Erdem Çapar: “İnsanlar dinlemeyecekse albüm kaydetmenin anlamı yok”
Erdem Çapar ile Sülfür Ensemble üzerine…
Saat gece yarısına doğru hızla yol alırken elime telefonumu alıyor ve sevgili Erdem Çapar’ı arıyorum. Telefon çalıyor, çalıyor ve açmıyor. “Haydaaa,” diye içimden geçirirken bu kez o arıyor. Telefon çalıyor, çalıyor, ama açamıyorum. Sonra kayıt cihazını hazırlıyor ve hemen ardından tekrar arıyorum. Açıyor! Oh be, nihayet!
–
4’er şarkıdan oluşan 2 EP yayınladınız. Peki bunu böyle mi devam ettirmek istiyorsunuz, albüm yapma planınız var mı?
Grubumuzda herkes deyim yerindeyse “İşinde gücünde insanlar,” yani bir şirkette üst düzey yönetici olan da var, pazarlama müdürü yardımcısı olan da var. Bu sebeple de grup için ölümüne vakit ayırabilecek insanlar değiliz.
Bir de, 2 EP’de de şöyle bir durum oldu. Şarkıları canlı olarak kaydediyoruz. Dinlediğin müziğin %70’lik kısmı canlı. Davul, gitar ve bass aynı anda kaydediliyor. Daha sonra ben üzerine okumaları yapıyorum. O esnada bazı ek gitarlar da üzerine ekleniyor. Profesyonel bir kayıt süreci nasıl işliyorsa tam da öyle yaptık. Vokali sonradan kaydettik, çünkü çalıştığımız stüdyoda vokali de aynı anda yapabilmek çok zordu. Vokal mikrofonu diğer kayıtları da alabileceği için mix sürecini zorlaştırırdı. 2 EP de 1 gün + 3-4 saatlik bir süreçte tamamlandı.
Şimdi biz örneğin 8 şarkılık bir albüm kaydı yapmaya kalkışsak, stüdyoyu en az 3-4 gün kapatmamız gerekir. İşlerimiz sebebiyle hiçbirimiz aynı anda 3-4 günü ayıramayız maalesef. Bu sebeple de uzun bir albüm kaydı alma düşüncemiz yok. Ha bir gün olur mu, belki.
Bir de şöyle bir şey var, 50’li – 60’lı yıllardaki single kafası şu an geri döndü. Çevremdeki “müzik manyağı” konumundaki bazı arkadaşlarım hariç, kimsenin bir albümü birden fazla kez sonuna kadar dinlediğine şahit olmuyorum. Herkes “Çok iyi, çok iyi,” diyor, ama sonra “Aaa şu şarkı çok iyi, ama şunu dinlememiştim,” falan diyor. O yüzden de insanlar dinlemeyecekse albüm kaydetmenin anlamı yok.
Önümüzdeki dönemde 2 şarkı hazırlayıp bunları pat diye sunabiliriz de. 2 EP yaptık ve bunlar seri gibi olsun istedik. İlla 4 şarkı olsun diye düşüncemiz olmadı. Sadece o an hazır olan şarkıları sunmak istedik. Aslında ilk EP’miz 5 şarkı olacaktı. İkinci EP’nin ilk şarkısı Heaven Prison, aslında ilk EP zamanında yaptığımız bir şarkıydı, ama bir türlü düzenlemesi konusunda karara varamamıştık. Onla vakit kaybetmektense diğer 4 şarkıyı düzenli şekilde prova edip kaydettik ve yayınladık. Daha sonra Heaven Prison’ı daha iyi bir hale getirdik. Meğerse saçma sapan şeyler varmış ilk halinde. “Şarkıyı bir türlü düzeltemiyoruz,” derken bir anda bir kısmını attık, şarkı kendine geldi. Zaten konserlerde de seyircinin katılım gösterdiği şarkılarımızdan oldu.
İleriye yönelik olarak limited edition kapsamında bir kaset ya da plak yapmak gibi planınız var mı? Mesela en çok sevilen şarkıların 45’liği gibi, çok güzel olabilir.
Aslında bizim planımız, iki EP’i tek bir plak olarak yayınlamaktı, ama bir türlü yolunu bulamadık. Kendi cebimizden karşılasak, bunun ciddi bir maliyeti var ve onu satmak vakit alacak ve yoran bir şey.
Biz birçok şeyi kendimiz yapıyoruz. İlk CD’yi Avusturyalı bir firmayla anlaşarak yapmıştık, ama çok zorlanmıştık. Sonra masrafları ödeyip CD’leri aldık ve kendimiz dağıttık. İkinci CD’yi de kendimiz bastırdık ve dağıttık ve dediğim gibi, bu süreçte hem yoruluyoruz hem de diğer işlerimiz sebebiyle pek vaktimiz olmuyor. Hatta İzmir’de yapmayı planladığımız bir konserimizi, üyelerimizden birinin iş seyahati sebebiyle iptal etmek zorunda kaldık. Nadir de olsa böyle durumlarla karşılaşabiliyoruz. “İş mi grup mu?” diye sorarsan, bence iş, çünkü hepimiz 40 yaşını geçmiş adamlarız.
Plak için teklif gelirse tabii ki değerlendiririz, ama şu anki ekonomik vaziyetler pek kolay görünmüyor.
Sosyal medya üzerinden hem senin sayfandaki hem de grubun sayfasındaki yorumları takip ediyorum. Güzel yorumlar var, ama sana takılan, esprili mesajlar da var.
Grupça aldığımız bir kararımız var. Grubun tavrı belli, ama biz kendi tavrımızı kendi sosyal medya sayfalarımızda yansıtabiliriz. Beni tanıyorsun, her an espriler peşinde koşan, geyik olsun diye sosyal medyada mevzulara atlayan biriyim. Ancak bizim yaptığımız müzik, öyle bir müzik değil. Daha ağır ve karanlık bir müzik. Dolayısıyla da grubun sosyal medya sayfalarında daha ciddi paylaşımlar yapıyoruz.
Arkadaşlarımdan gelen tepkilere değinecek olursam, dürüst olmak gerekirse ciddi olarak değerlendirmiyorum. Sonuçta karşımdaki kişi benim arkadaşım. Benim müziğimle ilgili yapacağı yorumun %30-40’lik diliminde benim kişiliğim de var, o yüzden de ona göre değerlendiriyor. Mesela, “Sizin albüme 10 üzerinden 7 verdim,” diyor, ama beni tanımasa belki de 10 üzerinden 5 verecek. Ha tabii ki yine de arkadaşlarımızın yorumları önemli. Hatta müzik zevkine çok güvendiğim, sevdiğim bir arkadaşım konserlerimize geliyor ve “Sizin müziğinizi o kadar beğenmiyorum, sahneniz çok güzel,” diyor. Bu benim için çok değerli.
Gruba gelen tepkilere baktığımızda da, bu sayede çok değişik insanlarla tanıştık. 2017 Mayıs’ında İzmir’e gittiğimizde, ertesi gün Twitter’da bir mesaj gördüm. 19-20 yaşlarında bir genç, “Dün, Sülfür Ensemble konserindeydim. Galiba ben daha önce konsere gitmemişim,” gibi bir şey yazmış. Benim için bu çok kiymetli bir şey mesela. Sahnemiz ve müziğimizle o genç insanın aklına bunu bırakabildik.
Yabancı müzisyenlerden de yorumlar alıyoruz. Baba Zula grubunun udisi Periklis Tsoukalas mesela. Kendisinden sürekli mesaj alıyoruz müziğiniz inanılmaz falan diye. Dürüst olmak gerekirse, başta herhalde dalga geçiyor diye düşünüyorduk. Sonradan öğrendik ki Voivod’un bir albümünde konuk olarak ud çalmış. Hatta son konserimize de geldi, bayağı da keyif almış, sohbet de ettik.
Beğenmeyenlerin de yorumları önemli. Sonuçta herkesi memnun etmek zorunda olmadığımızın farkında olmak güzel bir şey.
“İyiler siyah giyer, çok daha iyiler ise Sülfür tişörtü giyer,” diye bir söylem var. Sosyal medyada da gördüğüm kadarıyla yerli ve yabancı pek çok müzisyenin üzerinde görüyorum tişörtlerinizi. Eh, çoğuyla arkadaşsınız ve müziğinizi seviyorlar. Peki bu isimlerle bir araya gelip ufak bir turne yapma fikri oldu mu hiç?
Teklif geldi aslında. Birkaç yerli metal grubuyla birlikte bir minibüs alalım ve mini bir turneye çıkalım, çalalım isteği oldu. Umarım bu söylediklerim sonucunda benden çok fazla kimse nefret etmez, ama ben bu teklife “Her şeye tamam, ama bence gidip Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya gibi ülkelerde çalalım, eminim daha iyi geri dönüş alırız,” demiştim. Orada biraz üzülenler, darılanlar oldu, ama maalesef böyle.
Dürüst olmak gerekirse, grup olarak çalmamız gereken yerler ufak mekânlar ve birçok şehirdeki ufak mekân da teknik olarak bizim müziğimize uygun değil ya da güzel mekânlarda da bizim gibi gruplara cuma ve cumartesi gibi güzel günleri değil de pazar ve pazartesi gibi ölü günleri verebiliyorlar. Eh, ertesi gün de iş var ve sonra “Niye konserlere seyirci gelmiyor?” olacak.
Karga ve Peyote gibi yerleri değerlendiriyoruz, çünkü bize istediğimiz günleri verebiliyorlar, bu tarz müzisyenlere hep açıklar ve saygılılar.
Aslında sıradaki sorum da hem bir müzisyen hem de bir organizatör olarak “yurt dışı” etkinlikleri üzerine planın olup olmadığıydı.
Yurt dışıyla alakalı bazı adımlarımız oldu. İsviçre’de bir adam, Basel şehrindeki bir barda 300-400 kişilik etkinlikler yapıyordu 3 ayda bir. Biz de onunla yazıştık ve davet aldık. Kısa süre önce de kendisinden yeni bir cevap geldi ve “Sana kötü bir haberim var. Konserleri yaptığımız yer el değiştirdi ve mekanın yeni sahibi de böyle etkinlikler istemiyor. O yüzden de yeni yer arıyorum,” dedi. Bunu duyunca “Bu herhalde bizim lanetimiz,” gibisinden şakalar da yaptık. Yani böyle şeyler var, ama çok da fazla bir şey olacağını sanmıyorum. Tekrar etmek gerekirse, işlerimiz şu an önceliğimiz.
İlk EP’te Marilyn Monroe için bir şarkı, ikinci EP’te de John Entwistle için bir şarkı vardı. İkisi de efsane isimler ve ikisi de şu an bu dünyada değiller. Bir sonraki EP’te de efsane bir isme şarkı yazacak mısınız ve merakım şu, mutlaka ölü mü olması gerekiyor? Misal, Mick Jagger da efsane, ama hâlâ hayatta?
Gitaristi Keith Richards hakkında espriler var, “Yıl 2019, ama hâlâ buradayım, ölmedim,” diye. Şöyle bir detaya gireyim. Grubumuzu takip eden birkaç kişi, bu “ölü” mevzusunu fark etti. Konserlerde giydiğim tişörtlerin üzerinde hep ölü biri var (İlk konser hariç, orada kuru kafa desenli giymiştim). Tesadüfen başladı, ama sonra bunu bir gelenek haline getirdim. Marilyn Monroe, David Bowie, Leonard Cohen, Carrie Fisher ve son konserde de Ronnie James Dio tişörtü giydim. Bu insanlar bizim için bir şeyler yaptılar. Bizim için ölmediler, ama bizim için bir şeyler yaptılar. Ben de onlara bir saygı gibi değerlendiriyorum bunu.
Şarkı konusuna da gelince, hayatta en sevdiğim şeylerden bir tanesi, ünlü insanların hayatları hakkında bir şeyler okumak, onları takip etmek ve haklarında değişik değişik şeyler öğrenmek. Mesela Marilyn. Şarkıda sürekli bir “Give me your hand,” olayı var ve hep bende “Bu bir kadınla ilgili olmalı,” düşüncesi oluşturmuştu. O sırada da babamın kuzeni Şinasi amca hakkında konuşuyorduk. Kendisi Güney Kore’ye asker olarak gitmişti. Albay rütbesindeydi ve Amerikan ordusu ile Türk ordusu arasındaki iletişimde, çevirmen olarak görev almıştı ve orada Marilyn Monroe’yu izlemişti. Hatta fotoğrafı bile var onunla. İşte bu konuyu konuşurken bu şarkı çıktı ortaya.
Sonra ikinci EP’i hazırlarken bir arkadaşımla yaptığımız geyik vardı. John Entwistle’ın ölümünden sonra duyduğum en sağlam rock n’ roll hikâyesiydi. Sonra düşündüm de, herifin nefis bir ölümü var. Tam rock n’ roll ölümüydü ve değerlendirmek istedim. Tabii daha sonra da birileri hakkında şarkılarımız olacaktır, illa ki ölmüş olmaları gerekmiyor, ama artık bu dünyada olmamaları daha enteresan geliyor. Çünkü sevdiğim bir adam/kadın hakkında bir şeyler yazarım, güzel de olur diyelim, sonra gider o adam/kadın kötü bir şey yapar ve sonra üzülürüz, sinirleniriz falan. O sebeple ölmüş olsun ki bizi daha sonra hayal kırıklığına uğratacak bir şey yapmasın.
Daha evvel bunu sormuştum ve “Öyle bir planımız yok,” diye cevap almıştım. Şimdi tekrar sormak istiyorum, “Karaçor” şarkısını temel alan bir korku filmi yapılamaz mı? Filmin soundtrack’i baştan hazır, şarkı sözleri de senaryoya katkı sağlar. E bu şarkının klibinin yönetmeni Osman Tolga da korku filmlerine meraklı.
Böyle bir şey düşünmedik daha önce, aslında düşünülebilir, ama kim vakit ayıracak buna?
Bonus soru: Metallica mı Megadeth mi?
90’ları göz önüne alırsak Megadeth derim. Metallica’yı da dürüst olmak gerekirse Black albümünden sonraki çalışmalarında pek sevemedim. Hatta Death Magnetic albümünü dinledikten sonra sosyal medyaya “O kadar vurduracakları yerde keşke yokuşa sürselermiş,” demiştim. Fazla zorlama bir albümdü. Megadeth de benim için değişik bir gruptur, ama her dönemini severim diyemem. Mesela birçok insanın sevdiği Youthanasia albümü pek benlik değil. Cryptic Writings ise, Megadeth diskografisinde diplerdedir belki, ama ben çok severim.
Mahmut Saral