Guns N’ Roses İstanbul’daydı! Konser öncesi, sonrası, Slash’le görüşme ve dahası!
“Because What You Want & What You Get Are Two Completely Different Things.” Ne umduk, ne bulduk!
Önce, 6 Temmuz 2012 – İstanbul.
Sonra, 3 Haziran 2018 – Berlin.
Ve şimdi, 2 Haziran 2025 – İstanbul!
Yaz aylarında Guns N’ Roses ile vakit geçirmek gerçekten bir başka oluyor. Bu, onları üçüncü izleyişim oldu ve yine konser alanından mutlu bir şekilde ayrıldım.
Guns N’ Roses’ı daha önce iki kez izlemiştim; ilki ikinci kategori, ikincisi ise sahne önü olmak üzere. Şimdi de sahne önü olmalıydım ama bu kez önümde kimse olmamalıydı, adeta sahneye uzanabilecek kadar yakında olmalıydım. Bu yüzden gözümü “Nightrain üyeliğine” dikmiştim. Bir dönem üyeydim zaten ama gerek döviz kurları gerekse de GN’R’ın yıllardır Türkiye’ye gelmeyişi sebebiyle üyeliğimi yenilememiştim. Kısmet bugüneymiş. Bilenler vardır; biletler, genel satışa çıkmadan evvel Nightrain üyelerine sunulur. Bu sayede sıkı hayranların daha iyi yol alabilmeleri hedeflenir. Ben de üyeliğimi yeniledim ve… bu kez VIP – Premium Early Entry – Diamond Circle’dan biletimi aldım! Aldım almasına ama bu hiç kulay olmadı.
Öncelikle, biletler satışa sunulur sunulmaz hem Biletix hem de Passo çöktü. Evet, genel satıştan değil, Nightrain üyelerine yönelik yapılan ön satıştan söz ediyorum. Kimi zaman site açıldı ama kategoriler gelmedi, kimi zaman da kategoriler geldi ama ödeme sayfasına geçemedim. Vakit geçtikçe soğuk soğuk terlemeye ve “Yoksa!” diyerek endişelenmeye başlamıştım ki nihayet biletimi alabildim.
Evet, bilet fiyatları pek uygun değildi. Evet, bu bileti alabilmek için borçlandım ve evet, buna değeceğini biliyordum!
Geçmek bilmeyen zaman…
Bileti aldıktan sonraki birkaç gün, defalarca PDF biletime baktım. “Burada niye koltuk numarası yazıyor?”, “VIP paketin içinde acaba neler var?” ve daha pek çok soru için müşteri hizmetlerini aradım ve genellikle net cevaplar alamadım. Vakit geçmek bilmiyordu adeta…
Günler günleri, haftalar haftaları ve sonra da aylar ayları kovaladı. Yeni turnenin ilk konseri, 1 Mayıs’ta Güney Kore’de gerçekleştirilecekti. Bu konser, turneye dair, İstanbul konserine dair de ipucları içerecekti. Dolayısıyla evvela 1 Mayıs’ı bekliyordum. Tarih gelip çattığında ise YouTube ve Instagram gibi platformlara koştum. Tabii ki hangi şarkıların çalındığını ve grubun nasıl bir performans sergilediğini görmek için.
Açıkçası “videolar itibarıyla” Guney Kore konseri beni biraz korkutmuştu. Her şeyden önce, Axl’ın sesi yeterli değil gibiydi ve çok zorlanıyor gibi görünüyordu. Üstelik bu konserde sadece 22 şarkı çalınmış, “You Could Be Mine” ve “Don’t Cry” gibi efsane şarkılara da yer verilmemişti. Bilenler vardır; Guns N’ Roses, genelde 30’a yakın, hatta bazı konserlerde de 30’un üzerinde şarkı çalar ve 3 saati görmeden sahneden kolay kolay inmez. Oysa burada bir “düşüş” vardı.
Evet, bunlar korkutucu şeylerdi benim için. Ama öte yandan, sıradaki konserler geldikçe, yani bir nevi grup ısınmaya başladıkça genel performansın da yükselmeye başladığını fark ettim. Axl’ın vokali giderek iyileşiyor, şarkı listesi tıpkı eskisi gibi genişliyordu. Böylece İstanbul konserinde de bizi güzel şeylerin beklediğine dair güçlü umutlarım yeşeriyordu. Ama işte zaman geçmiyordu kolay kolay. Önce birkaç hafta, sonra birkaç gün derken, nihayet o önemli gün geldi!
VIP paketler gümrükte takılmış!
“Erken giriş bileti” aldığım için konser alanına erken girebilecektim. Tarafıma mail olarak iletilen bilgilerde, en erken 14.30’da VIP çadırına gelip kayıt yaptırmam gerektiği söyleniyordu. Böylece VIP pakette yer alan ürünleri (Ne olduklarını hâlâ bilmiyorum.) alabilecek ve 14.30 itibarıyla stada giriş yapabilecektim. En öndeki parmaklıklara doğru koştuğumu ve sağa doğru bir noktada yer aldığımı hayal ediyordum. Çünkü Slash, hep sahnenin bize göre sağ tarafında duruyordu. Derken hayaller kısa sürdü ve gerçeklerle yüzleştim.
Saat 14.00 civarı stadın önündeydim. Tepede güneş, sıcak bir hava, etrafta da yüzleri bulan GN’R hayranları vardı. Hatırladım da, en son 26 Temmuz 2013’te, Iron Maiden için gelmiştim buraya. Henüz İnönü Stadı yıkılmamıştı ve yıkım öncesi son etkinlikti. Öğlen 13.30 gibi alana gelmiş ve saatlerce güneş altında bekledikten sonra 21.00’e doğru Iron Maiden’i sahne önünden izleyebilmiştim. Neyse, konumuza, Guns N’ Roses konserine dönelim.
Önce çadırı bulmalıydım. Biraz bakındım ve bir şey göremedim. Etrafta genellikle güvenlik görevlileri vardı ve konu hakkında bilgi sahibi değildiler. Organizasyonla ilgili yetkililere bir şeyler sorduğumda ise, “Sağa git, sola git, yukarı bak, ortada kuyu var yandan geç…” minvali bir hedefe ulaşmayan cevaplar aldım. “Yahu bir kişi de bu VIP çadırın nerede olduğunu bilmiyor mu yani?”
Yaklaşık yarım saatlik uğraşın ardından nihayet birileri yardımcı oldu ve VIP çadıra vardım. Ama o da ne? VIP paket olarak dağıtılması beklenen paketler ortada yok. Neymiş, paketler gümrüğe takılmış, daha sonra adres vermemiz durumunda adresimize yollanacakmış.
Yahu, konser duyurulalı olmuş bilmem kaç ay.
VIP paketlerin çoğu satılalı olmuş bilmem kaç ay.
Paketleri ülkeye getirmek yeni mi aklınıza geldi? Niye son dakikaya bırakıyorsunuz her şeyi? Parayı ödedik mi, evet. Zamanında geldik mi, evet. E hani paketler? Nefret ediyorum bu tip durumlardan. Bu arada, adresi o gün verdim ve hâlâ ne gelen var ne giden. Bana kalırsa o paketler gelmez. Umarım yanılırım.
“Neyse bari, paketleri sonra düşünürüz, şimdi en önden yer kapmaya bakalım.” düşüncesiyle kapıya yönelmek üzereydim ki… “DUR!”
Erken giriş demiştiniz ama saat kaç oldu!
Erken giriş, 14.30 gibi başlayacaktı ama böyle bir şey olmadı. Hem kapıların net belirtilmediği hem de erken giriş imkânının doğru dürüst sunulamadığı konusunda çeşitli tartışmalar sürüyor, bir yandan da hayranlar gelmeye devam ediyordu. Hatta stadın içinden, Axl’ın Nightrain öncesinde çaldığı tren düdüğünün sesi geldi bir anlığına. O an bir gülümsedim doğrusu. Stadın etrafı gerçekten çok güzeldi. “Acaba eski tanıdıklardan kimseyi görür müyüm?” diye ara ara etrafa baksam da nafile. Ama beni tanıyan ve sonrasında sohbete tutuştuğumuz birkaç genç arkadaşım oldu. Hatta güzel jestler de yaptılar ki yazının sonlarına doğru bahsedeceğim.
Ne diyorduk… saat 15.00 oldu, 15.30 oldu, “Ya hacı abi, bizim bir erken giriş olayı vardı, ne oldu o?” diye beklemekten bir hal olduk. Saat 16.00’ya yaklaşıyordu ki, “Erken giriş hakkı olanları birazdan içeri almaya başlıyoruz,” çığlıklarını duyduk ve sıranın önlerine doğru yaklaştık. Ama sorunlar burada da devam ediyordu.
Evet, bu kez de biletleri okuyacak cihazların bozulduğu söylendi. Neymiş, QR kodlar okunamadığı için içeriye kimseyi alamıyorlarmış, bu yüzden de biraz daha bekleyecekmişiz. Yahu birazdan genel giriş var zaten. Herkesten önce gidip yer kapamayacaksak ne işe yaradı bu erken giriş zımbırtısı?
Bir an dayanamadım ve elinde bilet okuma cihazı olan yetkililerden birinin yanına gittim.
– “Benim biletimi dener misin?”
– “Çalışmıyor efendim.”
– “Yahu bir deneyin lütfen!”
– “Di düüü” (Bilet okuma sesi).
Biletimi okuduğu gibi koşmaya başladım. İşte bu kadar! Koşarken birkaç saniyeliğine arkaya da bakmadım değil. Yetkililer, beni garaj girişine yönlendirdi. Yokuş aşağıya doğru vites yükselttim. Birazdan yeşil çimlere basarım diye beklerken yine beklemeye geçtik, iyi mi. Neyse, en azından burada güneş yoktu ve ortam serindi.
Derken soundcheck başladı
Garajın sahaya doğru uzanan bir noktasında bekliyorduk. Karşımızda bir kepenk kapı vardı. O kapıyı geçer geçmez saha girebilecektik ama yaklaşık yarım saat de burada beklememiz gerekti. Çünkü…
Çünkü grup, soundcheck yapmaya başlamıştı. Evet, normalde böyle şeylerin daha erken saatlerde yapılması gerekir ama konu GN’R olduğunda geç kalmalarına pek şaşırmıyoruz.
Önce Duff geçti mikrofonun başına ve bir Thin Lizzy şarkısı olan “Thunder and Lightning”i söyledi. Ardından “Civil War”, “Patience” ve “Anything Goes”u çaldılar. Vokalde Axl yoktu tabii, daha çok enstrümantal bir deneyimdi. Biz de içeriden dinliyor, konser için tempo tutuyorduk.
Ve saat 16.30: Koşmak yasak
Kapılar yavaş yavaş açılırken GN’R’ın prodüksiyon ekibinden bazı uyarılar yapıldı. Örneğin, koşmanın kesinlikle yasak olduğunu, kimsenin yaralanmasını istemediklerini belirtiyorlardı. Bu sebeple koşamadık ama hızlı adımlarla sahne önüne doğru yol almaya başladık. Yine de bu esnada heyecanına yenik düşerek koşmaya başlayan bir kişi olduğunu gördüm. Ama koşmaya başlar başlamaz iki görevli üstüne atladı. Sonra ona ne oldu bilmiyorum. Umarım konseri izleyebilmiştir.
Sahne önüne doğru yaklaşırken, seyircilerin ilk olarak orta sağ tarafa doğru konumlandığını gördüm. Zira bu zaten beklediğim bir şeydi; Ortada Axl, hemen birkaç metre sağında da Slash vardı. Bu yüzden kimse ilk tercih olarak sol tarafı düşünmemişti. Ben de tam ortadan yer bulabildim. Yani Axl, birkaç metre ötemde, tam karşımda olacaktı. Slash ise birkaç metre sağımda olacaktı. Benim için oldukça iyi bir konumdu bu. Zira daha evvel GN’R’ı iki kez izlemiştim ama ilk kez sahneye bu kadar yakındım. Şikayet etmeyecek, bir şey yemeyecek, içmeyecek (Kim uğraşacak tuvaletle) ve konser saatine kadar bekleyecektim.
Grubun kostümleri ve müzik aletleri için 2 gün boyunca sabah akşam nöbet tutulmuş
Hatırlarsanız birkaç hafta evvel, “Guns N’ Roses, 100 bavulla Türkiye’ye geliyor” minvalinde haberler yapılmıştı yerli basında. Bu tabii biraz da işin magazinsel boyutuydu ama pek yalan da sayılmazdı.
Konser saatini beklerken bir yandan da sahne önünde konumlanan güvenlik görevlisi arkadaşlarla sohbet etmek istedim. Dediklerine göre, daha evvel pek çok organizasyonda çalışmışlar ama GN’R prodüksiyon ekibi kadar titiz çalışan ve zorlayan bir ekiple karşılaşmamışlardı.
Sahnenin kurulumu üç gün sürerken, grup elemanlarının kostümleri için 100’den fazla bavulun getirildiğini ve müzik aletleriyle birlikte tüm eşyaların iki gün boyunca sabah akşam nöbetleşe korunduğunu belirtiyorlardı.
Bu arada, hava sıcaktı ve yerimizi kaybetmek istemediğimiz için bir yere kıpırdayamıyorduk. Güvenlik ekibinden bir ağabeyimiz (Mavi gözlü ve uzun beyaz saçlı), bize su ikram etti. Organizasyon yetkilileriyle konuştuklarını ve bu doğrultuda ikramda bulunduklarını söylüyordu. Güler yüzlü de bir adamdı. Ona bir kez de buradan teşekkür etmek istiyorum!
Saat 19.30: Rival Sons sahnede
Rival Sons, Amerika menşeli bir rock grubu. Daha evvel dinlemediğim, konserden önce de “Sürpriz olsun, ilk kez konserde dinlerim.” dediğim bir gruptu. Açıkçası turne için GN’R’ın açılış gruplarını gördüğümde, “Umarım İstanbul’a Sex Pistols ile gelirler.” demiştim ama Rival Sons’tan da memnun kaldığımı söylemeliyim. Pek çok şarkısı hoşuma gitti ve özellikle Davulcu Mike Miley ile Lead Vokal Jay Buchanan’ın performanslarını beğendim. Ek olarak Buchanan, giyim tarzıyla da dikkat çekiciydi. Klasik giyim, gümüş takılar ve yalın ayaklar… akılda kalıcı bir tarzı olduğu açık.
Bu grubun daha evvel The Rolling Stones, AC/DC ve Lenny Kravitz gibi isimlerle de aynı sahneyi paylaştığını belirtmeliyim.
Grubun bu şarkılarını dinlemenizi öneririm: “Open My Eyes”, “Tied Up”, “Too Bad”.
Ve Guns N’ Roses!
Saat 21.00’e doğru ekranda Guns N’ Roses intro’su dönmeye başladı ve birkaç dakika sonra “Welcome to the Jungle” ile ayin başladı. Aslında grup, son yıllarda konserlerine “It So Easy” ile başlıyordu ve ardından da uzun sayılabilecek gitar dokunuşlarının ardından “Welcome to the Jungle”a giriş yapıyordu. Bu turne itibarıyla değişikliğe gidildiğini gördük.
Pek çokları için ilk soru, “Axl’ın sesinin nasıl olduğu” idi. Açıkçası sosyal medyadaki videolar itibarıyla güzel örnekler de var, korkutucu örnekler de. Şunu söylemekte yarar var ki videolardaki ses kalitesiyle konser alanında sunulan işitsel detaylar aynı olmuyor. Eminim ilk şarkı itibarıyla pek çok dinleyici “Vay be!” demiştir, zira Axl’ın vokal performansı beni bile şaşırttı. Üstelik kilo da vermişti. Yazının belki de sonunda söylemem gereken şeyi şimdiden söyleyeyim: Axl’ın performansı, 2018’de Berlin’de izlediğim performansına kıyasla çok daha iyiydi. Hele daha ilk dakikalarda, “Eov İstenbul, a vana heyır yuuu sıkriim.” (Oh İstanbul, I wanna hear you scream.) deyişi yok mu, bence ateşi harlayan ilk hamle işte bu oldu.
İkinci şarkı olarak “Out ta Get Me” geldi ki bu sıklıkla çalınan bir şarkı değildi. Dolayısıyla kendimi şanslı hissettim. Ardından “Bad Obsession”, “Mr. Brownstone”, “Live and Let Die” ve “Chinese Democracy” derken bir anda Türkiye’den, sonrasında da dünyadan uzaklaştığımı ve yıldızlara doğru yol aldığımı hissettim. Güzel bir andı.
Bir Velvet Revolver şarkısı olan “Slither”ı bir kez daha canlı dinlemek güzeldi. “Estranged”, yine geçmişe götürürken Slash’in harika sololarının bunda payı büyüktü. Tabii geçmiş demişken “Yesterday”i de unutmak olmazdı. Her şarkıyı tek tek saymak zor olur tabii ama birkaç tanesinden daha söz etmek istiyorum.
You Could Be Mine, henüz 6-7 yaşındayken ve farkında olmadan beni Guns N’ Roses ile tanıştıran şarkıydı. Bunda tabii ki Terminator 2 filminin payı büyüktü. Bu şarkıyı 2018’deki Berlin konserinde çalmamışlardı ve bu yeni turnede de bazı duraklarda çalmadıklarını biliyordum. Dolayısıyla İstanbul’da çalmalarına fazlasıyla sevindim. Hele giriş kısmında Slash’in gitarı ve wah pedalıyla yaptıkları yine heyecan vericiydi. Her konserde çalmadıkları bir diğer şarkı ise “Don’t Cry” idi. Ne mutlu ki bu şarkıyı da çaldılar İstanbul’da.
Grup, yakın diyebileceğimiz zamanlarda dinleyicilerine sunduğu “Absurd” ve “Hard Skool” gibi single’larını da seslendirdi. Tabii bu şarkılara katılım pek yüksek değildi.
Mattia Ahmet Minguzzi için “Knockin’ on Heaven’s Door”
Biliyor musunuz, sevgili Ahmet de bir Guns N’ Roses hayranıydı. Bu konsere gelebilmeyi ve özellikle de “This I Love” şarkısını dinleyebilmeyi çok istiyordu… ama olmadı. Ahmet, hainler tarafından hayattan koparıldı ve bu yaşananlar hepimizi çok etkiledi. Dolayısıyla konuyla ilgili GN’R’ın bir şeyler yapıp yapmayacağı merak ediliyordu.
Grup, konsere az bir süre kala önce sosyal medya hesaplarından paylaşım yaparak Ahmet’i andı, sonrasında da sahnede Ahmet’e yer açtı.
Axl, Ahmet’le ilgili kısa bir konuşma yaptıktan ve ailesine taziyelerini ilettikten sonra “Knockin’ on Heaven’s Door” başladı ve arkadaki ekranda da Ahmet belirdi. Oldukça duygusal, etkileyici dakikalardı.
Bu arada, keşke “This I Love”ı da çalsalardı.
Ahmet, daha 14 yaşındaydı.
“Rocket Queen”de yapılan yeni gitar solo düzenlemeleri hoşuma gitmedi
“Rocket Queen”, grubun en çok konuşulan ve hatta üzerine en çok komplo teorisi üretilen şarkılarından. Hani o stüdyodaki kadın sesleri var ya… neyse, konumuz başka şimdi.
Slash ve Richard Fortus ikilisi, reunion ile başlayan konserlerde bu şarkının solo sekansları için harika bir iş birliği gerçekleştiriyordu. Önce Richard Fortus’un harika gitar solosunu dinliyorduk, ardından da Slash’den pek çok farklı efektin kullanıldığı soloları dinliyorduk. Takip etmeyen ama şu an merak eden varsa, YouTube’daki “Guns N’ Roses Rocket Queen Apollo Theater Harlem Ny 7 20 17 HQ Audio” başlıklı performans videosunu önerebilirim. İşte bu sistem, bu yeni turne itibarıyla değiştirilmiş maalesef. Bu kez sololardan önce, kısa bir piyano girişi duyuyoruz. Sonrasında da yine sırayla Richard ve Slash’in performansları ön plana çıkıyor ama bence olmamış yahu. Richard’ın solosu daha farklı ve şarkı ile gitaristlerin solo sekansları arasında bir kopukluk, bir başkalaşma var. Bağ kuramadım. Keşke eski sistemle devam etselerdi.
Slash’in Gibson 1966 EDS-1275 Doubleneck gitarı nerede?
Slash, şimdiye dek sahne aldığı sayısız konserde çift saplı gitarlar da kullanmıştır. Özellikle de siyah renkteki Gibson gitarını. Fakat bu gitarı son zamanlarda kullanmadığına şahit oluyoruz. Gitarist, özellikle “Knockin’ on Heaven’s Door” ve “Civil War”da bu gitarla hareket eder, ortaya hem büyüleyici görüntüler hem de büyüleyici işitsel detaylar çıkarırdı. Yanlış anlaşılmasın, bu şarkıları yine harika çaldı ama bu kez o efsane gitar olmadan. Açıkçası bunu ona sormayı düşünüyordum ama fırsatım olmadı.

“The Godfather Theme” yoktu
Slash’in bir diğer “konser imzası” ise “The Godfather Theme” performansıdır tabii. Ne yazık ki bu soloyu da dinleme şansımız olmadı. Hayır, İstanbul’a özel bir durum değil bu. Takip edebildiğim kadarıyla bu turnede hiç çalmadı bu soloyu. Ama niye? Eğer bir röportaj yapsaydık, soracağım ikinci soru da bu olurdu.
Tabii son yıllardaki turnelerde Slash’in Richard Fortus ile harika bir ikili oluşturup çaldıkları Pink Floyd cover’ı “Wish You Were Here”ı da aradı bu kulaklar. Maalesef bu da çalınmadı.
Son düzlüğe girerken…
Guns N’ Roses klasiklerinden “Sweet Child O’ Mine”, “November Rain” ve “Patience” gibi şarkıları dinledik.
“Sweet Child O’ Mine”, yıllar geçse de o tatlı havasını korumayı başarıyor. “November Rain”de sevgililerin sarılıp öpüşmeleri bir içgüdüydü adeta. Yalnızlar ise… neyse. Şarkının final solosu gayet tatmin ediciydi. Patience’daki sakinlik ve akustik gitar dokunuşları da huzur vericiydi.
Derken, birden tren düdüğü duyuldu. Hem de birkaç kez, arka arkaya. Evet, “Nightrain” başlıyordu. Axl’ın Slash’e doğru “Take it!” dedikten sonra gitaristin soloya girmesi ve bizi finale doğru sürüklemesi harikaydı.
Ve final, 29. şarkıyla, bir Guns N’ Roses geleneği olarak “Paradise City” ile gerçekleşti. Önceki konserlerin aksine, bu kez konfeti yağmuru olmadan, daha sade ama yine de heyecan düzeyi yüksek bir finaldi. Guns N’ Roses, tam 3 saat boyunca sahnede kalarak harika bir işe imza atmış oldu!
Grup üyeleriyle ilgili kısa kısa…
Richard Fortus (Gitar): Richard’ı çok seviyorum. Onunla 2012’deki İstanbul konserinin sonrasında tanışmıştık. Harika bir gitarist olmasının yanında hem karizma hem de seyirciyle iletişim kurmaktan çekinmeyen biri. Konser boyunca pek çok gitar numarası yaptı. Keşke Slash ile “Wish You Were Here”ı da çalsalardı.
Dizzy Reed (Klavye, piyano, tumba): Axl, onu anons ederken “Dizzy F… Reed” demeyi sürdürüyor. Pek ön plana çıkmıyor ama varlığını özellikle “Estranged”deki piyano dokunuşlarıyla iyice hissetmeye başlıyorsunuz. Axl’dan sonra gruptaki en uzun süreli eleman. İyi ki var ve iyi ki onunla da tanışmışım.
Duff McKagan (Bass): Beyaz Fender bass gitarı ve dinamizmiyle sahneye hayat veren isimlerdendi. Sadece bass gitarıyla değil, vokal yetenekleriyle de ön plana çıkmayı bildi. Thin Lizzy’nin “Thunder and Lightning”ini hem çaldı hem de söyledi. Ara ara da sahnenin soluna (Ona göre sağ) giderek eşi Susan ile göz göze geldi.
Melissa Reese (Klavye ve efektler): Melissa çok zayıf yahu. Tamam tatlı kız, harika enerjisi var, geri vokallerde harika sesiyle de fark ediliyor ama ne bileyim. Magazin haberlerinde, Axl’ın kulisine şu kadar kebap, bu kadar baklava geldiğine dair bilgiler paylaşılıyordu. Şu kızı da ellerinizle besleyin yahu!
Isaac Carpenter (Davul): İşte yeni çocuk. Isaac Carpenter, yakın zamanda Frank Ferrer’dan boşalan davulcu koltuğunu devraldı. Turne itibarıyla harika bir enerjisi var ve yüzünden gülücükler eksik olmuyor. Bu arada evet, onu gruba Duff davet etti. Zira geçmişte Duff’ın yan projesi Loaded’ta da çalmıştı.
Bu arada, Frank’in gruptan ayrıldığına üzülenlerdenim. Sosyal medyada yaptığı açıklamaya bakılırsa, o da üzülmüş ve pek de ayrılık taraftarı değilmiş. Ne diyelim, hayırlısı olsun iki taraf içinde. Bu ayrılık sonrasında “Acaba Matt Sorum geri gelir mi?” diye düşünmedim değil. Ama davulcu, bir süre önce verdiği röportajında, “Artık küçük bir kızım var ve onunla vakit geçirmek istiyorum. Turneler çok vakit alıyor,” demişti. Bu ne kadar gerçekçidir bilmiyorum ama durum böyle. Steven Adler mı? Hayır, onun bu tip büyük turneleri kaldırabilecek yapıda olduğu düşünülmüyor, hâlâ.
Kısa kısa ek notlar:
– Konser kitlesi, deyim yerindeyse 7’den 70’e gibiydi. Veteran olarak nitelendirebileceğimiz dinleyiciler de vardı, elinde deneme sınavlarıyla gelen genç kitle de.
– Konser başladığında arkaya dönüp baktığımda, tribünlerde ciddi boşluklar vardı. Bunda konserin hafta içi düzenlenmesinin ve henüz işte olanların payı vardı tabii. Konserin ortalarına doğru tekrar dönüp baktığımda, boşlukların büyük oranda dolduğunu gördüm. On binlerce müzik sever bir aradaydık.
– Konser alanında, hemen sağ yan tarafımızda bir ağabeyimiz vardı. Kısa aralıklarla “Axl” ve “Duff” diye bağırıp durdu. Axl’dan ara ara cevaplar da geldi; “Ne var? Nasıl yardımcı olabilirim?” gibi esprili cevaplardı bunlar. Duff ise hiç oralı olmadı. Ve evet, bu bağırışlar bir süre daha devam etti. Açıkçası aklıma YouTube’da izlediğim bazı eski konserler gelmedi değil. “Eyvah, ya Axl şimdi ona kızarsa…” diye düşündüm. Neyse ki keyifliydi ve korktuğum olmadı.
– Slash, hep sahnenin sağ tarafında (seyirciye göre) yer alan bir müzisyen ama konser boyunca hareket eden, sahneyi gezmeyi de seven biri. Ama bu konserde adama ne olduysa sağ taraftaki bölgeden pek ayrılmadı. Sanki birileri “Senin yerin burası, bu çizgiyi geçme,” demiş gibiydi. Konser finaline doğru aklına gelmiş olmalı ki nihayet sol tarafa da geldi ve seyircilerle birkaç dakika geçirdi.
– Özellikle sahnenin tam karşısındaki tribünlere seslerin iyi ulaşamadığını belirten pek çok yorum okudum.
– Bu konser için İstanbul temalı özel bir tişört hazırlandı ve satışa sunuldu. Arka kısmında Galata Kulesi ve Mattia Ahmet Minguzzi detaylarının bulunduğu tişört, büyük ilgi gördü ve kısa sürede tükendi. Bu tişörtten ben de bir tane kendime, bir tane de kardeşime aldım. Hammer Müzik tarafından hazırlanan tişörtler, gelen yoğun ilgi sonrası tekrar üretime girecek. Eğer konserde alamadıysanız, şimdi bu fırsatı kaçırmayın. Zira az sayıda üretim olacağı söyleniyor.

– Konserin ardından yürüyerek Taksim’e vardığımızda, saat 00.30’a geliyordu ve metro kapalıydı. İyi de niye? On binlerce kişinin akın ettiği böylesine büyük bir etkinlik varken metroların aktif olması gerekiyordu diye düşünüyorum. Çünkü örneğin futbol karşılaşmaları sonrasında genelde böyle oluyordu. Sanıyorum son dönemde yaşadığımız can sıkıcı olaylar, İstanbul Büyükşehir Belediyesi yönetiminin stabil çalışmasını ciddi anlamda zorlaştırıyor ve vatandaşlar olarak bizi de zor durumda bırakıyor.
Guns N’ Roses sonrası, taksiyle eve giderken beni duygulandıran gelişme
Konser alanındayken beni tanıyıp yanıma gelen ve sohbet ettiğim birkaç genç arkadaşım da vardı. Bunlarda ikisi, Anıl ve Taylan idi. Gerek konser öncesi, gerekse de konser sonrasında ufak tefek, keyifli sohbetlerimiz oldu. Zaman zaman su ve powerbank desteği de sundular. Ama asıl bombayı meğerse finale saklıyorlarmış.
Metro kapalı olduğu için gündeme taksiyi getirdik. Üçümüz de aynı yöne gidecektik. “Öyleyse aynı taksiye binelim, ücreti de üçe böleriz, böylece daha ekonomik olur.” düşüncesindeydik. Ya da en azından ben öyle düşünüyordum…
İnmemize az bir süre kala, bana fırsat verilmeden para ödendi. “Yahu nakit vereyim. Bari IBAN at, payıma düşeni ödeyeyim.” desem de kabul edilmedi ve taksiden uzaklaşırlarken şöyle bir şey duydum: “Şimdiye kadar okuduğumuz yazılarına say, ağabey.” Ne diyeyim şimdi? Herhalde o gece konserden sonra benim için en güzel final böyle olabilirdi. Teşekkür ederim!
Ve Slash’le görüşme! Üçüncü kez!
Slash’le ilk kez 2013’te yan yana gelmiştim. Myles Kennedy ve The Conspirators ile konsere gelmişlerdi ve ben de o konsere TopHat şapka takarak dahil olmuştum. Konser sonrasında beni görünce, “Bu herifi hatırladım.” diyerek beni mutlu etmiş, üzerine bana ve beraberimdeki arkadaşlarıma imza vermişti.
İkinci görüşmemiz, 2018 Berlin konseri sonrasında, konakladığı otelindeydi. Onunla X’te (Eski adıyla Twitter) takipleşiyoruz ve müsait olup olmadığını sormuştum. O da oteline davet edince tabii ki gitmemek olmazdı.
Ve üçüncü görüşmemiz de konserden bir gün sonra, İstanbul’da konakladığı otelinde oldu. Bu kez yanımda, son konserde çektiğim fotoğrafları da vardı ve görünce “Bunlar geçen geceden değil mi? Tişörtten anladım,” dedi. Benim asıl talebim ise tabii ki bir sonraki konserin daha kısa süre içinde gerçekleşmesiydi. Bunu dediğimde, son olarak 2013’te Myles ile geldiklerini hatırlıyordu. GN’R ile geldiklerinde ise sene 1993 idi. Birkaç ufak tefek şaka, biraz gülüşmeler, birkaç fotoğraf ve sonrasında ona teşekkür ederek otelden ayrıldım. Hatta ayrılırken arkasından, “Umarım yakında, ama bu kez çok daha yakında görüşürüz.” diye hafiften bağırmayı da ihmal etmedim. Guns N’ Roses ile bir daha gelirler mi ya da ne zaman gelirler bilinmez ama Myles Kennedy ve The Conspirators ile çalışmalara devam ettiklerini biliyorum. Yeni albüm sonrasında belki de onlarla gelir yine.
Ve bitirirken,
Hani eskiler, “Siz bilmezsiniz. Guns N’ Roses, 1993’te gelmiş ve olay olmuştu, ne konserdi!” diye ballandıra ballandıra anlatır ya… artık bizim de sonraki nesillere büyük keyifle anlatabileceğimiz bir GN’R İstanbul konserimiz var!
“Take me down to the Paradise City
Where the grass is green and the girls are pretty
Oh, won’t you please take me home?”

Not: Hani eskilerin, “Siz bilmezsiniz. Guns N’ Roses, 1993’te gelmiş ve olay olmuştu, ne konserdi!” diye ballandıra ballandıra anlattığı ve çok özel anı ve fotoğraflarla süslediğimiz Guns N’ Roses Özel Koleksiyon Sayısı’nı sipariş vermek için: