YEDİ YIL ARANIN ARDINDAN THE STROKES GURURLA SUNAR…
Merhaba sevgili Deli Kasap okurları,
Aranızda olduğunu tahmin ettiğim The Strokes hayranları ve onları yeni keşfedecekler için, yedi yıl aradan sonra 10 Nisan’da yayınladıkları altıncı stüdyo albümleri “The New Abnormal” hakkında naçizane yorumlarımı paylaşmadan ve albümle ilgili genel bilgiler vermeden önce tanımayanlar için kısaca “Kimdir bu The Strokes?” sorusunun cevabından başlayayım.
Yaptıkları müziğin tarzını 1960lı yıllardan “garage rock” ve 1990lı yılların sonunda oluşmaya başlayan “punk sonrası uyanış” diye tanımlanan “post-punk revival” olarak adlandıran The Strokes, 1998 yılında, New York City’de bir apartman dairesini paylaşan solist Julian Casablancas ve New York’a üniversite için gelen Los Angeleslı gitarist Albert Hammond Jr. tarafından kuruldu. Bas gitarist Nikolai Fraiture’la aynı liseye giden Casablancas, grup kurulmadan önce üniversiteden arkadaşları gitarist Nick Valensi ve davulcu Fabrizio Moretti’yle çalmaya başlamıştı. Grup, kurulduğu yıl, Manhattan’ın hipster mahallesi olarak bilinen Lower East Side barlarında sahne alırken, son olarak şehrin popüler kulübü Mercury Lounge’da sahneye çıkmaya başladı. Grubun menajerliğini yürüten Ryan Gentles, The Strokes’la bu kulüpte çalıştığı sırada tanıştı ve bir süre sonra işini bırakıp grubun menajeri oldu.
The Strokes, 2001 yılında yayınladığı çıkış albümü “Is This It?” ile Amerika ve Avrupa’nın prestijli müzik listelerinde üst sıralara yerleşmeyi başararak dünya çapında tanındı. Casablancas ve arkadaşları, Avrupa’ya açılmaya ise İngiltere’den başladı. Çıkış albümünden kısa bir süre sonra yakaladıkları ivmeyle Avrupa’dan Uzak Doğu’ya, oradan Avustralya’ya konserler vermeye başlayan The Strokes, yedi yıl aranın ardından 10 Nisan’da yeni albümleri “The New Abnormal”ı yayınladı.
Grup, dokuz şarkıdan oluşan yeni albümünde ilk kez prodüktör Rick Rubin’le çalışırken, son iki albümde grup üyelerinin şarkı sözlerini birlikte yazmasının ardından, eski sisteme geri dönüş yapıp bu albümde yeniden şarkı sözü yazmayı Julian Casablancas’a bırakmış.
Albüm hakkındaki görüşlerimi paylaşmaya, ilk olarak albümün dördüncü ve en tartışmalı şarkısı olan “Bad Decisions”la başlamak istiyorum. 18 Şubat’ta video klibiyle eş zamanlı olarak yayınlanan single, Billy Idol’ın “Dancing with Myself” şarkısına benzetiliyor. Amerikan Pitchfork Dergisi yazarı Sam Sodomsky biraz daha ileri giderek The Strokes’un yeni single’ının, ilk notasından son notasına kadar Idol’ın şarkısından çalıntı olduğunu ileri sürüyor. Karşılaştırabilmeniz adına, aşağıda “Bad Decisions”ın video klibinin linkini bulunuz:
Bu da Billy Idol’dan “Dancing with Myself”in video klibi:
Şarkı hakkında benim fikrimi soracak olursanız, açıkçası albümde bana göre olmayan şarkılardan bir tanesi fakat 80ler’i ekranlarımıza yansıtan video klibini sevdim. Tartışılan single için, Rolling Stone Dergisi yazarı Jon Dolan, “The Strokes’un özdeşleştiği neo-New Wave tarzı bir şarkı” diyor. Gelelim albümün ilk şarkısı “The Adults Are Talking”e. Okuduğum albüm incelemelerinde rastladığım, klasik bir The Strokes albümü giriş şarkısı yorumuna katılıyorum. Yüksek tempolu punk şarkılar çok hoşuma gitmiyor olsa da, “The Adults Are Talking”i dinlerken keyif aldım. Albümün ikinci şarkısı “Selfless” ise bir o kadar yavaş tempolu. İçinde hoş elektro gitar ritmleri bulunduran single, aşk ve ilişkileri konu alıyor. Albümdeki ikinci favorim “Eternal Summer” da yine sert eleştirilere maruz kalan bir diğer şarkı. Funk ritmleri barındıran single, aynı zamanda albümdeki diğer şarkılara göre biraz daha alternative rocka yakın diyebilirim. Bana, benzer müzik tarzına sahip The Kooks şarkılarını hatırlatan “Eternal Summer” eşliğinde sabaha kadar dans edermişim gibi hissettim. Eline kalemi albüm hakkında olumlu bir şey yazmamak üzere aldığını söyleyebileceğim Pitchfork’tan Sodomsky, “Eternal Summer”ın da Psychedelic Furs’ün “The Ghost in You” şarkısının aynısı olduğunu iddia ediyor ama ben açıkçası bir benzerlik dahi göremiyorum. Buyrun bir de siz bakın:
“Brooklyn Bridge to Chorus” ilk dinleyişimdeortada kaldığım ama sonradan ibrenin pozitife döndüğü bir şarkı. Tarzı klasik punka çok yakın olan single, beni sözleriyle kalbimden vurmayı başardı. Mesela bir yerde sevgili Julian şöyle diyor:
“The deeper I get, the less that I know
That’s the way that it go
The less that I know, the deeper I go”
Bu şarkı aracılığıyla Casablancas, 80ler’in gruplarına olan özlemini de, “And the eighties bands, where did they go?” diyerek belirtiyor. Albümün altıncı sırada yer alan şarkısı “At The Door” da yine beğenerek dinlediğim, hem müzik hem de söz anlamında etkileyici bir şarkı olmuş.
Albümün son şarkısı “Ode To The Mets” genel bir beğeni toplamış, bana ise Amerikan filmlerindeki lise mezuniyet balosu sahnelerinin sona yaklaşırken çaldıkları şarkıları çağrıştırdı. Süper yavaş tempolu olan şarkının sözleri de oldukça romantik. Evet bu albümde bolca, Casablancas’ın elinden çıktığına inanması zor romantik sözlere rastlıyoruz. Albümdeki favorimi sona saklıyorum ve nötr hissettiğim “Not The Same Anymore”a geçiyorum. Yine yavaş tempolu, içinde çok hoş gitar sololar bulunduran single, kendini bana neredeyse bir Interpol şarkısı kadar sevdirecekken, belki yavaş tempolu olmasına rağmen çok fazla melodi bulundurduğundan beni yakalayamıyor. Geldik duyduğumdan beri günde en az üç kez üst üste dinlediğim albümün en beğendiğim ve hatta The Strokes’un en sevdiğim şarkısı olmaya aday “Why Are Sundays So Depressing”e. Öncelikle Pazar günlerinin haftanın en sevdiğim günü olduğunu söylemek ve şarkının adına katılmadığımı belirtmek istiyorum. İçinde bulundurduğu hüznüyle kalbimi fetheden single, müziğiyle olsun sözleriyle olsun, başından sonuna kadar beni alıp götürüyor. İşte burada The Strokes, adeta “Hissettirmeden hüzünlü şarkı nasıl yapılır?” dersi veriyor. Ayağa kalkıyorum ve alkışlıyorum!
Albüm kapağından bahsetmeden edemeyeceğim. Muhteşem! Kapakta kullanılan görsel, 27ler kulübüne giren New Yorklu graffiti sanatçısı Jean-Michel Basquiat’ın, jazz sanatçısı Charlie Parker anısına yaptığı “Birds on Money” isimli eseri. 1988 yılında hayatını kaybettikten sonra hiphop dünyasında asla unutulmayan ve Jay-Z, Yasiin Bey, Bun B gibi ünlü isimlerin şarkılarına konu olan ünlü sanatçı, saksafon sanatçısı Parker’ın takma adı ve Amerikan argosunda tavuk anlamına gelen “yardbird”ü hayranlık duyduğu müzisyen anısına 1981’de tasarlamıştı.
Genel anlamda severek dinlediğim bir albüm olmuş, başta Julian ve ekibi olmak üzere yapımında emeği geçen herkese teşekkürlerimi sunuyorum. Yazıyı okuduktan sonra dinlemeniz ve belki sonra bir daha okuyup karşılaştırma yapabilmeniz için albümün Spotify linkini de buraya bırakıyorum:
Sağlıklı günlerde tekrar buluşmak dileklerimle!
Sevgiler