büyük bir başarı elde eden albümleri London Calling (1979), şarkı sözleri dışında punk-rock’tan uzaklaşma eğilimdeydi. (Hatta bu albüm Rolling Stone dergisi tarafından 80’lerin en iyi albümü olarak gösterildi)

“Black or white turn it on, face the new religion

Everybody’s sitting ’round watching television!”

Bu noktadan sonra The Clash, çoğu müzik eleştirmeni tarafından punk-rock’dan dışlanmaktaysa da, onlar kitlelere iletmek istedikleri mesajlardan vazgeçmediler. Bu anlamda mevcut müzik piyasasından dışlanmaya başladılar. Bir dönem İngiltere’de “sadece sosyalist sol görüşlü kitlelere hitap eden bir müzik grubu oldular” şeklinde tanımlamalara bile maruz kaldılar.

Müzikal yelpazelerinin genişliği Sandinista! (1980) ile kendini iyice gösterdi. 3 plaktan meydana gelen bu uzun albümle birlikte The Clash standart dergilerin hangi chart’a koyacaklarını bilemedikleri bir hal aldı.1982 yılındaki Combat Rock albümü rock sondundan vazgeçmediklerini ispatlamaya çalışır görünümündeydi.1984 yılında Mick Jones’ın gruptan ayrılmasından sonra; grup hayati bir hata yaparak Cut The Crap albümünü çıkarttı. Daha çok disko soundundaki (maalesef doğru okudunuz) albüm, grubun Jones olmadan ne kadar devam edebileceğini gösterdi.

“Yankee dollar talk to the dictators of the world

In fact it’s giving orders an’ they can’t afford to miss a word”

Bu tarihten sonra çeşitli toplama albümler yayınlandı. Bu sayede daha sonraki nesillerin de Clash’i tanıma fırsatı bulduğuna inanıyorum. Kimileri tarafından müzik tarzlarındaki değişikliklerden dolayı punk olmadıkları iddia edilebilecek grubun söyledikleri ve inançları hiç değişmedi, kalbimizdeki yerleri de. (Hatta bizlere bu arada funk’ı bile sevdirdi (neredeyse!?).

Bahatt

“When they kick at your front door How you gonna come?

With your hands on your head Or on the trigger of your gun?”

İşbu yazı ilk olarak DeliKasap Dergi 2001 Eylül Dijital Edisyonu’nda yayımlanmıştır. Ankara doğumlu büyük müzisyen Joe Strummer’ı kaybettikten hemen sonraki ilk sayımız, 2003 Şubat sayımızın kapağına da The Clash frontman’ini taşımıştık. DeliKasap Dergi tam 19 yıldır basılı ve dijital yayınlarını sürdüren yegane rock’n’roll kültürü mecmuasıdır. Dergimize destek olmak ve 666+2. Sayıya ön sipariş vermek için:

Paylaş

Önerilen Haberler

Bir yanıt yazın