“NEGATİF DİYALEKTİK” VE RADİKAL MODERNİZM (ŽIŽEK) OLARAK ROCK MÜZİĞİN GÜCÜ
– İLK TARTIŞMA –
Alman filozof ve müzik teorisyeni Theodor W. Adorno’nun müziğe de uyarladığı “negatif diyalektik” kavramı birçok modern Marksist düşünür ve akademik çalışma sonucuna göre günümüzde Rock müzik ile belirgin bir anlam bulmakta. Son 10 yılda bu bağlam çerçevesinde çok sayıda akademik çalışma da yayınlandı. Hegel’in mutlak, determinist ve gelenekçi müzikal algısı ile pozitif diyalektiği felsefede, estetik ve müzik teorilerinde neredeyse iki asırdır tartışılıyor. Marksist filozof Slavoj Žižek’in iddiasıyla Rock müziğin zirveye ulaştırdığı müzikteki “radikal modernizm” olgusu Hegel’in mutlak müzik algısını da “mutlak” olarak yıkmış durumda. Žižek’e göre ayrıca müzik, yaratıcısı ile dinleyici arasında hem “özneleşme” hem de “öznelleştirme” sağlayabiliyor ve bu yüzden ciddiyeti de “özneleri aşabilme gücünde saklı.” Estetiğin tarihsel hiyerarşisine meydan okuyan Rock müzik ve müziğin öznel gücü hakkındaki güncel tartışmamızın ilk bölümü ile karşınızdayız.
Geçtiğimiz günlerde, bir mecmuada daha önce birlikte çalıştığımız üretken bir İngiliz akademisyen dostumuz ile Rock müziğe ilişkin ortak bir makale dizisi hazırlamayı tartışıyorduk. Dr. Keith Kahn-Harris dünyanın en saygın sosyal bilimler yayınevi İngiliz Routledge’deki editörlüğü ile Heavy Metal’in tüm Avrupa genelinde genel bir akademik alan olarak kabul görmesinde öncü olan isimlerin başında geliyor. Bu tartışmanın bir bölümünü memleketimize, yuvamıza, Deli Kasap’a da taşımak gerekiyor. Üstelik tam da değerli dostum Murat Arda (Atlantis’ten Gelen Adam) “Tavariş eleştire eleştire sonunda her şeyi yok edeceksin. Rock adına savunma gerek” demişken…

ROCK “CİDDİ BİR MÜZİK Mİ?”
Alman filozof ve müzik teorisyeni Theodor W. Adorno’nun “ciddi müzik” anlayışının Heavy Metal ile bağlamına ilişkin son 10 yıldır nitelikli akademik çalışmalar yapılıyor. Şaşırtıcı olmayacak şekilde hiçbir konsensüs de sağlanamıyor. Routledge’in yayınladığı “The Germanic Review: Literature, Culture, Theory’ çalışmasında yer alan “Extreme Heavy Metal Music and Critical Theory” adlı akademik makale (Ekstrem Heavy Metal Müzik ve Eleştirel Teori) bu anlamda asıl sorulardan birini ön plana çıkartıyor: Ekstrem Heavy Metal Müzik (biz tüm tarihsel sürecini vurgulamak amacıyla genel bir çatı koyarak Rock müzik diyeceğiz) Adorno’nun ‘ciddi müzik’ tanımı içerisine girer mi?
SANATTA DİSİPLİN ZORBALIKTIR
Adorno, popüler müzik ve pazar-kapital bağını en geniş çerçevede ele alan düşünürlerden birisi olarak eleştirel düşünce tarihinde önemli bir yere sahip: “Tüketim malına dönüşen, kişiyi pasifleştiren, eleştirel düşünceden uzaklaştıran, seri üretim ve standartlaşma ile birlikte tüketim metası olarak yeni pazarlar arayışında (dinleyiciler-festivaller-konserler) olan, haz yoluyla baskı ve manipülasyon unsuru olarak sermaye sahiplerince “kültürel hegemonya” çerçevesinde sunulan bir olgu.” Adorno popüler müzikleri kapitalist sistemin ideolojik ve yozlaşmış aracı olarak gördü ki bu bakış açısının gerçek sahibi ve mucidi Antonio Gramsci’dir. Atonal müziğin özgürleştirici doğasını vurgulayan Adorno diğer yandan insanlığa seslenebildiği için Beethoven ve Mahler gibi bestecilerin müziğini de değerli bulur. “Batı müziğinin klasik tonal sistemi burjuva kültürünün dayattığı bir disipliner zorbalıktır” diyen Adorno için bir anlamda gerçek Punk Rocker kafasına sahiptir de denilebilir.
“NEGATİF DİYALEKTİK” OLARAK ROCK MÜZİK
“Ekstrem Heavy Metal Müzik ve Eleştirel Teori” adlı çalışmada popüler müziğin “pozitif diyalektiğine” karşı Rock müziğin “negatif diyalektik” sunarak son derece gerçekçi ve ciddi bir varlık gösterdiği iddiası ortaya konulmakta. İddia sanat ve estetik alanlar ile kesin şekilde sınırlandırılarak ayrıca akıllıca da davranılmıştır. Dolayısıyla iddia Adorno’nun “ciddi müzik algısına” tam olarak oturur. Biz bu ifadenin arka planına da en basit haliyle kısaca dile getirelim. “Düşüncenin oluşu ve hareketi nedir?” sorusuna nihayetinde “Mutlak Fikir” ve “maddeye bürünen düşünce” ile cevap veren Alman filozof Georg Wilhelm Friedrich Hegel’e göre “tez-antitez-sentez diyalektiği” ile düşüncenin oluşumu ve hareketi dinamizm kazanır. Bu belirlenimci ve uzlaşımcı diyalektik uzun zaman boyunca kıta felsefesinin sonrasındaki temel düşünme biçemlerini de şekillendirirken zaman içinde başta Alman filozof ve devrimci sosyalistler Karl Marx ve Friedrich Engels ile Frankfurt Düşün Okulu olmak üzere mevcut diyalektiği yapı söküme uğratan çok sayıda öğrenci de çıkarmıştır. (Tamamı sonradan Hegel’i delicesine eleştirmiştir) Frankfurt Okulu’nun asli üyesi olarak Adorno’nun da bu pozitif düşünme sürecinin karşısına koyduğu olgu “olumsuzlama ile ispat ve olumlunun açıklanması” olarak özetlenebilecek negatif diyalektiktir. Adorno’ya göre tez ve sentez arasındaki daimî çatışma dolayısıyla belirlenimci ve aynı sonucu tekrar eden, sonunda daha büyük bir gerçekliği ortaya çıkaran bir döngüsel “mutlak gerçek” ve fikir düzeneği üretken değildir. Böyle bir diyalektik içinde bilginin sınırlılığı oluşur ve eylem olarak da bilmenin duraksaması yaşanır. Diğer yandan öznellik ve nesnellik ayrı ayrı (ki bunu 1844 El Yazmaları’nda varlık ve zihin arasındaki ayrım ve birlikteliğin düalizmini dile getirerek Marx da kabul eder) zihnin üretim sürecinin büyük bir bölümünü kapladığı için bilgi felsefesi temelinde sentezin kendisi özneldir. Tez ile antitezin niteliği ise çelişki temellidir. Çatışmanın tüm unsurları tikeldir ve tikelleri bir potada eritip tümele ulaştırma sürecinde öznellik önemini yitirdiği gibi bilgi de sınırlandırılmış olur. Adorno’ya göre düşüncenin asıl hareketi uzlaşma üzerine değil çelişkileri ve dolayısıyla eleştiriyi açığa çıkarma üzerinde yol alır. “Düşünce üzerindeki totaliter yapının kırılması” olarak fazlasıyla iddialı şekilde adlandırılan bu biçimlendirme ve tanım bizce ideolojik, toplumsal ve bilimsel olarak son derece zayıftır. Tarihsel süreçleri açıklamakta yeterliliği yoktur ancak sanat-müzik gibi öznelin üzerinden dallanıp budaklanan özel bir alan söz konusu olduğu zaman kendiliğinden serpilip büyümeye başlar.

ESTETİK HİYERARŞİYE MEYDAN OKUYAN MÜZİK
Söz konusu makale bir yanıyla da akademik Rock çalışmalarına muazzam (alandaki akademik literatüre geçecek) bir yenilik katıyor. Popüler müziğin karşısında Rock müziğin alan içerisinde negatif diyalektiği temsil ettiği gerçeği! Sanatsal eleştiri, karşı kültür ve estetik tepki olarak Rock müzik, haz fetişisti popüler müziklerin karşısında (ki ara ara kendisi de bu alana dalıp çıkmaktadır yine de…) ele aldığı konulardan müzikal ifadesine ve iletişim kurgulama sürecine kadar gerçekliğe çürütme süreciyle ve dolayısıyla negatif diyalektik ile ulaşma aracı olarak da görülebilir. Yukarıda ifade edildiği üzere totaliter düşünme biçiminin ve estetik hiyerarşinin ortadan kaldırılması için eldeki en keskin müzikal enstrümandır. Ancak Rock müzik de tarihi içinde “kapitalist gerçeklik” içinde dönüştürülüp, bükülüp metalaştırılmıştır. Örneğin, Norveçli sosyalist eleştirel teorisyen Profesör Espen Hammer’in ifadesiyle Norveç’in en büyük iki ihracat malı da siyahtır “Biri petrol diğeri ise Black Metal.” Çalışma ayrıca Gojira ve Cattle Decapitation gibi post-modern tepkisel, anarşist (yeşil anarşizm çerçevesinde) eleştirel albümlere ve aktivizm girişimlerine sahip grupları ele almasıyla da dikkat çekici.

ÖZNELEŞME-ÖZNELLEŞTİRME OLARAK ROCK MÜZİK
“Rock müzik ciddi müzik midir?” ise diğer yanıyla aslında korkunç bir sorudur. Bu soruyu sordurtan paradigma da bizzat hegemonyanın zihinlerde yer eden popüler kültür algısıdır dolayısıyla şüphe edip soranlar da farkına bile varmadan (kendini marjinalleştirmek ya da popüler kültürden karşı-kültüre onay göstermesini bekleyerek aidiyetin özüne yabancılaşması) bu algının kurbanı olmaktadır. Bu sorunun teorik dayanağı müziği determinizm ve diyalektiği ile “sanatsal-güzel olan ve olmayan” ya da “asil olan ve olmayan” olarak tanımlayan Alman filozof Hegel’den doğmaktadır. Bu Hegel’in felsefe tarihindeki büyük hatalarından birisi durumunda. Maalesef bu hata başta Genç Hegelciler olmak üzere tarih boyunca hem sol gelenekte hem de burjuva sanat geleneklerinde mevcut düalizmi çerçevesinde tartışılmıştır. Evet, müzik popülerleştikçe ve beraberinde ticarileştikçe eninde sonunda hakim sınıfların ve kapitalin kültür alanı içinde hegemonya aracına dönüşür ancak doğum anına determinist bir süreç eklemek tümeli açıklamaya hiçbir zaman yetmiyor. Estetik ve sanatın doğumu her şeyden önce bireysel bir iletişim-diyalog, dışavurum ve yaratım süreci ile ilgili. Antik Yunan felsefesinde Platon ve Aristoteles’ten bu yana bu vurgu yapılmakta. Her yeni genç kuşağın öfkesinden doğan ve dolayısıyla yeniden ve yeniden kitleler tarafından yaratılan ve sistem tarafından içi boşaltılıp pazarlanan Rock dalgaları “olma” – “meydana gelme” sürecinde son derece ciddidir! Peki bu müziğin objesi kimdir? Rock müziğin anarşist eleştirisini dile getirdiğimiz makalemizde (çevrim içi link: https://www.delikasap.org/rock-karsi-kulturde-anarsist-ve-felsefi-elestiriler/) Varoluşçuluğun dilbilimsel teorisyenlerinden Martin Buber’in “Ben-Sen” (Ich-Du) ve “Ben-O” (Ich-Es) diyalektiğine dayanan ‘diyalog felsefesi’ne değinmiş ve kişinin “ben”, “o” ve “sen” algısı içindeki tüm anlamların ayrı ayrı objeler olduğunu vurgulamıştık. Şimdi Hegel’e dönebiliriz ve diyebiliriz ki evet, bu yüzden müziğin objesi her üç (ben, sen ve o) “kendi olanı” da kapsadığı için müziği dinlerken (bağ kurarken) bizler hem müziğin yaratıcısı olan ile hem de müziğin yaratıcısından bağımsız meydana getirdiği imgelerle bağ kurarız dolayısıyla Slavoj Žižek’in Epos Yayınları tarafından yayımlanan “Gıdıklanan Özne: Politik Ontolojinin Yok Merkezi” kitabındaki ifadesiyle hem “kendimizi müzik ile özneleştiririz” hem de “müzik bizi yaratıcısından bağımsız şekilde öznelleştirir.” Dolayısıyla müziğin ciddiyeti “özneleri aşabilme gücünde saklıdır.”
SCHÖNBERG, MÜZİKAL İSYAN VE RADİKAL MODERNİZM
Söz konusu Rock müzik ise bizler aynı zamanda “radikal modernizmin” zirvesi olan bir müzikal türden bahsediyoruz demektir. Tarihsel arka planına girelim… Slovenya-Ljubljana Düşün Okulu’ndan Marksist filozof (en sevdiğimiz deli abimiz) Slavoj Žižek’in analizi ile antik müziğin ‘Dünyanın Uyumu’ (Harmonia Mundi) konsepti üzerine kurulu olan daha basit formlardan ilk radikal modernleştirici Alman besteci ve müzik teorilerinde Heavy Metal müziğin dayanak noktası olarak da kabul edilen Johann Sebastian Bach’a uzanan bir karmaşık evrim söz konusu. Ancak Bach sonrası “dünyanın yansıması” olarak müzik içinde artık rasyonel bir ahenk koyma gereksinimi bitmektedir. Sonrasında Alman romantizm akımı ile birlikte tırmanışa geçen ve “tüm müzikal materyaller ile çatışmayı” yansıtan müzikal romantizmin zamanı yaklaşır. O zaman geldiğinde ise bu kez Avusturyalı besteci Mozart’ın zirveye ulaştırdığı “daimî melodinin ahenk içinde sürekliliği” de sonlanır. Romantizm ile birlikte “çatışma” ve dolayısıyla “yoğunluk ve keskin-coşkun dışavurum” notalardan bağırmaya başlar. Žižek, Avusturya kökenli besteci Arnold Schönberg ile birlikte “yeni radikal gerçeğe” yaklaşıldığını da ifade eder. Buna göre, müzikal alanın birlikteliği olarak adlandırılan konsept çerçevesinde melodik ve harmonik alanlar bağımsız ve kuralsız şekilde iç içe kullanılır. Bu yaklaşımı kabul eden ve İkinci Viyana Okulu (Felsefedeki meşhur Viyana Okulu – Viyana Çevresi ile hiçbir ilgisi yok!) olarak adlandırılan gelenek için Theodor W. Adorno’nun da söyleyecekleri vardır. Bu okulun takipçisi de olan Adrono’ya göre müzik bir zaman dilimini ya da ortaklaşa harmoniyi tanımaz hale geldiği için “bilinmez ve kesinliği olmayan bir geleceğe mesaj niteliği taşır.” Müzik bu okulun üretiminden formalizme tepki olarak dışa vurumcu ve deneysel olarak yankılanır. Öyle ki Schönberg, Viyana’daki klasik müzik geleneğine bile meydan okuyarak 31 Mart 1913 tarihinde klasik müziğin önemli merkezlerinden birisi olan ‘Wiener Musikverein’de (Viyana Müzik Derneği) bir konser verir. Tarihe ‘Skandalkonzert’ (skandal konser) olarak geçen bu performans dönemin tüm müzikal kurallarına meydan okur. Johann Strauss I’in ünlü bestesi “Radetzky Marşı”na ulusalcı gaz ve alkış ile eşlik etmek haricinde gıkı çıkmayan klasik müziğin burjuva elitist dinleyicisi Avusturyalılar konser alanında öfkeden isyan çıkarır ve arbede yaşanır. Ortalık İrlanda pubına döner. Bu konser için Avusturyalılar günümüzde “Dünyanın ilk Rock müzik performansı” diyerek espri bile yapıyorlar. Žižek’in ifadesiyle bu “radikal modernizm” günümüzdeki Rock müziğin asıl doğuşunu sağlayan müzikal teknik ve ruhsal unsurların tarihsel arka planını da oluşturmakta. Bu müzikal biçem radikaldir nitekim müziğin ana unsurları icrası esnasında çözülmektedir. Žižek bunu bir eleştiri olarak değil objektif tarihsel gelişim analizi olarak sunmaktadır kaldı ki düşünür gençliğinde Punk mecmuası da basmıştır.

HÜLASA…
Rock müzik son derece ciddi bir müziktir. Müzik felsefesi çerçevesinde “negatif diyalektik” sunarak sistem karşıtı gerçekliği kendi kuralsızlığı ve asiliği içinde dile getirir. Müzikal disiplin ve formalizmi her fırsatta kırmaktan haz duyar. Estetiğin hiyerarşik algısına meydan okur. Modernizmin müzik-radikal yönünü ve dolayısıyla kırılmasını temsil eder. Sistemin sanat ile eleştirisinde (teorik ya da toplum hareketi olarak değil protesto anlamında) güçlü bir silahtır ve elbette “özneleri aşabilme gücüne” de sahiptir.
KAPİTALİZMİN GERÇEKLİĞİNDEN ÇIKIYOR MU?
Bir sonraki yazımızda güncel paradokslara ve belki de zihinsel bir anarşist dönüşüme giden yola değineceğiz. İngiliz kültür teorisyeni Mark Fisher’in meşhur “kapitalist gerçekliği” Rock müziği nasıl her defasında büküp yabancılaştırabildi? Her kuşak kendi isyan ve öfkesini haykırırken “alternatifsizliğin ve ümitsizliğin sözde gerçekliği” nasıl öfkeyi pasif hale getirdi? Rock müzik sonunda her yeni genç kuşağın öfkesini al- dönüştür- liberalleştir, pazarla ve globalleştirip daha geniş pazarlar yarat taktiği sergileyen kültürel hegemonyanın dışındaki yeni bir duruş sayesinde bu gerçekliği alt edebilecek bir tutuma mı bürünüyor? Kapitalist gerçekliğin karşısına “yeni tepkisel değer” ile dikilen genç Rocker’lar başaracaklar mı?
Bu soruların cevaplarına gireceğimiz ikinci yazımızda görüşmek üzere. Uyanık, farkında, tabusuz, ahlak normlarını yıkmış özgür bireyler ve zihinler olarak kalın!
EMRE DOĞULU