Karanlık Her Aralıkta Aramıza Sızar
Aralık ayları, 2001 yılından bu yana metalciler tarafından DEATH grubunun kurucusu Chuck Schuldiner’ı anma zamanı olarak taçlandırılır. Metal müzik sahnesinin kendisine varoluş alanı bulabildiği hemen her yerde O’nu anma konserleri düzenlenir, besteleri farklı gruplar tarafından yorumlanır ve Death Metal’in ihtişamlı günlerinin hatırına mosh pit’e girilir. Herhangi bir müzisyenle kurduğunuz manevi ve yoğun duygusal bir ilişkiniz yok ise bu dediklerimin pek de önemi yoktur zaten.
Dünyanın öte ucunda da olsa kimi müzisyenler vardır ki –eğer bu dünyadan “siktir olup” gittilerse- onları duyduğumuzda, fotoğrafını gördüğümüzde ya da bir sohbette onunla ilgili herhangi cümleye denk geldiğimizde içimizde herhangi burukluk zuhur ediyorsa hadise sadece ve basitçe müzik değildir. Onlarla ilgili kendimize yönelttiğimiz sorular ve burukluğumuzun arkasında gizlenen duygular bizi sayısız diyara itekler. O müzisyenleri hatmettiğimiz geceler, gecelerimize girmesini istediğimiz dostlar, kırdığımız burunlar ve tüm duygu girdabı artık tek bir insanda toplaşır. Bu sanki Edward Munch’un “kaygı çağı denen dönemin görsel olarak programlanmış bir amblemi” olarak Çığlık tablosuna bakmak gibidir. Yıllar geçse de, aşırılıkla duvarlara asılarak sıradanlaştırılmış olsa bile tablo hala yaşanılan açık bir ıssızlık ve tecrit halidir. İzlerken içinizi karartan görünüm, üzerine konuştukça daha derin bir yere kapı açmaya başlar geceleri. “Gecenin saati farklı işler. Gecenin insanları ayrı durur […] ‘kahve kaşıklarıyla ölçülen’ saatler ve dakikalar değil; zamanın ortadan kaldırılamasa da meydan okunan tiranlıklarıdır.”[i]
Paolo Sorrentino’nun son filmi Youth (Gençlik) filminde Harvey Keitel’in canlandırdığı eski bir yönetmen olan Mick Boyle, kadim dostu ile “bir film daha çekeceğim. Zaten duygularımızdan başka neyimiz kaldı” dedikten sonra hayatına son verir. Chuck Schuldiner hastalığından hemen önce kaydettiği The Sound of Perseverance (1998) albümünde ise “Size daha önce de söylemiştim ama tekrar edeceğim: Nefsiniz sadece sonun başlangıcı. Sizi içine çeker fakat sonra fırlatıp atar… Dokun!…Tat!
Solu!…Tüken!” der (The Flesh And The Power It Holds). Sade fakat tutkulu gitar cümlesiyle, sekiz dakikayı aşan süresiyle şarkı bir sonun başlangıcı gibidir. Ritim gitarın soğukkanlı öfkesi sizi şarkıya davet ettiğinde, Chuck tüm kararlılığıyla “ne haliniz varsa görün” der sanki. Nefsinizin gücünün nelere kadir olduğunun hakkını verirken bizleri sadece uyarır: Tükürüp atar sizi… Özdemir Asaf’ın “Korku”su da budur. Nefsin karşısında diz çöküp
Aldanacaksan gecelerinde, kara gecelerinde
Aydınlık dünyaların şen insanlarına.
Yanılıp içini açacaksan,
Derdini gizlemeden durmayacaksan,
Yaşama!
Death Metal yaşamın artık olmadığı bir diyarın müziği değildir. Hayatta görmezden geldiğimiz karanlık bir dünyanın “sert” bir parodisidir. Kimi vodvil gibi oynar kimisi trajedi, fakat döngünün kendisinden dem vurmak yerine doğrudan kendimize dönük karanlığın -içinde olduğumuz karanlığın-, bizimle olan dertleşmesidir. Aydınlık tiranlarının karşısına, tekin olmayan nefis oyunlarıyla çıkar, müzik ile birlikte dertlenerek değil “Yaşamayarak” meydan okuruz “aydınlık dünyaların şen insanlarına”!
Heavy Metal’in içinden kimin ölüme meydana okuyarak “Death” krallığını kurduğu biz metalciler için hala hararetli ve coşkulu bir tartışmanın kaymağıdır. Ekmeğimizin-tenimizin üzerine sürerek ruhsal doygunluklar yaşamamız için iyi birer yolluk olmuştur her zaman. Ekmek kutsiyetinin hüküm sürdüğü, rezene otuyla kafa açıcı hallere getirildiği, pastayı aramaktansa şarap ile yunulduğu anlardaki gibi POSSESSED mi DEATH mi diye yapılan her tartışmanın sonunda “duygulardan başka paylaşacak bir şeyimiz” yok diyebilmenin hazzıdır “siktir olup” gitmiş bir müzisyeni anmak.
Delilikten veliliğe giden yolun kibirli edebiyatı değil, döngüsel olanın verdiği esrikliği değil, “hiçbirşey olan herşeyin”, Chuck Schuldiner’in en ölümsüz haline içiyorum.
“Aydınlık dünyaların şen insanları” bir siktir olup gidin!!!
[1] Bryan D. Palmer, Karanlığı Kültürler (Ayrıntı, 2011)