“Rock’n’Roll Tarihi”nde Ters Giden Neydi 5- Riot Girrrl’dan 90’lara ve günümüze
“Tut beni, bi’şeyler oluyor
Yardım et bana, biri yardım etsin
Tut beni, kahretsin açım
Yardım et bana, tam buradayım, sen kimsin?” Nirvana – Help Me, I’m Hungry
90’lara gelindiğinde yaklaşık on yıllık bir biriktirme döneminin ardından internetin yaygınlaşmasıyla bilginin kolay aktarımı ve farklı siyasi görüşlerin de popüleritesinin artmasıyla bu dönem bir alternatif müzik patlaması yaşandı. Fakat bu dönem kullanılan alternatif kavramı artık sadece 60’lar ve 70’lerdeki gibi piyasaya karşı yeni bir kültürden çok farklı bir müzikal arayışı da ifade ediyordu. Fakat ben burada bir nevi 80’lere tepki olarak doğan iki farklı akımdan bahsetmek istiyorum: Grunge ve Riot Grrrl.
Pearl Jam’in toy halleri. Eddie Vedder, 90’ların başında verdiği röportajda, Pearl Jam’in tarzına dair konuşmasında “klasik heavy metalcileri” çileden çıkaracak ilk cümlelerini sarf edecektir: “Biz hem heavy metal’iz, hem punk’ız, hem pop’uz, hepsiyiz; hem de hiç birisiyiz!”
Seattle’lı yerel grupların oluşturduğu Grunge etkileniş olarak aslında heavy metalin ilk yıllarını örnek alsa da sonrasında 80’lerin gösterişli sahne sektörünü ve o dönemki konsept tarzını reddediyordu. Bunun aksine konserlerinde ve giyim kuşamlarında basitliği ve sadeliği benimsiyorlardı. Akımın felsefesine bakıldığında ise kendilerini neoliberalizmin getirdiği bireyselleşme ve yabancılaşmaya karşı duruşla tanımlıyorlardı. Bu yönüyle punk kültürüne benzese de bunu punk gibi aktif bir mücadele ve radikal şarkı sözleriyle ifade etmiyorlardı. Şarkı sözlerinde özgürlük arzusu, sisteme karşı bir öfke olsa da mücadeleden uzak, çaresiz, depresif, kendi içine kapanık ve umutsuz bir karakter yapısı çiziyorlardı. Grunge aslında beklenenin çok üstünde bir çıkış yaşadı ve piyasada kısa sürede yüksekleri gördü. O dönem heavy metalin yaşadığı düşüşün en büyük sebebi de Grunge’taki inanılmaz yükselişti. Fakat yükselişi kadar düşüşü de hızlı olan bu hareket 2000’li yıllara kadar nerdeyse bitme noktasına geldi.
“Haddini aşma,
Sıran gelmeden konuşma,
Adamın dediğini dinlemelisin tabi,
Artık adamın midesini yakma zamanı,
yak, yak, yak, yak” Bikini Kill – Double Dare Ya (1991)
Diğer bir hareket de kadın grupların başlattığı Riot Grrrl’dü. Yukarıdaki fotoda bu akımın bayraktarı olan gruplardan Bikini Kill elemanlarının 1992’deki “isyankar” hallerini görüyoruz. Bir manifestoları olan, fanzinler ve internet aracılığı ile dünyanın birçok yerinde örgütlenen ve toplumdaki kadın-erkek eşitsizliğine karşı her alanda mücadeleyi savunan siyasi ve müzikal bir feminist-punk hareketidir. Yıllarca popüler kültür içinde kadının artık sadece şov aracı bir hale getirilmesine, rock müziğin giderek daha maskülen bir hal almasına, yeraltı kültüründe bile kadının ikinci planda kalmasına doğrudan karşı çıkmasıyla baştan beri gelen hareketlerden çok daha farklılardı. Hareketi oluşturan gruplar 20-25 Ağustos 1991 yılında beş günlük Uluslararası Yeraltı Pop Sözleşmesi adı altında bir festival düzenlediler. Bugün kadınların rock müzikte bu kadar etkin olmasında kendilerinin büyük etkisinin olduğu kesinlikle tartışılmaz bir gerçek. Hareket savunduğu ilkelerle dönemin grunge gruplarından ve dinleyicilerinden de büyük destek görmüştür.
“Kralın peşinden gittiklerini biliyorsun.
Vietnam ile konuştuğunda
Gücü sahip olmayanlara çevirdi
Ve sonra atış geldi” Rage Against The Machine – Wake Up (1992)
Ayrıca bu dönem için değinmeden geçemeyeceğimiz bir grup ise RATM (Rage Against the Machine) grubu. Alternatif metal tarzları, doğrudan sistem karşıtı keskin sözleri, güncel siyasi gelişmelere dair yaptıkları açıklamalar, Meksika’daki EZLN harketiyle bağları, gerilla konserleri, konserlerindeki radikal protesto biçimleriyle ve eylemlerde en önde ellerinde megafonla görebileceğiniz grup üyeleriyle kısa sürede çok büyük bir etki yarattılar. Grup birkaç üye değişikliği ve yenilikle Prophets of Rage olarak yoluna devam ediyor.
“Ayaklarım zincir
Dört bir yanım duvar
Elim cebimde cebim delik
Elimde ne var?” Dr.Skull – Elim Cebimde (Hershey Yolunda – 1994)
90’lar Türkiye’sine bakacak olursak elimizde kocaman bir Türkçe Rock hazinesi var. Kesmeşeker, Dr.Skull, Yavuz Çetin, Whisky, Kramp, Acil Servis, Diken, Objektif, GRiZU, Athena, Radical Noise, Rashit gibi say say bitiremeyeceğimiz onlarca grup bu dönem İstanbul ve Ankara’da bir araya gelen ve tam manasıyla bir yeraltı kültürü oluşturan topluluğun içinden çıktı. Tekrar üzerine basarak söylemek istediğim bu dönemdeki grupların bana göre en önemli özelliği bir dertlerinin ve güçlü bir üretim potansiyellerinin olmasıydı. Çünkü bu grupların üretim gücü grup elemanlarının yetenekleri ve yaratıcılıklarıyla sınırlı değildi, içinde bulundukları ortam, o yeraltı kitlesinin sohbet, fanzin ve atölyelerle yaptıkları üretimlerin hepsi kendini bu grupların müziklerinde gösteriyordu. Yazının başından beri değinmek istediğim nokta her dönem gruplar ve dinleyicileri arasında bir diyalektik ilişkinin olduğu.
90’lı yıllarda Athena, Thrash Metal ile başladıkları müzikal serüvenlerinde Hardcore-Punk’tan günümüzün Pop-Punk’ına kadar geniş bir skalada müzik ürettiler.
Dinleyiciler grupları ne kadar beslerse gruplar da dinleyicilerine o denli kaliteli müzik sunabiliyorlar. Grup ve dinleyici arasındaki bu ilişki ne kadar sağlamsa aslında müzik de o kadar uzun ömürlü oluyor. Bugün Kesmeşeker dinleyicisinin hiçbir konseri kaçırmaması, ”en az popüler” şarkısının bile konserlerinde tüm dinleyenler tarafından ezbere söylenmesi veya birkaç ay sonra yapılacak Dr. Skull konserine Türkiye’nin dört bir yanından gelecek insanların olması, bu dönemdeki dinleyici ile gruplar arasında oluşan güçlü bağın bir sonucu. Çünkü ortada ayrı bir grup ve hayranları yok, bir araya gelindiğinde herkes o grubun bir üyesi. Bu durum aslında hem dinleyiciye hem de gruba ayrı bir öz güven kazandırıyor. O yüzdendir ki 91 Büyük Madenci Yürüyüş’üne destek konseri, Halepçe Katliamı’na karşı yapılan konser gibi büyük “star”ların bile sahneye çıkmaya çekindiği yerde tereddüt etmeden sahneye çıkan rock grubu Kesmeşeker, her daim öncü bir grup olarak kabul edilecektir.
“Yarattığınız sistemler,
Kullandığımız yöntemler,
Yaşamak istemem artık aranızda!” Yavuz Çetin – Yaşamak İstemem (Satılık-2001)
Bugün sorulması gereken soru aslında arkamızda böyle bir tarih dururken biz ne yapacağız? Dinlediğimiz grupları piyasanın eline mi bırakacağız yoksa onlara omuz mu vereceğiz? Bu süreçte müziğe katkı sunacak üretimler (Fanzinler, güncele dair söyleşiler vs.) içine girecek miyiz? Veya Delikasap gibi piyasanın değil bizim kültürümüzün temsilcisi Rock’n’Roll Kültürü Mecmualarını çoğaltacak mıyız? Gruplarla bir araya gelip gerçekten dertlerini dinleyip çözüm bulmaya çalışacak mıyız? Veya gruplar tekrar kitlelerin arasına karışıp hayatın gerçeğini mi yansıtacaklar yoksa daha da bireyselleşen popvari, hiç kimseyi rahatsız etmeyen belki ufak, şirin, muhalif ama hiçbir zaman sisteme doğrudan karşı durmayan şarkılarla tekelleşmiş yapım şirketlerinin iki dudağı arasından çıkan bir sözcüğe bakarak güvencesiz bir hayat mı sürecekler? “İyi” müziğe kim karar verecek? Dinleyenler mi yoksa piyasa kaygısıyla müzik değerlendiren şirketler ve onların eleştirmenleri ve DJ’leri mi?
Ya konserler? Üretimde ve tüketimde hiçbir şekilde özne olmayan tefeciden farksız organizasyon şirketleri popüler gruplara para yağdırırken alternatif grupları iki bira parasına sahneye çıkarmasına ne kadar seyirci kalacağız? Gerçekten teknolojinin bu kadar ilerlediği, tarihsel deneyimlerin biriktiği (Barışarock, Rock-A vs.), alternatif yöntemlerin bu kadar çeşitlendiği bir dönemde grupla dinleyiciyi bir araya getirmek için bu şirketlere gerek var mı?
Her şey bizim elimizde; ya tekrar bir araya gelip “Long Live Rock N Roll!” diye haykıracağız ya da rock müzik, heavy metal, punk ve türevleri de “doymak bilmez maymunlar”ın elinde “Long Live Capitalism!” sesleri içinde yok olup gidecek…
Yazı dizimiz sona erdi ama eylemlerimiz sürecek!