Uçuyoruz vesselam!

Aslında bu yazı bir yurtdışı seyahat güncesi olarak başlayacaktı fakat bazen yazarken konunun farklı bir yere gittiğini görürsünüz, bambaşka âlemlere dalar ve oraya dikkat çekersiniz. Ben de son gelişmelerin ardından ve zamanında müzisyenlerin enstrümanları konusunda anlamsız zorluklar çıkaran havacılık sektörüne yeniden bir girişeyim dedim.

Eşimle birlikte gerçekleştireceğimiz İtalya seyahatimiz için uçak biletlerimizi çok önceden almıştık. Biliyorsunuz havacılık sektörüne, “kullandığın hizmetin ücretini öde” gibi bir yenilik getirilmişti. Bu alandaki öncü firmalardan birinden aldığımız bilet böylece daha uyguna gelebiliyordu. Yani siz sadece uçuş bedelini satın alın, bagaj hakkı isterseniz ayrı ücret ödeyin, online check-in yaparak koltuğunuzu seçmek ve zaman kazanmak için ayrı ücret ödeyin, uçak içerisinde yiyecek içecek için yine isterseniz alın gibi…

Havacılık konforuna ve anlayışına ters olduğunu düşünsem de size bir tercih edebilirlik sunması açısından avantajlı olduğunu kabul etmek gerek. Fakat şirketin diğer havayollarına göre oldukça ince ve en düşük kalite kâğıttan biniş kartını elinizde aldığınızda biraz bozuluyorsunuz. Neyse, uçaktaki ikramların ekstra ücrete tabii olması meselesine gelelim. Kabul, bu da bilete dâhil olmayıp tercih etmezken boşuna ücret ödemeyebileceğiniz bir kalem olabilir. Fakat yıllar önce çocukken İstanbul-Trabzon arası çok sık seyahat ederdik ve şimdi yalnızca “bisnıs” yolcularına kısmet olabilen, bildiğiniz tavuklu, etli, tatlılı gerçek bir öğün gibi yemekler ikram edilirdi. Hatta öyle lezzetlilerdi ki kemer ikaz ışıkları söner sönmez ağabeyimle koltukların tepesine çıkar ve iki taraflı gelen yiyecek arabalarının yolunu gözler, hangisinin daha önce geleceğine dair bahiste bulunurduk. Ah sevgili okur nerede o eski günler, değil mi?

Aramızda hizmetlerin bilet ücreti dışında tutulmasının mantıklı ve mantıksız yanlarını değerlendirirken uçağa bindik. Kemerlerimizi bağlama zamanı gelince eşim kemerin toka kısmını bir türlü bulamadı. Sonra anladık ki yandaki yolcu eşimin kemeri ile kendi kemerinin diğer ucunu yanlışlıkla birbirini bağlamıştı. Sorunu çözdükten sonra espriyi patlattım:

“Şirket kemeri de ücretle veriyormuş!” Bir kahkahanın ardından düşününce neden olmasın diyor insan, zira vahşi kapitalizm öylesine gözünü yeşile bürümüş ki geçen yıl firmanın CEO’su uçaklarda tuvaletlerin ücretli olabileceği açıklamasını yapmıştı. “Hah iyice sıçın sektörün içine,” demiştim. Yani ruh hastası falan mısınız kuzum, böyle salya akıtırcasına daha başka nereden kar edebilirim hırsı nedir? Ancak bulmadan, üretmeden, sinekten yağ çıkarırcasına büyüyenlerin ülkesidir burası. Kurnazlıklarını dahiyaneymiş gibi pazarlık konusu edenlerin, sinsiliklerini birikimlerine tahvil edenlerin en başarılı sunulduğu coğrafya… Sonra ne mi oldu? “Uçmayı kolaylaştıran şirket” sloganıyla düşüne düşüne nihayet klozet bekçiliğine kadar düştük! Şirketler kendince zenginleşirken en son saman ithal etmeye de başladık, hamdolsun!

Şirketin CEO’su İtalya’da otobanlarda bulunan tuvaletlerin paralı olduğunu görmüş ve buradan cesaret almış. Yani bizim icadımız değil, haksızlık etmeyelim onu da ithal etmişiz! Karayolunda giderken belki daha temiz ve daha hijyenik hizmet verebilmek için yol kenarlarına konulan para atmalı portatif tuvaletleri kastediyor hazret. Belli ki etkilenmiş, düşünmüş, taşınmış, belki geceleri rüyasına bile girmiş, gözü önüne yeşil dolarlar uçuşmuş ve neden olmasın demiş! Adeta kafasına elma düşen Newton gibi bir anda aydınlanmış ve “İşte yeni bir gelir kaynağı,” diye haykırmış olmalı! Eh, biz de soralım uçağa binerken yanıma para almadım, peki biz nereye sıçacağız kardeşim!

Eskiden isteyene bardaklar dolusu su ikram eden, “Rahat mısınız efendim, yastık ister misiniz,” diyen hanım kızlarımız şimdi ellerinde POS cihazıyla dolanıp başka yolculardan bozuğunuz var mı dileniyor, hesap yaparak pazarlamacılık oynuyorlar, güzelim kızları gözümüzde düşürdüğünüz yere bak, ayıp denen bir şey var!

Sıra bize geldiğinden “bir isteğiniz var mı?” diye kibar kibar soran hanım kızımıza aynı kibarlıkta olumsuz cevap veriyoruz fakat kendisi nasıl oluyorsa bize güzel kokulu kibrit kutusunun yarısı boyutunda olsa da ferahlamak için birebir ıslak mendillerden ikram ediyor. Hem de tamamen ücretsiz! O ıslak mendille boynumuzu, ensemizi, alnımızı nasıl rahatlattık bir bilseniz.

Neyse uzatmayayım, seyahat sırasında zor zamanlar için atıştırmalıklarla doldurduğumuz çantayı açtık, çikolata ve su çıkardık. Pazarlama personelleri pardon hostesler biraz bozulsalar da 1.5 Euro’luk sudan 2 adetle 3 Euro, 2 Euro olan çikolatalardan 2 adetle 4 Euro, toplam da 7 Euro tasarruf ettik. Yani en az 30 TL cebimizde kaldı. Eh, tasarruflu tatil ve ucuza bilet değil mi amaç zaten? Biraz da biz bütçeyi düşünelim ne olacak! Neyse ki henüz uçaklara “Dışarıdan yiyecek içecek getirmek yasaktır” yazıları konmadı çok şükür, yakında onu da bekliyoruz.

Aynı havayolu şirketinin geçtiğimiz günlerde bir uçağı Trabzon’da pistten çıkmıştı hatırlarsınız. Denize düşmeye ramak kalmış ve 162 yolcu ile 6 mürettebat ölümden son anda kurtulmuştu. Kazanın sebebi araştırılırken işlek bir havaalanı olan Trabzon pistinin oldukça dar ve yenisinin yapılması gerektiği söylenmişti. Hatta uluslararası bir haber kanalında bir yetkili şöyle bir soru sormuş: “Bir bana neden uçurumun kenarına pist yapılmış açıklayabilir mi?”

Eh, onu da yine tasarruf odaklı birileri yaptı herhalde! Böylesi insanların her zaman pişti olması bir kader midir? Yok başımıza bir şey gelirse ona kader deniyordu değil mi!? Aslında Zaytung’un olaydan sonra yaptığı haber, karlılık hırsını daha güzel özetliyordu:

“Havayolu şirketi, pistten çıkan uçaktaki 162 yolcunun tamamının sadece 29.90 TL ekstra hizmet bedeli karşılığında kurtarıldığını açıkladı…”

“Konuyla ilgili olarak basının sorularını yanıtlayan şirketin Halkla İlişkiler Direktörü, Sadece bir kaç yolcumuzla ilgili bir sıkıntı oldu. ‘Ben niye uçaktan çıkmak için para ödüyorum? Bilet fiyatına dâhil olması lazım onun’ şeklinde bir itirazları oldu. Onlara da bunun acil bir çıkış olduğunu, tahliye işlemleri için ambulans, vinç, itfaiye aracı gibi ekstra hizmetler aldıklarını, bunların da bilet fiyatına dâhil olmadığını izah ettik. Neticede su yakmıyor yani o ambulans değil mi?”

“Uçakta kalan yolcularla pazarlıkların gece boyu sürdüğünü ve en son bu sabah tamamının ikna edilmeleriyle birlikte olayın tatlıyla bağlandığını da sözlerine ekleyen direktör, “Tabii bir noktada acıkınca yemek yemeleri gerekti. E yemek de aşağı yukarı aynı para olunca tahliyeyi daha mantıklı buldular. Ki bizce de doğru bir tercih oldu.” derken, tüm Türkiye’ye bir kez daha geçmiş olsun dilekleriyle açıklamalarına verdi.”

Çok uzak mı? Hayır elbette değil!

Öte yandan şirketin kazayı burunları kanamadan atlatan 162’si yolcu 168 kişi için 168 kurban keseceği söylenmişti. Yok hayır, bu sefer Zaytung haberi değil! Ulusal haber ajans ve kurumlarında söylendi, yazıldı. Peki büyükbaş hayvanın kıçında pirelenen sinekleri bile toplayıp mümkünse onların yağını çıkarabilecek potansiyelde bir şirket nasıl oldu da ilk defa paraya kıyıp 168 tane kurban maliyetini göze alabildi? Sonuçta az buz para etmiyor! Apronda deve kesenlerden mi esilendiler ne yaptılar? Kuşkusuz gerçekten hissederek yapmak için değil ama bozulan imajını insanlarımızın en çok kandırıldığı kavram olan din üzerinden düzeltmek istemişler. Eh, muhafazakâr iktidar da arkasında durdukça sırtları zaten yere gelmez. Anlaşılan imanlı insanların hassasiyetlerine bırakmışlar kaderlerini. “Bak Müslüman adamlara, canımız feda olsun. Ölsek de hak yolunda, olmadı hak yolculuğunda ölürüz,” dedirterek en azından muhafazakâr kesimin oylarını –aman pardon müşterilerini diyecektim nedense bağlantı kurdum ister istemez!- garanti altına almayı hedeflemişler. Günümüz şartları için iyi bir strateji!

Şirket sözünü yerine getirdi mi, paraya kıyıp kurbanları kesti mi, ihtiyaç sahiplerine dağıttı mı, derileri eskiden malum cemaate giderken şimdi başka bir sömürü merkezi buldular da bağışladılar mı diye düşünürken firma haberi yalanladı. Belki sadece kulak açmak için duyurmuş, daha büyük tepki alıp vazgeçtiklerini açıklamışlardır, kim bilir? Eh, bazen yapmaya kalktığınız şeyin gerçekten samimiyetsiz ve poz vermek amaçlı olduğu bariz bağırır ve ters tepki yaratır. İşten vazgeçtiklerini açıklamasalardı tasarruf odaklı olduklarından belki sadece bunu yapacaklarını duyurmaları yetecekti. Sonuçta kim kurbanların başında bekleyip de gerçekten yaptılar mı diye denetleyecek öyle değil mi? Olmazsa büyükbaşa ne gerek var, 168 tane tavuk keselim olsun bitsin, kurbansa kurban da diye düşünmüş de olabilirler, kim bilir! Anlayacağınız, birilerinin övünerek söylediği gibi ekonomi ile değil, havacılık sektörü ile de değil, ama bu kafalarla gerçekten de uçuyoruz vesselam!

Paylaş

Önerilen Haberler

Bir yanıt yazın