“Judas Priest’e yapılan KK’s Darbesi”nin Şifreleri K.K. Downing’in DeliKasap Özel Röportajında Saklı

Bu tezimiz gayri-ciddi görünebilir. Ama daha önce DeliKasap Dergi’de yayınladığımız ve henüz K.K. Baba’nın gruptan ayrılmadığı süreçte gerçekleştirdiğimiz özel röportajda Downing’in satır aralarında söyledikleri ve tavırları bize “K.K. Darbesi”nin daha o dönemlerde adeta “Geliyorum” dediğini düşündürmüştür. Bu yazıda eski Judas efsanesi K.K. Downing’in röportajından yola çıkarak Baba’nın bilinç altındaki kopuşunu gözler önüne sermeye çalışacağız. Önce ilk single Thunderbolt için çekilen video klibe bir göz atalım:

Heavy Metal dünyasının yaşayan en büyük efsanelerinden biridir K.K. Downing. Geçtiğimiz günlerde “bombayı patlattı” ve aslında zaten uzun süredir beraber sadece K.K. Downing ismiyle sahne aldığı Tim “Ripper” Owens’ın vokalleri üstlendiği bir ilk albümü duyurdu: Sermans of the Sinner. E darbe bunun neresinde? K.K. (pardon) Şeytan ayrıntıda gizli: Grubun ismi KK’s Priest. Şöyle mevzuyu açalım. Büyük gitarcı, arkadaşımız Yiğit Elvis İlgü ile buluşmasında, kendisine sorulan Judas Priest isminin ne demek olduğuna ilişkin soruya şu cevabı veriyordu:

“Judas Priest’in ne anlama geldiğine ilişkin benim yorumum, iyi ve kötünün çatışması. Bilirsin Judas kötüdür, rahip (Priest) ise iyi.”

Burada duralım. “Yeni” grubunun adı ne? KK’s Priest. Yani “iyi” burada kim oluyor, malum. Peki ya kötü kim? Yorum yok. Devam ediyoruz.

Muhabirin daha ilk sorusuna verdiği K.K. tepkilerine bakalım şimdi:

Selam K.K.! Turne nasıl gidiyor?

“Gidiyor işte.”

(Meali: Rob Halford ile geçinemiyoruz işte, anlayın artık!) Yiğit Elvis K.K. Downing’in halet-i ruhiyesinden şüphelenmiş olmalı ki gitaristi zorluyor:

Eğleniyor musun?

Usta gitaristin cevabı: “Günün her anı olmasa da, genelde evet.”

(Bir gazeteciye verilecek cevap mı bu sevgili K.K.? Ama anladık, var senin bir derdin… Tabii ki bunu öğrenmeye daha yıllar vardır o anda ama Downing adeta yılgınlığını dışa vurmaktadır)

Günün hangi kısmını beğenmiyorsun?

Yataktan kalkma kısmını haha…

Kaçta kalktın bugün?

Aslında çok geç değildi, 10:30 gibi kalktım. Ama oda temizlikçileri, sabahın 8’inde başlayan elektrikli süpürge gürültüsü falan… Tur otobüsüne gidip uykuya orada devam ettim. Ama işte turnede olmak böyle bir şey. Bu yolu biz seçtik.

(Ezcümle, K.K. Downing, bu röportajdan yıllar sonra yapacağı “Darbe”nin işaretlerini, tüm şifrelerini aslında bağıra bağıra vermiş diye düşünüyoruz. Her ne kadar şu ana kadar taraflar “İngiliz beyefendiliği” icabı konuya ilişkin suskunluklarını korusalar da yakında UDO-Accept benzeri bir sürtüşmenin de olabileceğini NOSTRADAMUSvari bir kehanet ile bildiriyor ve sizleri “Darbeci Baba” röportajının devamı ile baş başa bırakıyoruz…)

Megadeth ve Testament ile birlikte turnedesiniz. İyi anlaşıyor musunuz? Ya da, birlikte vakit geçiriyor musunuz diye sorayım.

İşin aslı, oldukça yoğunuz. Farklı saatlerde sahneye çıkıyoruz, farklı saatlerde soundcheck yapıyoruz. Yani bütün gün beraber olduğumuz söylenemez. Koridorlarda falan hep karşılaşıyoruz. Ama aynı otellerde kaldığımız için, vaktimiz oldukça tabii ki oturup birer bira içip eski günlerden bahsediyoruz. Sahneye çık, röportaj ver, yat-uyu, ertesi gün başka bir şehre hareket et derken takılmaya pek de vaktimiz kalmıyor.

Konsept bir albüm kaydetmeye nasıl karar verdiniz ve neden Nostradamus’u seçtiniz?

Şimdiye kadar herkes ‘neden Nostradamus’ diye sordu ama kimse daha iyi bir isim önermedi (Gülüyor). Yıllardır birçok hayali figür yarattık ve şarkılarımızda kullandık; The Sentinel, Sinner, The Ripper gibi… Konsept bir albüme gerçekten yaşamış bir karakterin daha çok uyacağını düşündük. Mesela bir film izlerken de, eğer film gerçek bir hikayeye dayalıysa daha çok etkilenir insan… Uzun süre kimi konu etsek diye düşündük ve bu konu edeceğimiz kişi ne denli önemli biri olursa, o denli de etkileyici ve çarpıcı bir albüm olacaktı. Eğer kapı komşun hakkında bir albüm yaparsan kimsenin umrunda olmaz o albüm (gülüyor). Ama Hitler, Mussolini ya da Cengiz Han gibi bir tip hakkında albüm yaparsan ilgi çeker. Çünkü politikayla, milletlerle, dinlerle alakalı, herkesin az çok bildiği bir şey olur. Nostradamus günümüzde hala tanınan ve anlamı olan bir kişilik. Önemli bir olay olunca insanlar hala ‘acaba Nostradamus bunu yazmış mıydı’ diye araştırıyor. Nostradamus’un bizim için ideal seçim olduğuna inanıyorum. Metal ile onun bir bağı olduğuna da inanıyorum. Hayatına bakarsak, o da metal müzikte olduğu gibi, hiçbir zaman güllük gülistanlık bir yaşam sürmedi. Zor bir hayat geçirdi ve insanlar için iyi şeyler yapmaya çalıştı, insanları korumaya çalıştı. Bilmiyorum sen hiç ilgilendin mi ama sonunda pek çok belaya bulaşmasına rağmen oldukça uzun yaşadı.

Bir belgesel izlemiştim onunla ilgili. Vebadan önce çocukları, ardından karısı da ölmüştü sanırım. Ve kötü büyücü damgası vurulup birçok şehirden kovulduğunu biliyorum.

Evet, ailesini kurtarmaya çalışıyor uzun süre. Doktor ve fizikçi olmasına rağmen kurtaramıyor onları. Toplumdan dışlanıyor. Uzun ve zor yıllar geçiriyor fakat sonunda toplumdan kabul görüyor ve tarih sayfalarında hak ettiği yere geliyor. Mutlu bir son yani. Daha da derine inip insanoğlunun aklına bazı sorular getiriyor aslında. Ben kimim? Ben neyim? Ben bir şey miyim? Nereye gidiyorum? Hayatın anlamı nedir? gibi… Bana öğrettiği bir şey var: Hayatın ne olduğunu anlamak için o hayatı önce yaşamak gerekir.

Gençken hayatın ne olduğunu bilmiyor muydun?

O zamana göre belki biliyordum. Ama mesela, bak şimdi 57 yaşındayım, bekarım, çocuklarım yok. Neden? Yaşıtlarım 3-4 kere evlenip boşanmış, on tane çocuğu olan tipler. Ben hala bir yetişkin değilim belki de. Öğrenme süreci hiç bitmiyor. Belki piyasada rotasını çoktan çizmiş, aynı yoldan sapmadan ilerleyen biri olabilirim. Fakat önemli olan hayatına bir birey olarak tam bir anlam katmak ve bu; kendinle, sahip olduğun şeylerle mutlu olmaktan geçiyor. Toplumdan kabul görmek, ‘doğru düzgün’ bir işe sahip olmak demek değil bu. Aynı Nostradamus’un yaşadığı gibi. Ben acele etmiyorum. Yok ailen olsun, yok düzgün bir ilişkin olsun. İstediğin kadar uğraş; dayatmayla, telaşla hiçbir şey olmaz. Sonuçta her şey olacağına varır. Çoğu ilişkinin başlangıcında, ‘işte sonunda aradığımı buldum, aşık oldum’ falan diye düşünürsün. Bir süre sonra ‘aman tanrım, o çok değişti’ dersin. Hiçbir şey eskisi gibi değildir. Halbuki değişen sensindir… Ama neyse konumuz heavy metale geri dönelim. (Derin bir nefes alıp, canlanarak devam ediyor.) Bugün Berlin’deyiz! Karlı ve kapalı bir hava bekliyorduk. (Otel odasının camından dışarı bakıyorum; karlı değil ama kapalı bir hava var) İngiltere burdan çok daha soğuktu. Testament ile bundan yirmi yıl önce yine bir tura çıkmıştık. Şimdi birbirimize bakıyoruz ve vay anasını! diyoruz. Hala bu işi yapıyor olmak ve turneye çıkmak olağanüstü bir şey…

Son albümünüzdeki Revelations parçasını çok beğendim. Özellikle akustik bölümünü. Bu albümde sıkça akustik bölümlere yer vermişsiniz.

Çok doğru. Bu tabii Judas Priest’in özünden koptuk demek değil. İlk kez böyle konsept bir albüm yaptık ve Nostradamus’un ruhunu katmaya çalıştık. Ortaçağ’da icra edilen müzik motiflerini de kullandık. Dinleyeni o zamanlara, 500 yıl öncesine götürmek istedik. Mesela albümde Rob bazı bölümleri İtalyanca, bazılarını Fransızca söylüyor (Nostradamus’un yaşadığı memleketlerin dilleri). Elimizden geldiği kadarıyla, her şeyi belgelemeye çalıştık. Kimileri için sıkıcı gelebilir, anlarım. Ama hala insanlar oturup güzel bir film seyrediyor, ya da güzel bir kitap okuyor. Neden oturup bu tarz bir albümü baştan sona dinlemesinler ki? Ben mesela 60’lı yıllarda ilk elektro gitarımı aldığım zaman, odama kapanıp uzun süre kendi dünyama dalardım. Ve kendimi bazı gitaristlerin yerine koyardım. O müzisyenlerin de her albümünde başka bir atmosfer vardı. Kimi albümü, arabada teybe koyup, gaza basıp coşardım. Kimisiyle ise odamda rüyalara dalardım.

İlk kez geçtiğimiz yaz İstanbul’da bir konser verdiniz. İstanbul’u nasıl buldunuz? Organizasyondan memnun kaldınız mı?

Hayatımda ilk kez Türkiye’ye gittim ve çok memnun kaldık. Bir yere ilk kez gidiyorsan, neyle karşılaşacağını bilemezsin, başta her şey bir muammadır. Tahminimizden çok daha iyi ağırlandık. Açıkcası Türkiye’nin bu kadar modern bir ülke olduğunu önceden bilmiyorduk. Çok çok tatlı insanlar bizlerle ilgilendiler. Çok şık giyimli, güzel bayanlar devamlı etrafımızdaydı. Turnenin en çarpıcı konseriydi diyebilirim. İnanılmaz bir konserdi. Suriye’den, İran’dan insanlar bile gelmişti bizi izlemeye. İnternet sitemize yüzlerce mesaj bıraktı sevenlerimiz ve ne kadar çok eğlendiklerini, bizi en kısa zamanda tekrar görmek istediklerini yazdılar.

Yeni bir Türkiye konseri planlıyor musunuz?

Belirli bir tarih henüz yok. Ama sanırım on bin kadar izleyici gelmişti. Bu iyiye işaret. Metallica tekrar tekrar geliyor, stadyumda konser veriyor, Iron Maiden geliyor… Biz neden tekrar gelmeyelim? Organizatörler de çok iyi insanlardı. Deniz manzaralı harika bir hotel… Bir de bizi mutlaka o çok özel restorana götürmek istediler. Deniz manzarası, ışıklandırılmış köprü, enfes yemekler falan… Bilirsin, seni etkilemek için hep ‘en’leri seçerler. En güzel yemek, en güzel mekan… Tabii ki, iyi niyetlerinden. Biz ama ara sokaklarda kaybolup, yerel, basit yemeklerden tatmayı seviyoruz (arabadan nohutlu pilav, midye dolma). Yine pek fazla olmasa da, yürüyerek dolaşacak vakit de yarattık.

Judas Priest’in kalan iki kurucusundan birisin. Otuz yıldan fazla bir süre sonra hala bu grupta çalmak nasıl bir duygu?

Hiç aklıma gelmezdi bu kadar süre, böyle bir grubumun olacağı. Bu şey gibi; nehiri aşmak için suya bakarsın, bazı yerler derindir, bazı yerler sığ, önceden bilemezsin tabii. Sonra, yine de denersin… Biz deneyip de karşı kıyıya ulaşanlardanız sanırım.

Judas Priest tam olarak hangi yılda kuruldu? 60’ların sonu diye okudum bir yerde ama tam tarihi bulamadım.

Evet 60l’arın sonu olabilir. Ama ilk resmi konserimiz 1970’in başındaydı.

Buraya gelirken yolda annem aradı ve Judas Priest’in anlamını sordu. İnternette arasam bulabilirdim belki ama yine de size sorayım.

Haha.. Tam olarak ben de bilmiyorum. Savaş sonrası çekilen bir Amerikan filminde bir replik vardı. Başroldeki Audie Murphy bir hendeğe atıyor kendini ve üzerinden bombalar uçuşurken Judas Priest diye bağırıyor. Diğer bir yorum ise grubun adının Bob Dylan’ın yazmış olduğu The Ballad of Frankie Lee and Judas Priest adlı şarkıdan geldiği. Belki Bob Dylan da o filmden etkilenmişti. Kim bilir… Ama benim yorumum, iyi ve kötünün çatışması. Bilirsin Judas kötüdür, rahip ise iyi. Haha, belki de tam tersi. Ama bence bir grup için, daha iyi bir isim olamaz. Hayatımda duyduğum en güzel grup ismi bu! Gerçekten, turnedeyken bir yere gidip, otobüsten inince, otobüsün üzerindeki Judas Priest yazısını görmek kadar güzel bir şey yok.

Müzik tarihindeki en önemli kişi sence kim?

Valla, benim dışımda… Ahahaha… Oo, çok zor bir soru. Sanırım bu soruya bir cevap veremeyeceğim. Ama beni en çok etkileyen kimdi diye sorarsan Jimi Hendrix derim.

Gitar çalma isteğin ilk nasıl oluştu?

Benim gençliğimde İngiltere’de içinde gitar olan müzik hemen hemen hiç yoktu. 60’ların ortasında ABD’den konser için gelen siyah blues artistleriyle başladı diyebilirim. Rolling Stones gibi gruplar çıktı sonra. O tarz müziği çok seviyordum. Pop müziği o zamanlar da sevmezdim. İnsanlarla ve hayatla doğrudan alakalı müziği hep sevmişimdir. İlk İngiliz beyaz bluesculardan John Mayall’s Bluesbreakers harikadır mesela, ya da Ten Years After… Blues dinlemeye başlamamla gitar hevesi bende oluştu. Bir de demin bahsettiğim gibi, Jimi Henrix var. Gitarla o güne kadar yapılmamış şeyler yapıyordu ve ister blues, progressive blues, ister hard rock ya da heavy rock olsun; en önemlisi ruhuyla çalıyor olmasıydı…

Stüdyoda veya turnede değilken neler yapıyorsun?

Geriye pek vakit kalmıyor aslında. Herkes gibi normal bir hayat sürüyorum. Akşam birahaneye gidip arkadaşlarla takılıyorum, geciken faturalarla uğraşıyorum, ailemi ziyarete gidiyorum, garajımı boyuyorum falan filan işte… (İçeri tur menajeri giriyor ve soundcheck için gitmeleri gerektiğini söylüyor.)

Son bir sorum daha var. Rocka Rolla şarkısını en son ne zaman çaldınız?

Hmm… Gerçekten hatırlamıyorum. Çok uzun zaman önce.

Teşekkürler vakit ayırdığın için. Ben teşekkür ederim.

Üstadın bir de kendi internet sitesi var:

http://kkdowning.net

Bu özel röportaj ilk olarak DeliKasap Aziz Nesin Koleksiyon Baskısı’nda yayımlanmıştır. Yukarıdaki fotoğrafta DeliKasap muhabiri Yiğit Elvis ile heavy metal efsanesi K.K. Downing,otel odasında, Mart 2009, Berlin…

DELİKASAP 666+2 NUMARALI DERGİ BASILDI, SON SAYI ÇIKTI. ROCK’N’ROLL’A KAYITSIZ KALMA, DERGİYİ EDİN, ABONE OL, BAĞIMSIZ YAYINCILIĞI DESTEKLE!

Röportajın tamamı:

https://www.delikasap.org/2019/09/19/heavy-metalin-yasayan-efsanesi-judas-priest-gitaristi-k-k-downing-ile-delikasap-ozel-roportaji/
Paylaş

Önerilen Haberler

Bir yanıt yazın