Sebastian Bach, “Fakebook-Fuckbook” diye çemkirdi
Sebastian Bach, Facebook hayranlarına tepkili, ama durmaya niyetli değil
Sebastian Bach denilince aklınıza ilk ne geliyor? Tamam, belki de dünyaca ünlü Alman besteci Johann Sebastian Bach geliyordur, olabilir. Ama konumuz o değil. Şimdi başa saralım.
(Yukarıdaki kapak Delikasap’ın efsane sayılarından… Bir “hemcinssever-rock dergisi” olarak algılanmamıza yol açsa da seviyoruz bu sayıyı-Delikasap Haber Ajansı)
Sebastian Bach denilince aklınıza ne geliyor? Evet, evet, benzer şeyler düşünüyoruz. Kendi fikirlerimi söylemem gerekirse, birkaç şey var aklımda tabii. Öncelikle mükemmel saçları ve birçok vokalin sahip olmadığı fizik, karizma.
Sonrasında Skid Row, evet sahi, Skid Row diye bir grup vardı, değil mi? Hala var gerçi, ama ilginçtir, gruba sonradan katılmış olmasına rağmen bugün Skid Row denildiğinde akıllara Sebastian Bach gelir. Zaten Skid Row’un Sebastian Bach zamanlarındaki popülaritesini bir daha geri kazanamadığı da ortada.
Sene 1996. Kiss mi dedin sen?
Sebastian Bach’lı Skid Row, yükselişini sürdürmektedir. O sırada Kiss’in konserlerinde ön grup olması için Skid Row’a teklif götürülür. Sebastian Bach bu teklifi olumlu karşılar, ancak grubun geri kalanı aynı fikirde değildir. Onlara göre Skid Row, bir ön grup olmayacak kadar büyüktür. Bu fikir ayrılığı, hemen ardından Bach ile Skid Row arasında da ayrılığa yol açar ve Bach, eski grup arkadaşlarına hiçbir zaman Kiss kadar büyük olamayacakları mesajını yollar. İşin ilginç tarafı, bu ayrılığın 4 yıl sonrasında Sebastian Bach’sız (Bahtsız diyelim) Skid Row, 2000’de Kiss’in Farewell Tour, yani veda turnesinin açılış gruplarından biri olur (Gözünü sevdiğimin Wikipedia’sı). Bence Sebastian Bach, bu haberi öğrendiğinde içinin yağları rafine kıvama gelmiştir. Oh olsun!
Neyse efendim, bırakalım Skid Row’u da Bach’a, solo Bach’a gelelim. Neler yaptı, yapıyor?
Aslında birçok şey, iyi ve kötü
Sebo abimiz, Skid Row’dan ayrıldıktan sonra 2 Kasım 1999’da, Bring ‘Em Bach Alive! ile geri döndü. Ağırlıkla konser kayıtlarından oluşan bu albümde, stüdyo ortamında hazırlanmış 5 tane de yepyeni şarkı vardı. Tahmin edeceğiniz (ya da dinleyenlerin bildiği) üzere, 18 and Life, Monkey Business, I Remember You ve Youth Gone Wild gibi klasikleşmiş şarkılar da canlı kayıtlar arasındaydı.
Bu albümün ardından birçok televizyon dizisi ve filmde ufak tefek roller üstlenen Bach, “bence” asıl görkemli solo stüdyo albümü olan Angel Down’ı 20 Kasım 2007’de satışa sundu. Alışık olduğumuz sert, ama yerine göre de harika sakinlik tonlarındaki vokali, mükemmel gitar rifleri, davullar ve birçok şarkıda da geri vokal olarak Axl Rose’un varlığı, Angel Down’ı hatırısayılır derecede beğeni toplayan bir heavy metal albümü haline getirmişti. Hatta birçok listede 1 numaraya kadar yükselmişti.
Bu albümün ardından 2011’de Kicking & Screaming (güzel bir albüm, ama Angel Down’dan iyi değil), 2013’te ABachalypse Now isimli konser DVD’si çıktı ve 2014’te de Give ‘Em Hell geldi. Give ‘Em Hell’in kapağını zaten bir tasarımcı olan David Bierk yaptı. Yani Sebastian Bach’ın babası. Bu albümün farklı bir anlamı var.
Sosyal medyanın etkisi ya da etkisizliği…
Give ‘Em Hell çıktıktan sonra, Sebastian Bach’ın sosyal medyaya olan, internete olan inancının nasıl da sarsıldığına tanıklık ettik. Hani bundan kısa bir süre önce Türk televizyonlarında dönen bir cips reklamı vardı; “Şu kadar Facebook takipçim var, ama albümüm şu kadar satmadı” diyen bir kadın şarkıcının gösterildiği. Sebastian çaktırmadan Türkçe öğrendi ve bu reklamdan mı esinlendi bilinmez, ama günümüze yakın bir zamanda bir radyo kanalına verdiği röportaj, reklamdaki temayla aynıydı yahu. Film gerçek oldu derler ya hani, işte bu kez de “reklam gerçek” oldu diyoruz.
Bach: “Facebook sayfamda 800 binden fazla hayranım var. Birçok şey yazıyor ve paylaşıyorum. 800 bin hayran ve bunların 75-80 bini sürekli sayfayla ilgili konuşan kişiler. Ama yeni albümüm Give ‘Em Hell çıktığında ise, ilk haftada Amerika’da yalnızca 4 bin adet satıldı ve Bilboard Top 200’e 72. sıradan giriş yaptı. Buradan o yaklaşık 5 bin kişilik hayran grubuna teşekkür ediyor ve geriye kalan 795 bin kişiye soruyorum: ‘Neden sayfamdasınız? Neden beğendiniz ve ne yapıyorsunuz? Fotoğraflarımı beğenmeye mi geldiniz yoksa?’ Hadi 800 bin kişinin 70 bini sayfada konuşuyor. Ama ne konuşuyorsunuz? ‘Onu seviyoruz, yeni bir albüm çıkardı, ama almayacağız’ mı diyorsunuz?
Rock albümleri bugünlerde pek satmıyor gibi. Country müzik yapılıyor ve fanlar albümlerini alıyor. Rap müzik sevenler gidip CD alıyor, Justin Bieber hayranları da gidip CD alıyor. Benim Facebook sayfamda 800 bin hayranım var, ama 795 bini almıyor. Teşekkürler ya! Rock müzik ölüyor ve bunun katili sizlersiniz.”
Bach bu röportajı verirken içten içe sinirli ve kırgındı, ama ara ara gülmeyi de ihmal etmedi. Belki o gülüşler de sinirinin bir yansımasıydı, ne diyelim…
Sosyal medyayı seviyor
Sebastian Bach, 24 Mart 2008’den beri Facebook’ta, kasım 2008’den beri de Twitter’da takılıyor. Facebook’ta hayranlarının yazdıklarını bir bir okuyan abimiz, yıllardır gözlemlediğim kadarıyla Twitter’da genellikle hatun kişilere cevap veriyor (100 tane şey yazmıştım, bir tanesine cevap verdi, onu da yanlış anladı, başımı nerelere vuram!?!). Youtube’da Axl Rose ve Chinese Democracy hakkında konuştuğu röportaj videoları, Guns N’ Roses ile Rock Am Ring 2006’ta My Michelle’ı söylediği video ve son zamanlarda The Amazing-Spider Man tişörtünü üzerinden çıkarmadığı videolar bir hayli popülerdi. Kendi konser videolarından bahsetmiyorum bile tabii. Ve geçenlerde de bir televizyon programında (Sing Your Face Off), Lady Gaga olarak karşımıza çıktı. Sonrasında da Freddie Mercury’yi canlandırdı. Bach, star kimliğini çeşitli televizyon projeleriyle daha da büyütme çabasında.
Ve bir Instagram hesabı da var abimizin. Ancak Instagram’daki fotoğrafları “Aman Allah’ım” dedirtir cinsten olduğu için bence pek bakmayın. Hayır cazibeden bahsetmiyorum. Topuklu ayakkabı ve elinde ayıcıkla poz veren bir heavy metal solisti biraz garip kaçıyor yahu. Hele bir de erkek olunca.
Asla durmayacaktır
Görüldüğü gibi aslında interneti, sosyal medyayı oldukça aktif bir şekilde kullanıyor. Bu tip araçlar, birçok müzisyenin hayranlarına rahatlıkla ulaşması için harika imkanlar sunuyor. Slash’in şuna benzer sözleri vardı hatta: “Eskiden insanlar bizi ulaşılmaz uzun saçlı rock tanrıları olarak görüyordu. Ama şimdi internet ve birçok imkan var. Onlarla bu sayede bir araya gelebiliyorsunuz ve bu harika bir şey ve evet, gerçekten de insan olduğumuzu anlıyorlar.”
Ama öte yandan yanıltıcı etkileri de olabiliyor. Tıpkı Facebook’taki fan sayısıyla satılan albüm adedinin kıyaslanması ve sonucunun hayal kırıklığına yol açması gibi. Yine de Sebastian Bach’ın duracağını sanmıyorum. Özünde yok zira. Sürekli hareket, yan projeler ve tabii ki müzikle birlikte ölene kadar hayatımızda olmaya devam edecektir. Umarız İstanbul’a en kısa sürede tekrar gelir…
Not 1: Sebastian abimiz belki de internet hayatımıza girdiğinden bu yana en dikkat çekici röportajlarından birini verdi. Bir zamanlar AC/DC de fiziksel albüm ruhunu öldürdüğü gerekçesiyle iTunes ve türevlerine karşıydı, ama onlar bile dijital dünyaya adım atmayı kabul etti. Dijital dünya kolaylık sağlıyor belki, ama bir taraftan korsan kullanımı artırdığı için fiziksel albüm satışlarında düşüşlerin yaşandığı da maalesef gerçek.
Not 2: Sebastian Bach’ın 2-3 sene önceki web sitesini özlüyorum. Tasarım olarak hiçbir şeye benzemiyordu, ama en güzel tarafı, üzerinde bir müzik player’ın yer almasıydı. Böylelikle Sebastian’ın 12-13 kadar güzel şarkısı arka arkaya çalıyordu bu sitede. Sırf bir albüm dinliyormuş gibi defalarca uğrardım sitesine. Sonra tasarımı değişti tabii, daha güzel oldu, ama o eski Winamp havası da kayboldu. Şimdilerde kişiye özel imzalamayı vaat ettiği albümlerini satıyor sitesinde ve tabii daha birçok şey…