Kadıköy’de dün gece sis ve Moğollar vardı: Çok özlemişim be!

Dün gece, uzun bir aranın ardından Kadıköy Sahne’deydim. Zira Moğollar konseri vardı ve ne zamandır bunu bekliyordum. İstanbul’da sisli bir hava vardı, ama buna rağmen Kadıköy çok güzeldi. Biz insanlar, hep daha fazlasını isteriz ya hani, geceyi daha da güzelleştirmek için Moğollar’a ihtiyacımız vardı. Aslında onların da bize. Tıpkı Cahit Berkay’ın sahnede dediği gibi, (Pandemi belasının ardından nihayet kavuşmanın zevinci ile) “Bir araya gelerek, karşılıklı çalıp söylemenin keyfi gerçekten bambaşka. Umarız bunu daha sık yapabiliriz.”

Normalde 21:00 başlangıçlı planlanan konser, 21:25 gibi başladı. O sırada solist Emrah Karaca hâlâ İstanbul trafiğini aşabilmek için yoldaydı ve büyükannesini kaybettiği için aslında zor bir durumdaydı. Hayat gerçekten garip, hani Cem Karaca da diyordu ya Mahsun Kırmızıgül ile olan düetinde…

Konu hakkında biz dinleyicilerini bilgilendiren Cahit Berkay, grupla birlikte enstrümantal açılış ile konseri başlattı. Emrah Karaca geldiğinde de sözlü şarkılarla performans devam edecekti, öyle de oldu!

Grubu görür görmez içimden geçirdiğim ilk şey, “özlemişim yahu” oldu

Her ne kadar maskeli olduğum için belli olmasa da, maskemin altında kocaman bir gülümseme belirdi ve konser sonuna kadar da gruba kıyıdan köşeden eşlik etmeye çalıştı.

Kadıköy Sahne’nin ortamından mıdır, havasından mıdır bilmiyorum, ama burada Moğollar performansı bir başka oluyor. Moğollar, Kurtalan Ekspres’ten sonra en çok izlediğim grup. Sanırım en az 20 kez izlemişimdir ve bu performansların büyük bir kısmı Kadıköy Sahne’de idi. Hatta bir dönem Shaft Bar’da Kurtalan Ekspres, Kadıköy Sahne’de de Moğollar olurdu kısa aralıklarla ve ben de iki mekân arasında gidip gelirdim. Hani az evvel “özlemişim yahu” demiştim ya, meğerse 4-5 sene öncesini de özlemişim be!

Grup, Selvi Boylum Al Yazmalım, Dila Hatun ve Devlerin Aşkı gibi önemli enstrümantal şarkılarla seyircisine ilk selamı çaktı

Konserin ilk etabında Cahit ağabeyin bazı aksaklıklar yaşadığına tanıklık ettik. Bağlamasının telleri, sanıyorum yataklarına tam oturtulmamıştı ve gitarında da ses sorunu vardı. Bu sebeple kısa süreli de olsa canı bayağı sıkıldı, ki onu ilk kez bu kadar sinirli gördüm. Biraz da yorgun gibiydi sanki. Sonrasında ise yüzüne kocaman bir gülümseme yerleşti.

Derken Emrah Karaca geldi ve Resimdeki Göz Yaşları, Tamirci Çırağı gibi klasikleri seslendirdi. Daha sırada Namus Belası, Islak Islak, Dağlar Dağlar, Bi’şey Yapmalı gibi klasikler var diye düşünüyorduk…

Tamirci Çırağı’nın icra edildiği esnada, Cahit ağabeyin yavaş yavaş sahneden inip kulise doğru yol alması hepimizi şaşırttı. Acaba bir sağlık sorunu mu oluştu diye korkmadım değil. Emrah Karaca da onunla birlikte gitti, ama grubun geri kalanı performansı sürdürdü ve ortaya “Acayip bi’şi” çıktı!

Klavyede Serhat Ersöz, davulda Kemal Küçükbakkal ve bass gitarda Taner Öngür, Tamirci Çırağı’nı enstrümantal doğaçlama olarak çalmayı dakikalarca sürdürdüler. Gerçekten inanılmaz dakikalardı. Taner ağabey, doğrusu sahnede gençleşiyor. Parmaklarını izlemekte zorlandım diyebilirim. Solo performans olarak öncelikle o boy gösterdi, sonrasında Serhat Ersöz’ün klavye sololarına tanıklık ettik. Bu ikilinin arasındaki denge ve tempoyu sağlayan ise, Kemal Küçükbakkal idi. “Tamam, işte benim sıram” denilebilecek bir anda, o da davul solosu ile tüm performansa bambaşka bir boyut kattı. Derken Cahit ağabey göründü sahnenin kenarında. Bir süre gruba dahil olmadı, onları izledi, tempo tuttu ve belki de “İşte benim grubum!” dedi bakışlarıyla. Çok çok özel bir andı, ama gecenin tek özel anı bu değildi elbette.

Sıra Issızlığın Ortasında şarkısına geldiğinde, Sivas’ta katledilen insanlarımızı bir kez daha hatırladık. Grubun toplumsal konularda çok duyarlı olduğu ve pek çok şarkı yaptığı bilinen bir gerçek. Üzücü olan ise, maalesef hâlâ bazı dinleyicilerin benzer hassasiyeti göstermiyor oluşu. Kısaca açıklayayım…

Alakasız konulardan bağıra çağıra bahsederek seyirciyi rahatsız edecek ve konseri dinlemeyecekseniz, gelmeyin!

“Konserler genellikle eğlenmek içindir” deriz hani, ama haliyle “yalnızca eğlenmek” demek doğru değil. Acı tatlı anların paylaşıldığı, toplumsal sorunların dile getirildiği etkinliklerdir aynı zamanda. Söz gelimi, Tamirci Çırağı ve Issızlığın Ortasında gibi şarkılar, hikâyeler ve hayattan alınmış gerçeklikler barındırır bünyelerinde. Dolayısıyla kulak kesilmek, verilen duyguyu almaya çalışmak gerekir. Sanatçı bunu sunmak ister çünkü. Bu şarkıların icrası esnasında herkesi rahatsız edici kahkahalar atmak ve alakasız konulardan yüksek sesle bahsederek dinleyicileri zor durumda bırakmak hoş değil. Sanatçıları da üzmek hoş değil. Maalesef dün de öyle 3-5 kişilik bir seyirci grubu vardı konserde. Uyarmış olmamıza rağmen başarılı olamadık.

Dağlar Dağlar’ın en iyi canlı performansını Moğollar çalıyor

Bilirsiniz, Dağlar Dağlar, Barış Manço’nun ilk büyük hiti idi. Öyle ki, bu şarkı hit olduğu için Manço ile Moğollar arasındaki yurt dışı planları gerçekleşmemiş ve iki taraf da kendi yollarını çizmişti.

Bana göre Dağlar Dağlar’ın en iyi canlı performansını Moğollar gerçekleştiriyor. Bunda tabii ki Cahit Berkay ve yaylı tamburunun payı çok çok büyük. Yine tüyler diken diken oldu, yine duygulandık, büyülendik.

Bu arada, grubun pandemiden hemen önce Hollanda’ya giderek hücum kayıt yöntemiyle kaydettiği Anatolian Sun’ı biliyorsunuzdur. Bu albümdeki şarkılardan bir tanesi de Gel Gel, ya da orijinal ismiyle Gel Efendim Gel. Cem Karaca’nın eşi için yazdığı bu şarkı da konserde çalındı. Bakarsınız bundan sonra setlist’in değişmezlerinden bir tanesi olur.

Konser, bu kez Bi’şey Yapmalı ile bitmedi!

Moğollar, konserlerini genellikle “Bi’şey Yapmalı” diyerek bitirir ve bitirirken de hepimizi tekrar tekrar heyecanlandırır. Dün gece ise, farklı şeyler oldu.

Konserin normal akışı, yanlış hatırlamıyorsam 23:35 gibi tamamlandı. Eh, müzik yasağının başlamasına daha vakit vardı, öyleyse konser bitmese nasıl olurdu? Evet, bitmedi…

Grup, seyircinin de yoğun talebi üzerine 23:57’ye kadar konsere devam etti. Ne zaman ki Aşık Veysel’in “Uzun İnce Bir Yoldayım” türküsüne sıra geldi, işte o sırada mekândaki tüm ışıklar kapatıldı ve yalnızca telefon ışıkları açıldı. Cahit ağabey yaylı tamburuna dokunuşuyla başlayan performans, sanki Kadıköy Sahne’yi bir süreliğine İstanbul’dan koparıp Anadolu topraklarına götürdü. Bence yıllarca unutulmayacak dakikalardı.

Tekrar tekrar buluşmak dileğiyle, sürekli Bi’şey Yapmalı!

Not: Moğollar efsanesi Taner Öngür ile yaptığımız belgesel-röportaj için:

Paylaş

Önerilen Haberler

Bir yanıt yazın