CAMEL – ROCK MÜZİĞİN “KAYIP PRENSESİ” -1-

Dünyanın en büyük progressive rock gruplarından Camel’ın ülkemizde vereceği konserlere yavaş yavaş ısınmaya başlayalım. Tam beş makalelik Camel Yazı Dizisi’nin ilkini sizlere sunuyoruz…

Utanmadan iddia ediyorum; dünyanın en iyi planlanmış havaalanı ile Camel’ın 1974 doğumlu ‘Mirage’ albümü arasında, Mies van der Rohe’nın kusursuz ‘Crown Hall’u ile Eloy’un 1977 çıkışlı ‘Ocean’ albümü arasında pek bir fark yoktur. İkisi de mevcut teknolojiyi, bilgi birikimini, yaratıcılığı, disiplinler arasındaki ilişkileri büyük bir yetenekle bağlamış ve ruh ile mühürlemiştir. Bakanın ya da dinleyenin hissettiği görkem, büyülenmişlik ve detaylara duyduğu hayranlığın kaynağı budur.   mies, 28.10.2009, ekşi sözlük

Camel gibi grupları anlık heyecanlar için dinlemezsiniz. Tüm o uzun ve büyük bir özenle oluşturulmuş müzikal pasajların kafanızda yavaşça olgunlaşması için bir kaç kez onu dinlemeniz, özümsemeniz gerekir; ancak bir kere melodiler zihninize girdi mi, onu ve hissettirdiklerini kafanızdan atmanız kolay olmayacaktır. Uzun zamandır gerek aklımda, gerekse materyal olarak hazırlamakta olduğum Camel hakkındaki bu yazı dizisi, Camel’ın tarihçesi veya progressive rock müziğin anlatımı şeklinde olmaktan ziyade, 1970’lerden günümüze kadar gelen ve dünyanın en ileri müzik gruplarından birisi olan Camel’ın, 40 yılı aşkın süredir ince bir ustalıkla ördüğü o muhteşem dokuyu biraz aktarabilmeyi amaçlıyor. Ekşi Sözlük’te rastladığım ‘meis’ rumuzlu yazarın, mükemmel bir biçimde anlattığı ve bu mükemmeliyet ile bizi söz söyleyemez bir hale getirdiği gibi, duygunun ve müzikalitenin neden hiçbir zaman kemik bir dinleyici haricinde bir kitleye ulaşamadığını irdelemeye çalışacağız. Bunu yaparken de Camel’in albümlerini, yapabildiğimiz kadarıyla, inceleyeceğiz.

İlk kısmında Camel’ın ilk albümü “Camel” ile başlayan yolculuklarını inceleyeceğimiz yazımız, grubun ikinci albümü olan “Mirage” ile iyice sağlama oturttukları tarzlarına bir göz atarak ve grubun bir türlü yakalayamadığı popülerlik sorununa değinerek son bulacak. Progressive rock’da özellikle görünen, ancak Camel’da olduğu gibi insanı “Nasıl olur da…” diye başlayan cümlelere iten bu ‘popülerleşememe’ nin sosyolojik incelemesi ise üçüncü veya dördüncü yazımıza konu olacak.

Yazı dizimizin ikinci bölümünde ise Camel’ın belirgin bir tarzı olan konsept albüm yapısının ilki, belki de gelmiş geçmiş en iyi albümü olan 1975 tarihli “The Snow Goose” üzerine konuşacağız. Paul Gallico’nun ünlü öyküsünden yola çıkılan bu albümde bir öykünün nasıl müzik ile yaşatıldığını derinlemesine göreceğiz.

Bu iki yazıdan sonraki bölümlerde ise Camel’ın 80’lerdeki buhran dönemi, popülerleşme çabası ve 90’lardan sonraki muhteşem geri dönüşü ilgi konularımız olacak. Bu yolculuğu anlatırken mümkün mertebe bir Camel almanağı olmaktan uzak durup dönemsel sosyolojik unsurları ve müzikal incelikleri yazımıza dahil etmeye çalışacağız.

Camel macerası 1971 yılında başlıyor diyebiliriz; gitarist Andrew Latimer, bas gitarist Doug Ferguson ve o zamanlar daha 14 yaşında olan davulcu Andy Ward’un kurdukları ‘The Brew’ grubuna, Rod Steward, Mick Fleetwood, Van Morrison gibi isimlerle çalışmış olan klavyeci Peter Bardens’ın katılması ile grubun ilk kadrosu tamamlanır ve grup Camel adını alarak yola koyulur.

Soldan Sağa : Peter Bardens, Doug Ferguson, Andy Ward, Andrew Latimer

Grubun ilk albümü 1973 yılında MCA Records tarafından çıkartılmış olan “Camel” albümüdür. Kapağında sanki zamanının ilerisinden gelen bir trenin üzerinde giden ve gözlerinden dökülen yaşlar yıldızlara dönüşen bir deve durmaktadır. Bana kalırsa sadece bir görsel olmayan bu imge, Camel’ın varlıksal paradigmasını da çok iyi anlatmaktadır; çağının ilerisindeki bu müziğin duygu ile işlenmesi…

1973 tarihli ‘Camel’ albümü

Albümde klasik progressive rock öğelerinin güçlü bir biçimde yerleşik olduğu görülür; şarkı içerisinde birbirini izleyen episodlar, değişen ritm ve tempo, avangard gitar ve klavye çalımı… Progressive rock müziğin, klasik blues temelli rock müzikten farkı olan kompleks akor yapıları, ileri düzey enstrümantasyon ve yoğun bir incelikle yapılmış besteler bu albümde de etkindir.

Albüm, geçmişini ve hayallerini geride bırakıp gitmek üzerine olan Slow Yourself Down, rüya kraliçesini arayan Mystic Queen, Camel’ın 1980’lere kadar olan müzikal karakterini tam olarak yansıtan enstrümental Six Ate, ayrılık üzerine yazılmış olan Seperation, insanlığın sonu ve tanrının azabını vaaz edenlere karşı insanın yaşama dürtüsünü anlatan Never Let Go, Bardens’ın Mystic Queen’deki gibi ‘hayali’ merakını anlatan Curiosity ve diğer bir enstrümental parça olan Arubaluba‘yı içermektedir. Klasik rock ve blues öğelerini albümde oldukça fazla hissediyoruz. Ancak Mystic Queen, Six Ate, Never Let Go, Arubaluba özellikle incelendiğinde -şarkıların neredeyse tamamının Latimer ve Bardens tarafından yazıldığı düşünülürse- bu ikilinin deneysel dehası ortaya çıkacaktır. Latimer’in sonraki yıllarda iyice olgunluğa erişen gitar tuşesi bu albümde çok belirgin olmasa da, Bardens kullandığı melattron gibi döneminin enteresan enstrümanları ile bu albümde muhteşem bir performans göstermiştir bana kalırsa. Diyeceğim odur ki, Camel, dönemine göre oldukça enteresan ve tadı bir kere ağza çalındığında alışkanlık yapan bir albümdür.

Ancak 20’li yaşların başındaki bu dahi gençlerin müziği, istenilen satış rakamlarına ve başarıya ulaşamaz ve MCA Records ikinci albüm için kendini ‘riske’ atmayarak anlaşmalarını sonlandırır. İngiltere’de 12 ay sürede yaklaşık olarak 5000 tane olan satış rakamı şirketi tatmin etmemiştir. Ancak Camel bir sonraki albümlerinin çıkışına kadar olan sürede Avrupa’nın birçok büyük ülkesinde konserler vererek kendi müritlerini yaratmaya başlamıştı, gene de bu oldukça kemik bir kitledir. Camel hayranı Alain Darte bu duruma esprili bir şekilde yaklaşıyor: “Camel ile Pink Floyd’un konser performansları arasındaki fark nedir?” Cevap: “Pink Floyd’un performansı sırasında tüm izleyiciler grubun her bir elemanın adını bilirler; Camel’da ise grup elemanları her bir izleyicinin adını…”

Bu duruma kısa bir giriş yapacağım: 1970’li yıllarda rock müziğin ticari olarak büyük bir hacim yaratması, yapım şirketlerini ve müziğin piyasasını para ile doğrudan ilintilendirmişti; Pink Floyd, Yes, Genesis gibi gruplar, popüleritesini belli bir noktaya getirerek bu sıkıntıları nispeten bertaraf etmişken, Camel, yaptığı müziğin popülerlik sıkıntısı yaşamasından dolayı bir çok noktada sorunlar yaşıyordu. Sindirmesi daha basit ve genel olarak aşk ve isyan temalı ana akım rock gruplarının popülerliği altında bu şekildeki birçok grup geri kalmıştı. Bence, burada dikkat edilmesi gereken nokta, o dönemki popüler rock gruplarının mevcut sosyal dinamikleri çok iyi yakalamış olmasıydı; kalitesiz ama popüler bir üstünlük değildir bu. Keza, Pink Floyd’un aynı sene çıkmış olan Dark Side of the Moon albümü 741 hafta Amerikan listelerinde kalmışken, 1974 tarihli Mirage albümü 149.sırada 13 hafta kadar kalmıştır. Progressive rock gruplarının bir çoğundaki müzikal derinliğin ve Camel örneğindeki gibi ‘duygunun’ üstünlüğünün, belki de, sosyolojik ve felsefi öğelerin önüne geçtiğini görüyoruz. Bu, ters anlamda Camel’ın duygu müziği yaptığı anlamına gelmiyor, ileride göreceğiz ki sosyal öğelerin baskın hatta temel motor olduğu bir çok Camel albümü ve şarkısı mevcut. Şimdilik burada bırakarak yazımıza devam edelim…

Latimer ve Bardens, bestecilik yetenekleri oldukça üst düzey olan iki müzisyendir; aralarındaki ilişkiyse, ikilinin birinin yaptığını ötekinin beğenmemesi gibi bir yan barındırıyordu. Bardens’ın sonraki yıllarda gruptan ayrılma sebebi olacak olan bu çekişme, Camel’ın ilk beş albümünde ikilinin tüm müzikal dehasını ortaya koyarak beste yapmasına neden olmuş ve grubu çok hızlı bir biçimde ileriye çekmiştir. İşte bu müzikal ilerilik, Camel’ın ikinci albümü olan Mirage’da iyice ortaya çıkmıştı.

1974 tarihli Mirage albümü

Albüm, Bardens’ın bestesi, adından da anlaşılacağı üzere ‘düşen’ birisinin yaşadığı heyecanı ve garip hazzı anlatan Freefall ile açılışını yapıyor. Ardından, Andrew Latimer’in muhteşem flüt performansıyla devam eden Supertwister, Latimer tarafından Lord of the Rings’ten esinlenerek bestelenilen mükemmel üçleme, Nimrodel/The Procession/White Rider gelmektedir. Son şarkı Camel’ın konsept çalışmalara başlamasının mihenk taşını oluşturduğu için çok büyük öneme sahiptir; konsept albümler, Camel’ın sonraki yıllarda yarattığı başyapıtlar haline gelecektir. Freefall ile dinleyicinin sürüklendiği keskin tarz, insanı bambaşka müzikal hazlara taşıyan Supertwister ile yumuşatılarak verilmektedir. Nimrodel ile başlayan muhteşem üçlemede, ustaca kurulmuş olan melodi ve akor yapısını görüyoruz. Bu albümde Bardens’ın kullanıdığı Mini Moog, clavinet, organ gibi çalgılar, grubun her zaman çok iyi bir biçimde dinleyiciyi soktuğu o dramatik yapıyı oluşturmakta çok etkili görev almıştır. Enteresan olan bir nokta -bu Camel’ın sonraki bazı albümlerinde de görülmektedir- ‘kötü’ şeylerin anlatıldığı yerlerde müziğin ilginç bir huzur halini hissettirmesi ve ters etki yaratması; örneğin büyücü Gandalf’ın düştüğü ve gözden kaybolduğu kısım bu şarkıda bu şekilde icra edilmiştir.

Albümün ikinci yüzünde Latimer ve Bardens bestesi Earthrise ve bir başyapıt, Lady Fantasy / Encounter / Smiles for You / Lady Fantasy mevcuttur. Camel’ın özellikle Bardens ile belirginleşen masalsı tonu, Earthrise’da insanı duygu ırmağında sürüklerken Latimer agresif, dissonant soloları ile bizi o hülyalı havadan alıp duygu vortekslerine sokuyor.

Albümün 13 dakikalık son parçası olan ve dört bölümden oluşan Lady Fantasy / Encounter / Smiles for You / Lady Fantasy, sürekli tekrar eden riffler, sert ritmlerden sonra Bardens’ın meltem rüzgarı gibi sizi okşayan melodileri, Latimer’in ustalıkla icra ettiği soloları ve mükemmel ötesi gitar tonu ve anlattığı gerçek üstü bir leydinin hayali ile Camel’ın, progressive rock’ın ve rock tarihinin en önemli şarkılarından birisidir. İçerdiği birçok faydalı bilgi ile progressive rock ile ilgili oldukça iyi bir site olan progturk.com’da omardiyejon rumuzlu yazarın da çok güzel belirttiği gibi:

      “Ve Lady Fantasy…türün en muhteşem şarkılarından birisi. Kendisini anlamak için Latimer ustanın icrası esnasında ağladığı görüntüleri izlemek gerek. O anı hissedebilmek için çaba göstermek gerek…
Camel imparatorluğunun başkentidir Mirage… Hazmetmek için sona bırakın. Fakat başarabildiğinizde bir daha terketmeyin, zira kaledesinizdir. Ucuz, özensiz ve değersiz müziğe karşı yakaladığınız zaferin tadını çıkarın.”

Camel’a ait en önemli özelliklerden bir tanesi, albümün tüm şarkılarının konsept olarak bir olmasa bile uyum içerisinde ince ince örülmüş olmasıdır. Belki de Camel’ın ilk albümüden itibaren başarabildiği bu müzikal tutarlılıktır insanı kendine hayran bıraktıran.

Bu albüme dair ilginç detaylardan birisi de, albüm kapağından da anlaşılacağı üzere Camel’ın sigara markası olan Camel’ın paket görselini kapak olarak kullanmış olmasıdır. Amerika’da telif hakkı nedeniyle bir sorun haline gelen ve albüm kapağının değişmesine neden olan bu durum, Avrupa’da grubun menejerlik işlerini yürüten Geoff Jukes’un Camel firması ile anlaşması sonucunda ‘tatlıya’ bağlanmıştır; Camel firmasından gelen yetkililer Mirage albümündeki şarkıların adının Twenty to the Pack (paketteki 20 sigaraya istinaden) gibi salakça isimlerle değiştirilmesini istemiş, konserlerin tümünde sigara dağıtılması gibi taleplerde bulunmuşlardı. Grubun bilgisi dahilinde olmadan anlaşmaları yürüten Jukes yüzünden tüm Avrupa’da 5 adet sigara içeren ve içerisinde Mirage albümünün şarkı listesinin yazdığı paketler dağıtılmış, süreçte grubun amfileri, ekipmanları deve derisi ile kaplanmıştır. Pete Bardens ise firmanın bu arsızlıklarına karşılık albümdeki şarkılardan birinin adını “Twenty Sticks of Cancer” olarak değiştirmeyi önerse de bir süre sonra firma ile aralarındaki anlaşma sona erer ve bu iş biter.

Progressive rock’ın en önemli gruplarından birisi olan Camel ile ilgili yazı dizisindeki bu bölümün sonuna gelmiş bulunuyoruz. Bir sonraki yazının temel konusu 1975 çıkışlı başyapıt, The Snow Goose albümü olacak. Olur bu yazıyı okur, sıradakini de merak ederseniz tembellik edip boş boş beklemeyin, açın ve ta 1970’lerde yaratılmış olan muhteşem tınılara ufak bir göz atın. Öyle bir zaman gelecek ki, Camel’ın size yaşattığı duygu yoğunluğunu sözlerle ifade edemeyecek, sadece müziği dinleyerek hissedilebileceksiniz. Murat Beşer, Frank Zappa ile ilgili bir yazısında alttaki paragrafı bizlerle paylaşıyor:

       “Birkaç yıl önce yitirdiğimiz değerli manyak Frank Zappa, bir defasında “müzik hakkında konuşmak, mimarlık hakkında dans etmeye benzer” demişti. Gerçekten de bazı albümler vardır ki, yılda ya da birkaç yılda bir gelir; neresinden bakarsanız bakın, o çalışmaların ne tarif edilmesi ne de anlaşılarak çözümlenmesi ve paylaşılması kolay değildir.”

Saklı kalmış dehaları bir miktar daha keşfedebilmek adına, bir sonraki yazıda görüşmek dileğiyle…

Paylaş

Önerilen Haberler

Bir yanıt yazın