İstanbul konseri öncesinde Moonspell ile özel röportaj: “Pentagram ile vereceğimiz konserin iptaline çok üzülmüştüm”

[vc_row][vc_column][vc_column_text]

Portekiz’in dünyaya yaptığı ihracat ürünleri arasında sadece şöhretli futbolcular ve acılı Fado müziği yok! Heavy Metal de bu sıcak ülkenin sınırları arasından taşıp uzunca bir süredir dünyaya Moonspell aracılığıyla rock’n’roll’un “kara” formlarını, elem, keder ve elbette ki eğlenceyi de zerk ediyor. Grubun karizmatik vokalisti Fernando Ribeiro ile hayat, Beşiktaş ve heavy metal üzerine lafladık. 15 Kasım 2019 tarihinde Moda Kayıkhane’de Silver Dust ve Rotting Christ eşliğinde vuku bulacak büyük heavy metal kasırgası öncesi konsere ısınma turu bab’ında bu samimi röportajı sizlerle paylaşıyoruz…

— Türkiye’de herkesin “dinliyorum” dediği bir grupsunuz. 1995’ten başlarsak, 24 yıllık müzikal yolculuğunuza 11 stüdyo albümü sığdırdınız. Bu noktadaki gruplar dönem dönem yeni arayışlara girebiliyor. Sizde durum nedir, Wolfheart’ı çıkaran genç grupla yeni albüm hazırlığındaki Moonspell arasında bir fark var mı? Hala aynı “gotik” çocuklar mısınız?

— Bak bunu bilmiyordum! İlk konserimizi verdiğimiz 1998’den beri Türkiye’de her zaman harika vakit geçirmişizdir. Birkaç kez de geri geldik bazı konserlerimiz daha iyiydi, dürüst olmak gerekirse İstanbul’a hep hastaydım; boş zamanlarım, kulis, şarap, tarih… Moonspell olarak biz hep kendimizi köşelere hapsetmekten kaçındık. Dinleyicinin taleplerine cevap vermek ve “endüstri”nin iyiliği için bundan kaçamadığımız oldu. Under the Moonspell (EP), Wolfheart ve Irreligious döneminde pek çok değişiklik yaptık ve deneysel şeylere imza attık. Tabi ki artık Wolfheart’taki Moonspell olduğumuzu söyleyemem. Değiştik ama geçmişimizin etkisine sadık kalmaya da devam ediyoruz. Unutmayın ki dünya da değişti ve bazen “aynı” kalmak çok zordur.

— 90’ların sonuna doğru Alma Mater ile Türkiye’de hatırı sayılır bir dinleyici kitlesi yakaladınız. Sizi Night Eternal ya da Extinct albümüyle keşfetmiş yeni jenerasyon da var. Metal dinleyicisinin alışkanlıkları değişti mi sizce? Gelecek sizin elinizde mi yoksa yeni nesillerin ellerinde mi?

Gelecek elbette yeni nesil elinde, ne benim ne de bizim elimizde değil. Besteci ve icracı olarak bizim tek hedefimiz bütün işlerimizi daha kaliteli hale getirmek, kendimizi aşmak olmalı. Acele işe şeytan karışır. Ama altını çiziyorum; bizim bütün yarattığımız şeyler geleceğin hafızasıdır. Dinlenip dinlenmeyeceği kontrol edebileceğimiz bir seçim değil. Metalcilerin değiştiğine inanıyorum. Metal artık daha az dinle alakalı, daha çok eğlenmek isteyen bir topluma hitap ediyor. Benim zamanımda metal kafa sallama, pogo yapma, stereo ses ve sahnede çalan bir gruptu. Bugün ise sahnede bir viking gemisi, aşağıda “wall of death” meraklıları, aptal saptal işler var. Belki de bizim ailelerimiz de bizim için böyle düşünüyordu… Uzun hikaye, karışık…

— Bugünkü metal sahnesine baktığımızda kadın vokallerin çoğaldığını görüyoruz. Artık kadın rock yıldızlarımızın sayısı daha fazla. “Scorpion Flower”da Anneke Van Giersbergen ile müthiş bir iş çıkarmıştınız. Konserlerinizde de farklı kadın vokallerin bu şarkıda size eşlik ettiğini gördük. Sıradaki Moonspell albümünde böyle bir sürpriz olacak mı?

Bence Anneke hepsi içinde en iyisi ve hep öyle kalacak. Onu 90’larda ilk kez sahnede gördüğümde yeteneği ve güzelliği beni büyülemişti. Onun gibisini daha önce görmedim. En azından ondan sonra gelenler arasında… Bütün senfonik metal divalarına saygımı sunuyorum ama onun gibisini görmedim. Belki çok etkilendim ama o günlerde yaptığı müziğin dinleyicisi değildim. Moonspell için seçilmiş biri değil, tek seçenekti ve en iyi gotik şarkımızı oluşturmakta yardımları için ona her zaman minnettar kalacağız. Yeni albümde kadın vokal kullanır mıyız, emin değilim ama etnik, çingene vb. daha farklı sesler bakıyoruz.

— Son çıkardığınız “Lisboa Under The Spell” live albümü harikaydı ama sanki bir eksiği vardı… 29 canlı performans dinledik, güzel. Peki bir Moonspell klasiği olan Everythind Invaded neden yoktu?

Hahahaha. 12 saat aralıksız çaldığımızda bile hayranlarımızı tatmin edemediğimiz için mutlu olamıyoruz. Arkadaşım Sakis’in (Sakis Tolis, Rotting Christ) bize dediği gibi; Alma Mater’dan Invaded’a, başka şarkıları bunlardan daha çok seven binlerce insan çıkabilir. Kısacası, çalamadık işte. Süre meselesi. Sahnede ne yaparsak yapalım, çaldığımız parçalardan bağımsız olarak söylüyorum, bir atmosfer yaratmaya çalışıyoruz. “Under the spell” yani… Kulağa bayat gelebilir ama öyledir bu iş. Konserlere de böyle bakarız. Ama müjdeyi vereyim; Everything Invaded Türkiye konserimizde setlistimizde olacak.

— 1755 Lizbon Depremi için albüm yaptınız ve tamamen Portekizce bir albümdü. Yeterli ilgiyi gördüğünü düşündünüz mü? Heavy metalin dili İngilizce dışına çıkınca nelerle karşılaşıyorsunuz?

Beklediğimden de fazla ilgi gördü! Doğrusu, 1755’i bir albüm olarak düşündüğümüzde, bu tarihsel bir Portekizce konsept şarkıydı. Portekiz’de ya da belki biraz da Brezilya’da merak edilebilirdi. Gel gelelim, tüm dünyadaki hayranlarımız tarafından sahiplenilen bir iş oldu. Albüm ve deprem konseptli şarkılarımızı onların ülkelerinde bile canlı çaldık. Dürüst olacağım; tam tersine, Portekizce şarkı yazarken hiç sorun yaşamadım. Bütün deneyimleri seviyorum ve fırsat buldukça böyle şeyleri yeniden deneyeceğim. Yeter ki doğru konuyu bulalım.

— Türkiye’de daha önce defalarca konser verdiniz. Unutamadığınız bir anınız var mı? Hadi biraz da bizden söz edelim.

Konserlerin dışında da çok güzel anılarım var. Görkemli Boğaz’da tur gibi, Türk kahvaltısı gibi… Bir de Pentagram’la birlikte vereceğimiz konserin iptal oluşu var ki buna çok üzülmüştüm. Gece 2 gibi bir lokantaya gitmemize rağmen bize hayatımda yediğim en nefis yemekler getirilmişti. Böyle epey bir anım var Türkiye’yle ilgili.

— Bir röportajınızda ciddi bir korku filmi hayranı olduğunuzu okumuştum. Moonspell severlere önermek istediğiniz birkaç film var mı?

Bu konuda karımın eline su dökemem! Diğer türlerde filmler izlemeyi de seviyorum! En sevdiklerim tabi ki, korku klasikleri olan Carpenter, Wes Craven, Clive Barker ama en en sevdiğim film gerçekten eski bir film olan Murnau’nkiler; Nosferatu, Faust, Aurora. Stephen King’in In the Tall Grass’ını* yeni izleyebildim ve bayıldım. Onu önerebilirim.

— Son olarak, Ricardo Quaresma’nın Beşiktaş kariyeri kulüp başkanı tarafından sona erdirildi. DeliKasap aracılığıyla Fikret Orman’a bir mesaj iletmek ister misiniz?

Türkiye’de futbol tutku dolu bu yüzden o konuya pek girmek istemiyorum. Quaresma her zaman büyük topçuydu ve öyle de kalacak. Porto’da ve Portekiz Milli Takımı’nda oynarken beni çok sevindirmişliği vardır. Geri kalanı işin çirkin tarafı… Onu trivelalarıyla ve futboluyla hatırlamayı tercih ederim. Kariyeri boyunca açgözlü yöneticiler tarafından lekelenmek istendi. Kulüpleri yok eden işte bu tip insanlar, asla futbolcular değil!!!

[/vc_column_text][/vc_column][/vc_row]

Paylaş

Similar Posts

Bir yanıt yazın