Bin Çeşit Kızgın Adamın Sesini Bastıran “Sirenler”

Ana akım medyada faaliyet gösteren gazetelerin çarpıcı manşetlerine benzeyen bir başlık olduğunu kabul ediyorum. Ancak Mor ve Ötesi’nin yeni albümü Sirenler, bu başlıktaki cümleden çok daha fazlasını ifade ediyor. Zaten bir gazeteci adayı olarak iddialı başlıklar atmaya da hakkımız olsun değil mi?

Bu yazı, bir albüm kritiğinden ziyade, Sirenler’in yansıttığı ruh halinden yola çıkarak satırlara dökülmüş bir hissiyatlar bütünü olarak değerlendirilebilir. Çünkü Türkiye’de alışık olmadığımız kalibredeki bu konsept albüm, birbirini harika bir biçimde tamamlayan ve uyumlu bir bütünü oluşturan harika şarkılardan oluşuyor. Bu yüzden dinlediğimiz çoğu yerli albümden farklı bir anlama sahip olan Sirenler, duygularımızı tercüme ediş biçimiyle, dinleyiciler için tam anlamıyla bir “arınma” seansı. Tırnak içinde yazdığım “arınma” kelimesini, arkadaş arasındaki bütün gerginliklerimizin ardından birbirimize sakin sakin döküldüğümüz anlar için kullanırdık. Bu, benim içinde bulunduğum arkadaş grubuna özel miydi bilmiyorum, çünkü ben aralarına sonradan dahil olmuştum ve bu ritüeli ilk kez onların arasında deneyimlemiştim. Yine de açıklamasını yaptığım için kelimenin anlamını, bu yazı özelinde istediğim gibi kullanmayı kendime hak görüyorum.

Sirenler, ilk saniyesinden son saniyesine kadar uyumlu bir akış içerisinde ilerleyen ve belirli trafiği olan bir albüm. Hemen hemen bütün parçalarda, nakış nakış işlenen sözlerin bizlere kimi veya kimleri anımsattığının apaçık hissedildiğini düşünüyorum. Gerine gerine dayılanan kızgın adamlar da ters yönden gelen bıçkın başkan da bu ülkedeki insanlara mutlaka bir şeyler çağrıştıyor. Bu ülkenin rock müzik dinleyicileri, bu kızgın adamların ve bıçkın başkanların eleştirildiği şarkıları çok dinledi. Hem de sadece bugün değil; 1970’lerde Cem Karaca’dan, 1980’lerde Fikret Kızılok’tan, 1990’larda Bulutsuzluk Özlemi’nden de dinlediler. Ancak, 2000’lerde “Cambaz” ve “Şirket” gibi sert şarkılar ile başkaldıran ve meydan okuyan Mor ve Ötesi, aradan geçen yılların ardından karşımıza çıktığı yeni albümü ile protest bir anlatı, ne kadar bilgelikle ve olgunlukla gerçekleştirilebilirse bize de o kadarını sunuyor.

Albüm yayınlanmadan evvel iki parça tekliler halinde yayınlandığında Forsa’yı dinlediğimde de benzer duyguları hissetmiştim ama yine de ilk dinleyişte pek etkilendiğimi söyleyemem. Ancak, albümün tamamını dinleyince parçaların farklı tempolarda ve motiflerde olmasına rağmen yarattığı bütünlük o kadar etkileyici geliyor ki açıkçası şarkıları teker teker, iyi ya da kötü diye değerlendirmek çok da kolay değil. Kaldı ki, bugün defalarca kez dinleyince Forsa’nın harika bir şarkı olduğunu fark ettiğimi de itiraf etmeliyim. Şarkıya işlenen, ince ve melodik motiflerin şahane olduğunun altını kalınca çizmekte yarar var. Üstelik albümün en tempolu şarkılarından biri olan Forsa’nın ardından, introsu ile Black Sabbath ve Motörhead tınılarını anımsatan bir parça, yani “Hazinende” geliyor. Bu iki şarkı arasındaki geçiş, albüme dair en güzel detaylardan biri.

Albümün genelindeki eleştirel ama bir o kadar da naif üslubu, ilk etapta grubun artık daha olgun olmasına bağlamak mümkün. Ancak bununla beraber, ben yıllar geçtikçe protest tavırlardaki bu değişimin biraz da toplumsal ruh halimizi temsil ettiğine inanıyorum. Ülkesinde gülmemizi yasak kılanların, zor yıllar yaşamamıza sebep olanların halen tahakkümünü sürdürdüğü ama nispeten de kendini zayıf hissetmeye başladığı dönemlere girerken Mor ve Ötesi’nin tercüman olduğu duygularımız, artık bizim de yorgun olduğumuzu ve eleştirel mizacımızın belki de bu yorgunlukla eski keskinlikte olmadığını ifade ediyor. Belki kanıksadığımızdan belki de artık dik bir üslupla bir yere varamadığımıza olan inancımızdan olsa gerek, yaşadığımız her şeyi, aynı Sirenler’deki gibi ince ince tartarak ve zaman zaman geriye dönüp hem kendimizle hem de ömrümüzden çalan kaptanla yüzleşerek ele almaya başladık. Sonunda hepimizi umutlandıran varış noktalarını gördüğümüz geçiş süreçlerinin içerisinde artık isyanı bırakıp tekrar tekrar düşünmeye başladık. Bu iyi bir şey mi, bilmiyorum ama gerek kendi içimizde gerekse de karşılıklı olarak düşünmenin, tartışmanın ve yüzleşmenin her türlüsünün faydalı olduğuna inanıyorum. Belki de bu yüzden Mor ve Ötesi, bilinçaltımızın en derinlerine kadar işleyen kabuslarımıza fütursuzca meydan okumak yerine her ne pahasına olursa olsun onları da yazmayı, anlatmayı tercih ediyor. Cenneti de cehennemi de iç içe yaşadığımız yurdumuzda sonuna kadar hakikati ve iyiliği aramamızdaki büyük çabanın parçalarından birisi de Mor ve Ötesi’nin çaldığı Sirenler olabilir mi? Bence olabilir. Bizim sesimizi uzun zamandır hiç dinlememiş olan ama yine de bizim olan yurdumuzdan kim kimi kovabilir? Kimse kovamaz. Çünkü, -Mor ve Ötesi’nin yalancısıyım- geçmişin hüznüyle başlayıp şimdinin öfkesiyle devam eden albüm, Beyoğlu’na atıfta bulunan finaliyle geleceği ve umudu temsil ediyor.

“Belki arkadaşlarınla
Belki de yalnız başına yürürken
Ne kadar mutlusun İstiklal’de
Birkaç mevsim renkler solunca
Tükenmez hayatının sesi
Çok mutlusun İstiklal’de”

Evet, renklerin birkaç mevsim boyunca solmuş olması, fani olan bizler için hiç de azımsanacak bir şey değil. “Şey” diyorum çünkü, nelerden mahrum kaldığımızı tanımlayabilecek kadar bilge değilim. Yine de mutluyuz İstiklal’de; çünkü orası bizim, cehennem de olsa cennet de. Varsın birkaç mevsim feda olsun, hiç olmazsa yüzleşmesini bildik. Çıkardığımız dersi, hayatımızın sesi tükenene kadar unutmamak dileğiyle; yürümeye devam İstiklal’de!

DELİKASAP DERGİ 666+2. SAYI ÇIKTI, HEMEN SİPARİŞ İÇİN:

DeliKasap | 666+2 | 20. Yıl Özel Sayı

Paylaş

Önerilen Haberler

Bir yanıt yazın