İNSANIN GERÇEKLİĞİNİN YAZARI: Colin Wilson

İNSANIN GERÇEKLİĞİNİN YAZARI VE YENİ GERÇEKLERİ, ANLAMLANDIRMAYI YARATANLARIN HİKAYESİ

HEPİMİZ GİBİ ONLAR DA…

YABANCILARDI.

Yalnızca edebiyatın değil, felsefenin, sanatın ve estetiğin, mutluluk ve ümidin, mutsuzluk ve ümitsizliğin en temel kırılma anı başkalaşma ya da yabancılaşmadır. Peygamberler, peygamberce romanları kaleme alanlar, peygamberlere ellerindeki çekiçle saldıran filozoflar, insanın en üstün ve umut dolu ya da en karanlık ve ümitsizlikle bastırılmış anlarını yazanlar, uyumsuzlar ve anarşistler… Çok büyük bir kısmı yabancıdır. İngiltere’nin gerçek yabancılarından Colin Wilson’in 1956 yılında yayımlandığında toplumu sarsan başyapıtı ‘The Outsider’ (Yabancı) felsefe ve edebiyat dünyasında büyük ses getirmişti. Wilson sonrasında altı felsefi eserle Yabancı çemberini tamamladı ancak kaynak özel yerini her zaman korudu.

Wilson eserinde yabancıyı “Çok fazla görür. Çok fazla duyar” alıntısıyla özetler. Fazlasıyla anlamlandırırlar ve düşünmenin sonu gelmez halde kendilerini ontolojinin derin dip akıntılı nehrine bırakırlar. Wilson bu ifadenin ardından eserinde temel bir kavrayışı da yakalar. Azizlerle, yabancılar birbirine benzer; nitekim yabancıların büyük kısmı dini arayış, aydınlanma ve anlamlandırmaya sahiptir. Logos çerçevesi teolojik çıkarım yollarında ilerler. Ve büyük bir çoğunluğu Dante’nin İlahi Komedyası’ndaki ifadesiyle “Istırap ülkesinin imparatoru” olmuşlardır.

CENNETİ GÖRENLER VE YAŞAYANLARA KARŞI CEHENNEMİ SOLUYUP ANLATANLAR

Peki, yabancılaşmış olanın temel arayışı nedir? Yaşadıklarını, düşüncelerini, deneyimlerini ve çıkarımlarını anlatmaya dili yetmez. Öz, töz ve fenomeni yaşar ancak katharsisi ya da katastrofisi izahsız kalır ve yabancı kendisini ifade edemez bulur. Neyi bulduğunu anlatamaz da ömrü parmaklarına bulunana nasıl ulaşacağına ilişkin kalem oynatacak zamanı ancak verir. Yabancı, İtalyan Orta Çağ literatüründeki ifadeyle “Sonsuza dek araftadır. Yüzünü cehenneme dönerse her şey fazlasıyla kararır ve solar. Yüzünü cennete dönerse her şey ziyadesiyle aydınlanır ve yaşar.” Yabancının ruhu cansız ve üzüntüyle doluysa evren öyle olduğu içindir. Ya da ruhu canlı ve hayatla doluysa evren huzur ve yaşam dolu olduğu içindir.

Wilson, tarihin ünlü yabancılarını ele alırken ortaya koyduğu kişilik tahlilleri, okuma yorumları, biyografilerinde Zweig inceliğinde duygusal geçişleri kavrayışı ancak en çok da karşılaştırmalı eser ve kişilik örneklemleriyle muazzam bir eser ortaya çıkarır. İçinde aynı anda bedeni, aklı ve ruhu / kalbi tekmil halde sunan, muazzam bir tekil benlik ve düşünce ile dürtülerin yarattığı onlarca benlik yaşayanların insani yapısıdır anlatılan. Hesse’nin sıra dışı eserlerinde varoluşun dev girdabını vurgularcasına “Dünyayı küçültmek yerine sonunda bütün dünyayı ruhuna katmak zorunda kalacaksın” ifadesindeki korkunç hayali yaşayanlardır anlatılan. Anlatılan inanmak için düşünenlerin “İnsan tekliktir” diyerek içe kapanması ancak sonradan anlamak için inanma noktasına gelenlerin insan çokluktur diye haykırmasıdır. İlham ve vizyon / imajinasyon ile görünenin, hissedilenin ruhta ve akılda başkalaşarak yeniden yaratılmasıdır. Anlatılan insanın umutsuzluğunu değil 15 bin yıllık düşünsel evrimindeki en derin boşluk ve kaosun dile getirilmesidir, doğanın değil hayatın doğasının resminin yapılmasıdır, insanları ve bir ülkeyi değil insanlığın aydınlık ve karanlık varlığının felsefesinin yazımıdır. Kısacası eski Hindu Rigveda metninde anlatılan insanın aklen, ruhen ve bedenen Kozmos ile bir olabilmesine yaklaşanların sıra dışı deneyimlerinin arka planları, düşünsel iskeletleri ve ortak noktalarıdır. Yaşamın, ölümün anlamlarının içinde mutlak evet ve mutlak hayır’ın peşinden koşanların ayak izlerinin takip edilmesidir. Tevrat’ta tanrı “Sen kimsin?” sorusu karşısında kendisini “Ben ki ben olanım” diye açıklar. Peki, hangi yabancı o büyük soruya kendisi açısından cevap bulabilmiştir? Kim kendisini tamamlamış ve mümkün kılabilmiştir? Eco’nun dediği üzere hiç kimse… Nitekim şeylerin, öğrenmenin, olmanın, deneyimlemenin, bilmenin sınırı yoktur ve insana ilişkin olanlar sabit birer sistem değildir.

DOSTOYEVSKİ’DEN MİSTİKLERE YABANCILARIN ULU DAĞLARDAKİ KENDİ PATİKALARI

Colin Wilson’in yabancı için verdiği örneklerde en göze çarpanları hiç şüphesiz Dostoyevski, Van Gogh, Nijinski, Nietzsche ve William Blake. Wilson kendi düşün yapısında bir kategorizasyon ile kitabındaki tüm yabancıları bir sınıfa yerleştirmekte. Anlamsızlık ve hiçlik içinde kaybolan yabancılar, Sartre, Camus. Aydınlanmanın ardındaki boşluğun dev sesi Hesse, Dünyayı ateşten ışıklar içinde görüp yeniden yaratan Van Gogh, yaşam, istenç ve her şeye evet diyebilmenin büyük filozofu Nietzsche ve Wilson’la hemfikir olduğum büyük yazar. Dünya edebiyatının en muazzam karakter, kurgu ve çılgınlık yaratıcısı Dostoyevski. Tüm bunlar nereye varıyor derseniz… Wilson’in sınıflandırmasının alt yapısında keskin ve güçlü şekilde Karamazov Kardeşler’in olası bir yabancının üç büyük sınıflandırılmış katmanını görebilirsiniz. Wilson bir yandan Dostoyevski’nin perde gibi insan gözüne serdiği özgürlüğün en çok ölümle karşı karşıya kalınca fark edileceğine ilişkin vurgularını, metafizikte “ölüme yakın deneyimler” ile olağanüstüyü hissetme gibi tuhaf ve sanatla ilgisiz yerlere de çekebiliyor. Kısacası, Dostoyevski’nin ruhu ve aklı yangın yerine dönmüş kaotik karakterlerini Tolstoy’un ilahi ve bütünlüklü anlamlara koşan karakterlerine benzetme girişime yelteniyor ki ilk eleştirim bu zorlama girişime karşıdır.

Diğer yandan bu noktada Wilson’in kitabı gerçekten de bir yabancının eserine döner. William Blake, Georgi Gürciyev gibi mistiklerin hayatları dile gelirken bir yandan da Böhme, Aziz Juan de la Cruz, Meister Eckhart, Henry Suso ya da Emanuel Swedenborg gibi mistiklerin isimleri sıklıkla telaffuz edilmeye başlanır. Her ne kadar ziyadesiyle mistiğin çalışmalarını okumuş olsam da mantık burada kendi kendine yiter. Wilson “Bir Marksist ile romantik Yabancı arasındaki fark şudur: Biri cenneti yeryüzüne indirmek isterken diğeri yeryüzünü cennete çıkarmayı hayal ediyordur” derken kenti kitabında yer vermediği ve Batı tarihinin en büyük mistiği kabul edilen Rudolf Steiner’in “Golgotha Deneyimi” ya da Batı ezoterizmi / mistisizminin en kapsamlı tarihçisi kabul edilen Jonathan Black’in “Alis Harikalar Diyarı’nı yaratan yaratım gücü” dediği haleti ruhiyeye bürünerek mantık dışılığını açıkça ortaya koyar. Wilson bu noktada yabancının kendi ruhu ve aklına gömülme haline iyiden iyiye girer. Yine de Wilson kitabında yabancının hem rasyonel hem de ezoterik ruh ve düşün mantığına ilişkin kendi içinde tutarlı bir sistem geliştirmiş olmasıyla takdire şayandır. Peki, tutarlı sistem sonuç vermiyorsa ne olur? Wilson’in Doğu mitolojisi/dini anlatılarını iyi anlamadığı da açık. Hindu Tanrıçası Kali’den çıkardığı sonuca hiçbir Brahma ya da Hindu rahip ulaşmış değil. (Gariplik onlarda olmasa gerek)

KENDİ YABANCISINI DİLE GETİREN YAZAR

Wilson’in giderek mistisizme kayması da bir rastlantı değil. O da diğer ezoterikler gibi (ki hepsi Yabancıdır) “Okült: Tarihi” adlı bir eser kaleme alır. İlgi alanım ve Yabancı’nın organik devamı niteliğinde olduğu için bu eserini de okuduktan sonra açıkça ifade edebilirim ki Wilson’in kendi yabancılığına bulduğu çözüm bilinen mistik/ezoterik bir ekolün, okulun, ismin öğreti ve yazınlarından çok farklı olarak Aleister Crowley’nin düşünceleri kadar temelsiz, köksüz, ve uçuk. (Çok derinlere değil en azından kitabında bahsi geçen Francis Bacon’i ve ülkesinin en büyük mistiği kabul edilen Dr. John Dee’nin çalışmalarına girseydi güçlü bir sistem iddiası ortaya koyabilirdi.) Aslında Wilson da her yabancı gibi kendisini tam ifade edemez. Farmasonluğun altın (V.I.T.R.I.O.L.), Hermetizm’in gümüş cümlelerini açıklaması (As above, so below) bile bu kitapta varmak istediği sonuca onu doğrudan götürürdü.

MÜTHİŞ BİR ÇEVİRİ

Ben büyük bir teşekkürü de genç yaşına karşın tek kelime ile olağanüstü bir çeviriye imza atan Cihan Barış Özkan’a sunmak istiyorum. İsmini vermeyeceğim ancak Türkiye’nin en ünlü edebiyat çevirmenlerinden birisinin çevirdiği yeni yayımlanan bir kitap okuyorum şu anda ve bakıyorum da eski nesilde dinozorlaşma almış başını gitmiş. Cihan Barış bir yandan Türkçe’yi eski ve yenisi ile harikulade kullanmış. ‘Yabancı’ gibi varoluşçu felsefenin içine giren, metaforik temalarla, edebi betimlemelerle, psikolojik davranış tanımlamalarıyla dolu, gerçek manada kompleks bir yazın tekniğine sahip bir kitabın hakkını vermiş. Roma İmparatorluğu’nda artık statükoya dönüşmüş, kırılmaz, genişlemez ve evrilmez kanunları temsil eden insanları eleştirmek için bir söz vardır. “Yaşlı Cato’ların anılarını yazmasının zamanı geldi” derler. Cihan Barış Özkan gibi tam donanımlı dostların önünü açmak için bizdeki Cato’ların evrimde giderek içine girdikleri yere doğru gitmeleri gerekli.

İnsanın sınırsız öğrenme, deneyimleme, sezinleme, anlamlandırma, hayal etme ve yaratım potansiyeli var. Bu aslında olağan nitekim potansiyel herkesin içinde. Dolayısıyla klişe ile ifade etmek gerekirse olağan insanlar için yazılmış olağanüstü insanların analizi olarak görmemek gerekir bu eseri. Bu kitap aslında hepimiz gibi olanların, olağan insanların olağanın dışına sıkıştırılmış insanlara “Aşkın olun ve yaratın. Sorun ve anlamlandırın!” haykırışlarıdır. Bu müthiş eseri okumaya başlamadan önce benim bir de önerim olacak. Güncelliğini koruduğu için kendinize biraz zaman ayırın ve öncelikle “At Eternity’s Gate” filmini izleyin. Yabancılaşmanın radikal aşamalarını size yaşatacak bu filmin ardından Ambrose Bierce’in “Owl Creek Köprüsünde Bir Olay” öyküsünü okuyun. Verilebilecek yüzlerce öykü, şiir, roman, novella içinde bu öykü Yabancı’nın ayaklarını yerden kesen müthiş an ve deneyimlemenin en açık, anlaşılır örneklerinden birisidir. Sonrasında Wilson’in ‘Yabancı’sına başlayın. Wilson’a benzeyen çok daha eskilerin ‘Felsefe taşına dokunma’ dedikleri deneyimi yaşayacağınıza eminim.

Paylaş

Önerilen Haberler

Bir yanıt yazın