Kısaca İ.A.P. de diyebilirsiniz: İSTANBUL ARABESQUE PROJECT

Şu arabesk dedikleri…

Arabesk üzerine 70’lerden günümüze sıklıkla yazıldı, çizildi; aynı şekilde yazılmaya ve çizilmeye de devam edecek. İçeriğinden biçimine, bizim mi değil mi tartışmalarından (sanki kebap sipariş edercesine)acılı mı acısız mı polemiklerine  ve daha bir yığın gerekli/gereksiz tartışmayı da beraberinde getirdi Arabesk, yıllar boyu. Ama hiç bir zaman bu ülke topraklarının bir gerçeği olduğunu değiştiremedi tüm bu süreç. Köyden kente (daha doğrusu Anadolu’dan İstanbul’a) göç olgusu başlangıç miladı olarak kabul edildi. Süreç ise 1950’li yıllar ve sonrası baz alındı. Öyleydi de!

Yurdun farklı coğrafyalarından, farklı kültürlerdeki insanların buluşma noktasında elbette bir adaptasyon süreci yaşanacaktı. Konuşma’dan giyim kuşama; geldikleri yere entegre sürecinde şehirliyle bütünleşme çabaları yaşandı. Bu çabaların sonucunda bir yalnızlaşma, ötekileşme ve kendi haline bırakılma hissi oluştu. Bu hissiyatın akabinde de bir yaşayış biçimi kendiliğinden doğdu. Adına (çok sonraları) “arabesk” dendi. Bir müzik türü olarak konulan bu isim, esasında bir mimari terimdir. Çok daha karmaşık ve egzotik yapıların tanımlanmasında kullanılırken, müzik dünyası 70’lerden itibaren bu kavrama sıkı sıkıya sarıldı ve ülke gündemini yer yer işgal edecek bir oluşumun da adı oldu.

60’ların ikinci yarısından itibaren adım adım müzik dünyasına giren arabesk, ilk başlarda “serbest çalışmalar” olarak adlandırıldı Orhan Gencebay tarafından. “Babası” olarak da kabul gören Orhan Gencebay, bu tür üzerinde deneysel çalışmalar yaparak hem kendi hem de ülke müziğinin (bu tarzda) ufkunu açan isim oldu. Şarkılarının düzenlemelerini senfonik öğelere yasladı. Orkestrasına tarzının dışından isimlere de yer vererek modern ve öncü eserler verdi. 80’ler itibariyle ithalat serbestisi kanunlarla vitrinlerde boy gösteren çeşit çeşit müzik aletleri, kayıt cihazları, stüdyo ve konser ekipmanları ile arabesk farklı bir boyuta geçmiş; ağlak ve isyankar mod’dan daha şenşakrak bir havaya bürünmüştür. Devlet katında da kabul gören arabesk, bir ara devlet televizyonunun kurallarına göre “acısız” şekillere de sokulmuştu.

Bizim sizden neyimiz eksik?

            Arabesk şarkılara kalıplaşmış düzeninden başka yön verme çalışmaları 70’lerden günümüze süregelen bir gerçek artık. Gerek enstrüman icrası gerekse söyleniş biçimi açısından (kendisi de deneysel özellik taşıdığı halde) arabesk üzerinde deneyler yapmaktan imtina göstermemiştir müzik dünyamız.  Kendisi en sertinden rock icra ederken, “Müzik tabiatın kendisidir. Asla sınırlandırılamaz”  mottosuyla “Şaşkın” gibi bir şaheseri kaydedip bizleri şaşkına çeviren bir Erkin Koray gerçeği var önümüzde mesela. Orhan Gencebay şarkılarını çok daha modern orkestrasyona teslim eden Neşe Karaböcek, Ajda Pekkan gibi isimlere de rastlamak olası 70’lerde. Ya da direk “Arabesk Rock” şeklinde manifesto gibi bir LP hazırlayan Ersen gibi. Saydığım(ve dahi sayamadığım) isimler, dönemin ilkel sayılabilecek stüdyo ortamlarına rağmen gayet güzel örnekler verdiler bu alanda. 80’ler boyunca da benzer çalışmalar bir adım daha önde gitti; İlhan İrem’in “Bezgin”i, Ajda Pekkan’ın “Sen Mutlu Ol”u, Nilüfer’in “Nilüfer 80”i, Sezen Aksu’nun “Firuze”si, Nükhet Duru’nun “Sevda”sı gibi LP’ler arabesk olmasa da, o kıyılara yakın sulara yelken açan albümler olurlar. Bunların dışında türkülerin ve arabeskin, Nurtaç Düzgit&Grup Turbo gibi  gruplarca farklı formlarda (disko alt yapılı) aranje edildiğine şahitlik ediyoruz. 80’lerin ortalarından itibaren ise arabesk’in kardeşi diyebileceğimiz bir başka türün doğumuna şahitlik edecektik: Taverna. Arabeske göre çok daha basit orkestrasyona(tek bir org) sahip, anlatım olarak da daha sofistike sözler barındıran taverna, arabeskle at başı hükümranlık sürdüren bir tür olarak belleklere kazınacaktır. Taa ki 90’lar gelene kadar.

Sap-saman, at-it izi hikayesi

            90’lar gerek politik, gerek sanatsal, gerekse sosyolojik manada bir kırılma noktasının yaşandığı yıllar olarak yakın tarihimize kazınır.  Herkes patladığı iddia edilen pop müziğe sarılır; tavernacısından türkücüsüne, arabeskcisinden rockcısına kadar. Türler birbiri içine girer; pop alt yapılı bir şarkı arabesk gırtlağıyla yorumlanabiliyorken, avaz avaz uzun hava okuyan bir türkücü en agresifinden ritimli bir şarkıyla ekranda yer bulabiliyordu kendine.  Acılı ve isyankar sözler de daha giderli-atarlı havalara bürünüyordu. Bileklerinin hakkıyla babalık mertebesine ulaşmış duayen isimlerin, tarzlarının dışına çıkıp düet albümler yapmaları olağan karşılanır olmuştu. Tüm bu karmaşık ortam içinde bir de gitara dokunan eller türkülere ve arabeske el atınca iklim değişiyor, Akdeniz oluyor.

“Rüya”larda buluşuruz…

            Haluk Levent’in, Kıraç’ın, Ogün Sanlısoy’un, hatta Pentagram’ın türkülere distortion’u yedirmeleri ülke insanının rockla kucaklaşmasının da önünü açmıştır. Elektrogitar sesi artık kulak tırmalamıyor, Türkçe rock olur mu gibi safsatalar panelleri işgal etmiyordu. Buna karşılık Orhan Gencebay da cayır cayır gitar soloları attırırken Müslüm Gürses, R.James Dio’ya selam çakabiliyordu. Tüm bu gelişmeler yaşanırken Ayvalık’tan üniversite eğitimi için İstanbula gelen bir müzik aşığı, rock’tan trahs metal’e cover gruplarında gitarını geliştirmekle meşguldü. Onun gibi kendisini müziğe ve davuluna adamış bir başka müzik aşığı ise kafasında dolaşan tilkilere yön vermekle meşguldü. Ayvalıklı Salih Korkut Peker ve Fenerbahçeli Barbaros Akbulut’un yolları 2008 yılında, Kemal Bozkurt’un da bas gitarda olduğu “Rüya” grubunda birleşir. Bir sahne performansı  grubu görünümünde olmalarına rağmen birikimlerini albümde toplamaları en büyük hayalleridir. Her Salı Kadıköy Shaft’ta verdikleri konserlerle hayran kitleleri de oluşmaya başlamıştır. Konserlerinde kendi bestelerinin yanı sıra cover parçalara da yer veren grup, ilk(ve son) albümleri “Masal Kitabı”nı 2009’un Ocak ayında piyasaya çıkarırlar. Konu arabesk olunca burada bir parantez açmakta fayda var;  Ocak 2009’da piyasaya çıkan bir başka çizgi üstü albüm ise yine çizgi üstü gruplarımızdan Fairuz Derin Bulut’un “Arabesk” albümü olur.

Nerde sevdiklerim hani sevenler?

Fairuz Derin Bulut, tamamı arabesk aleminin en yetkin isimlerinden, şarkı sözü yazarı Ali Tekintüre’nin yazdığı şarkılardan oluşan bir albüme imza atmıştır. Grubun “saykodelik” diye anlamlandırılan bir tarzı vardır ve yaptıkları müzik, deneysel bazda önü açık ve sınırsızdır. İlk albümleri “Kundante”(2003) ile saykolediğin sınırlarını zorlamışlar, enstrüman hakimiyetlerini ve yazdıkları sözleri sınırlandırmadan performanslarını ortaya koymuşlardır. “Arabesk” albümü de bu mihenkte hazırlanmış ve arabeskin ana öğesi keman orkestrasyonlarına ve hatun vokallerine rağmen oldukça gürültülü bir albümdür. Ali Tekintüre ismi albümle birlikte yeniden bağırlara basılır ve kendisi hayattayken, adına saygı albümü yapılan birkaç isimden biri olur. Parantezi kapatıp ana konumuza dönelim şimdi.

Bir güzel proje

İlk ve tek albümlü bir grup olan “Rüya” 2009 yılında Dream TV’de, “Yüxexes” programında bir canlı performans sergiler ve Barbaros Akbulut’un kafasında dolaşan tilkiler yeni bir projeye yön verdirerek grubun sonlandırılması kararını aldırır. Korkut Peker sadece elektrogitar değil; perdesiz gitar ve cümbüş üzerinde de ton aramalarına devam etmekte, ufkuna yeni kapılar açmaktadır. Özellikle koyu bir Müslüm Gürses hayranı olan Barbaros Akbulut şu ana kadar denenmemişi uygulamaya koyar ve ana teması arabesk olacak olan yepyeni bir projenin temellerini atar. Repertuar, arabeskin en etkin hitlerinden oluşturulacak; oldukça sert icra edilecek bas, gitar ve davul’dan mükellef bir kadro ile parçalar kotarılacaktır. Buz grubundan elektro gitar’da Özer Kırçak’a, bas gitar’da Erkut Demiroyan’a, perdesiz gitar ve cümbüş’te Korkut Peker’e, vokalde Pınar Çubukçu’ya teklif götürür ve projesini anlatır. Ve böylece “İstanbul Arabesque Project”in temelleri atılır. Ve sıkı geçen provalar sonrası ilk konser Shaft’ta gerçekleşir.

Her gün isyan çekilmez ki…

İsmindeki “arabesk” ibaresinden mükellef yepyeni bir grubun, üstelik “rock barlar”da sahne alması ilk başta garipsense de kısa zamanda bağırlara basılacaktır. İbrahim Tatlıses’ten Müslüm Gürses’e, Erkin Koray’dan Ahmet Kaya’ya, çiftetelli’den misket havasına tür ayrımı yapmaksızın oluşturdukları repertuarlarıyla sahne aldıkları mekanları hop oturtup hop kaldırırlar. Arabeskin en popüler şarkılarını yeniden tezgahlarından geçirip, özünü bozmadan bambaşka şekillere sokarlar. Led Zepellin şarkısıyla yaptıkları introyu sezdirmeden bir arabesk şarkıya yedirmeleri, bir başka şarkıda en damar yerinde bir anda yabancı bir parçaya girip tekrar şarkıya dönmeleri grubun düzenlemelerdeki en belirgin özellik olur. Korkut Peker’in, rock tonların yanı sıra arabeskin en etkin efektlerinden “leslie”, “octave” gibi pedalları kullanması kendisine has bir gitar soundunun da oluşmasına etken olur. Barbaros Akbulut’un sert tuşelerinin yetmediği ve illa ki bir darbukanın ihtiyaç duyulduğu kimi oryantal alt yapılı parçalarda ise devreye mini bir pod aleti devreye girerek hem ritim hem de birçok parçada lazım olacak “back vocal” sorununu çözmektedir. Konserler devam ederken, grubun süregelecek olan vokal değişikliğinin ilki gerçekleşir ve kısa süreli olarak gruba Oya Sin dahil olur. Konserlerle geçen günlerine bir de stüdyoda kayıt günleri eklenmiştir; grup ilk albümünün aferesindedir. Ama ilk albüm öncesi bir ısınma turu atma bab-ı’nda Selami Şahin’e de bir selam çakarak “Senin Olmaya Geldim” tekli’sini çıkarırlar. İleride yapacaklarının sinyalini de böylece vermiş olurlar. Kendilerinden beklenen ilk albümleri “Her Gün isyanım Var” 2010’un ekim ayında raflara konulur. Albüm kaydında vokale Pınar Seda Günday geçmiştir. Konser kadrosunda gitarda yeralan Özer Kırçak bas gitarı, Korkut Peker ise kalan tüm telli çalgıları performe etmişlerdir. “Son Mektup”, “Allah Allah”, “İkimiz Bir Fidanız”, “Senin Olmaya Geldim” gibi klasiklerin son derece enerjik olarak yorumlandığı albümde gruba ait üç beste de bulunmaktadır. Ve albümün ilk klip çalışması bu bestelerden birine, “Aşk İnsanı Uyutmaz ki”ye çekilir. Kariyerlerini bir albümle taçlandıran grup hız kesmez ve yurt içinde ayak basmadık yer bırakmaksızın konserlerine devam ederler. 2011’de bir vokal değişikliğine daha gider grup ve Ayşe Şirin mikforona başına geçen isim olur. Bir başka değişim ise bas gitarda yaşanır ve grubun ilk elemanlarından Özer Kırçak, yerini Utku Kırca’ya bırakır. Grup, zaten ikinci albümün arefesindedir. 2011’in Ekim ayında, grubun 5 bestesinin de yer aldığı ikinci albümleri “Damarımda Kanımsın” piyasaya çıkar.

İste kölen olayım

Altını Neşe Karaböceğin çizdiği “Damarımda Kanımsın”ın çıkış parçası olduğu ikinci albümde gruba ait 5 beste vardır. Verdikleri röportajlarda “türkiyenin ilk ve tek arabesk grubu” şeklinde iddialı ve haklı bir tanımlama kullanan grup, adım adım tamamı kendi bestelerinden oluşan albüme yaklaşmaktadır.  Bu adımlardan biri de grubun uzun olan isminin kısaltılmasıdır. “İ.A.P.” ibaresiyle kartonette de bu durumun altı çizilmiştir. Konserlerindeki performanslara nazaran bu albümde bir durgunluk söz konusudur. Daha isyan ve damar bir repertuar seçmiştir grup üyeleri. Albümün kapanış şarkısı “Mevlana” bir oyun havasıdır ve konserlerdeki ortamın tanımlayıcısıdır da. Grubun popülaritesi albüm ve konserlerle sınırlı kalmaz; geçen süreçte onlarca tv programına konuk olurlar. Kimi zaman doğaçlama düetler de gerçekleşir bu programlarda. 2012 yılına gelindiğinde grubun bas gitaristi Serkan Öngel, solisti Beste Aksu’dur. Üçüncü albüm öncesi dinleyicilerine tadımlık bir şarkı armağan ederler; Emrah’ın unutulmaz klasiği “Unutabilsem” grubun elinde en özgün düzenlemelerden birine dönüşmüştür.  Konserlerine hız kesmeden yurdu karış karış arşınlamaya devam eden grup 2012 yılı bitmeden üçüncü albümleri “İhtimallerden de Uzak”ı piyasaya çıkarır. Albümde yer alan on şarkının sekizi Barbaros Akbulut ve Korkut Peker imzalıdır. Grup, gerçekten Türkiye’nin ilk ve tek arabesk grubudur.

Canım dediklerim canımı aldı.

Yayınladıkları ilk iki albümün kapak görselinde kendilerine yer veren İ.A.P. üçüncü albümde sokak çocuklarına dikkat çekmek amaçlı bir görselle dinleyicilerinin karşısına çıkarlar. Albümden elde edilecek geliri de Türkiye Sokak Çocukları Vakfına bağışlarlar. Konserlerde seyircilerden aldıkları olumlu tepki hep cover şarkılar üzerinedir. Bu albümde seslendirdikler bir Yıldız Tilbe klasiği “Kop Gel Günahlarımdan”, yıllar sonra şarkıyı yeniden popülerleştirir. 2013’ün Temmuz ayında, grubun popülerliği üst seviyelerdedir. 16 Temmuz akşamı Ebru Gündeş’in Harbiye Açık Hava Tiyatrosundaki solo konserde konuk olarak sahne alırlar. İbrahim Tatlıses’in “Seni Sevmediğim Yalan” ve Selami Şahin’in “Senin Olmaya Geldim” şarkılarını binlerce seyirci önünde birlikte icra ederler. Grubun ilk elemanlarından Korkut Peker İ.A.P. dışında da ses getiren çalışmalara imza etmektedir. Kah cümbüş ile kah perdesiz gitar ile birçok sanatçı ve gruba  albümlerinde eşlik etmekte, dizi ve film müziklerine imza atmaktadır. Bunların dışında grubu İ.A.P.’ı ihmal etmeden bazı ortak projelerde yer almaktadır…

Ayrılık kolay değil, onu gel sen bana sor

Grup kurmak kadar o grubu yürütmek de zordur. 4 ayrı insan, ayrı kafa, ayrı fikir; bunları bir arada tutmak ve ortaya kalıcı eserler vermek dışarıdan görüldüğü gibi kolay değildir. İ.A.P. da doğal olarak bunu yaşayan gruplardan.  Üstelik vokalin sık değişmesine karşın grubun başarısının hiç hız kesmeden artması da ayrıca bir inceleme ve yazı konusu. 2013 yılı bitmeden yine vokal değişir ve kısa süreliğine Özgül Yaman gruba dahil olur, konserlere devam edilir. Grubun konserleri klasik kadroyla sınır kalmaz. Kimi zaman konsept konserlere imza atarlar ve klarnet ve darbuka’ya da yer verirler sahnede.. Yine tamamı kendi bestelerinden oluşan bir albüm fikri gündemindedir grubun. Besteler hazırdır. Düzenlemeler esnasında solist bir kez daha değişir ve bu sefer grubun tarihinde en uzun soluklu vokali, Seher Uçar’ı kadrolarına katarlar. Tv programları ve konserlerine yeni solistleriyle devam eden grup dördüncü albümleri “Gurbet”i 2015 yılında piyasaya çıkarırlar.

Sil baştan  başlamak lazım bazen

            Bir Avustralya turnesi esnasında memleket ve aile özlemini çektikleri sırada tasarlanan “Gurbet” ikisi cover, oniki şarkıdan oluşmaktadır. Albümde grubun oturmuş kadrosuna ek olarak kemanlar, klarnet ve trompet kullanımı da dikkat çekmektedir. Cover olarak Müslüm Gürses’in “Hasret Rüzgarları” ve Murat Şenpınar bestesi “Doktor” yer almaktadır. Albümde “O Kader Buraya Gelecek” şarkısına klip çekilir. Yayınladıkları basın bülteninde “Arabeskin, geçen yıllar içerisinde yeni bir forma kavuştuğunu” belirten grup üyeleri, “yeni şarkılarında bu yeni ruh halini dikkate aldıklarını” belirtmektedirler. Diğer gruplar ve sanatçılar arabeske kucak açadursunlar; İ.A.P. cephesinde konserler hız kesmeden devam ederken, grubun takipçilerini şaşkına çeviren bir haber gelir. Grubun belkemiği üyelerinden Korkut Peker İ.A.P.’le olan mesaisini sonlandırdığını ilan eder.  Aranjelerdeki katkısı ve sahnedeki performansıyla büyük beğeni toplamış ve grubun ayrılmaz bir parçası olmuş bir elemanın ayrılık kararı hayranlara “acaba şimdi ne olacak” sorusu sordururken sorun aile içinde çözülür. İ.A.P.’ta bas gitar çalan ve grubun bir başka uzun soluklu elemanı Serkan Öngel, haftanın belirli günlerinde  Kadıköy’deki “Arabecks Cafe”de, grubun solisti Seher Uçar’la oluşturdukları bir “duo” ile gitarıyla zaten sahne alıyordu. Serkan Öngel grupta bas çalıyordu çalmasına, ancak ana enstrümanı gitardı. Yeri geliyor İ.A.P. konserlerinde birkaç şarkıda mikrofona da geçiyordu. Son yıllarda gitarını iyice geliştirmiş, bir de el yapımı özel bir elektro gitar yaptırmıştı kendine. Korkut Peker’in ayrılmasıyla bu boşluğu bundan sonra Serkan Öngel dolduracaktır. Bas gitara ise gruba yabancı olmayan ve Arabecks Cafe’de ara ara uduyla şarkılar söyleyen Emre Poyraz geçer. Bu değişimin birkaç konser akabinde ise Seher Uçar’la yollarının ayrıldığı duyurulur. 2017 yılı, grupta taşların oynadığı bir yıl olacaktır belli ki. Grubun kuruluşundan  beri süregelen en belirgin özelliği de solist sıkıntısını anında bertaraf edebilmeleri. Uzun vadede bu konuda hiç sıkıntı çekmediler. Bu sefer de öyle olur ve Burcu Dinçer’i kadroya dahil ederler. Yeni oluşumla hiç zaman kaybetmeden müthiş bir çalışmaya imza atarlar.

Kaç kadeh kırıldı sarhoş gönlümde…

Yılların efsane sesi Kamuran Akkor ile bir Burhan Bayar klasiğine hayat verirler: “Unutamadım(Kaç Kadeh Kırıldı)”. Kamuran Akkor her zamanki gibi dev sesi ve zarif görüntüsüyle devleşmiştir şarkıya çekilen klipte. Gruba yardımcı enstrüman olarak kemanlar ve ilk defa klavye eşlik etmiştir. Grup “tekli” konusundaki istikrarını sürdürür ve 2017 yılı bitmeden, eski türk filmleri tadında bir klibe daha imza atarlar. Bayar kardeşlerden Uğur Bayar’a ait bir Müslüm Gürses şarkısı “Sana Benziyor”u kaydederler. Şarkının yayınlanmasının akabinde son bir değişim daha yaşanır kadroda ve Emre Poyraz’dan boşalan yeri yine vokal olarak da yetenekli bir isim Göktuğ Varyozdöken doldurur. Ve bu yeteneğini, gruba girer girmez kaydedilen “Tükendi Vakti Ömrüm” teklisi ile gözler önüne serer. Kazancı Bedih’in derlediği bu uzun hava, grubun rock alt yapılı aranjesiyle başka boyutlara evrilmiştir.

2018 Mart ayında yayınlanan bu tekli grubun şu an için son çalışmasıdır. İ.A.P. yurt içinde ve yurt dışında konserlerine ara vermeden devam ediyor. Her an yine kendi bestelerinden ya da dinleyicilerin istekleri doğrultusunda cover parçalardan oluşan bir albüme imza atabilirler. Tavsiyem o ki; seyretmeyeniniz varsa youtube’taki videolara takılmasınlar. Mutlaka bir sahne performansına şahitlik etsinler. En nemrut dinleyiciyi bile daha ikinci üçüncü parçada avuçlarının içine alıp eğlenmekten perişan ediyorlar. Ben kendimden biliyorum yani.

(Madem kendinden bahsetmiş, yukarıdaki satırların yazarı Sinan Doyan’ın, grubun tam ortasına girdiği fotoğrafı da aşağıya alalım bari; işte IAP işte Sinan Doyan, Fatsa’nın gururu!)

(Bu yazı, DeliKasap’ın da dahil olduğu Zihin Açıklığı Enstitüsü’nün kardeş yayınlarından TR!P Dergi’nin ağustos nüshasında da yayımlanmıştır.)
Paylaş

Önerilen Haberler

Bir yanıt yazın