LETHE’CİLİK KAYBETTİ METALCİLİK KAZANDI!
Kasım’ın soğuğunda heavy metal yüreklerimizi ısıtmaya gelen Dark Tranquillity, İzmir, Ankara ve İstanbul’da üç gece üst üste konser verdi. Kayıtlara geçsin, yazalım bulunsun. Döviz krizi böyle giderse bu grupları yurtdışında bir festivale gidip izlemek çok zor olacak. O yüzden bu çapta bir grup bize geldiyse, gitmemek, görmemek çok şey kaçırmak anlamına gelebilirdi. Sonuçta konser açıklandığında Euro 7’nin altındaydı ve bugün 15’i zorluyor! Hem zaten pandemiden sonraki ilk büyük metal etkinliğiydi. Herifin biri “pandemi başladığından beri en güzel geçen günüm oldu” yazmış. Bunlar daha iyi günlerimiz; Beşiktaş gibi tepetaklak gidiyoruz. Her şey bom bok, her şey yarım yamalak…
90’ların başında İsveç’te bir grup genç yeni kurdukları gruplarda grindcore tabanlı riffler kullandı. Aynı müziğe progresif rock etkileri yerleştirmeyi ve Iron Maiden soloları eklemeyi başardılar. Kuzey’den gelen metalin yeni sesine “Göteborg sahnesi” dendi. İcracıları arasında In Flames, At the Gates ve Dark Tranquillity kurucu babalar olarak kabul ediliyor. Göteborg o yıllarda Beşiktaş’la Şampiyonlar Ligi ön elemesinde eşleşmiş, Ullevi Stadyumu’nda 2-0 kazanmış, İnönü’deki rövanşta da gruplara kalmayı başarmıştı. Bu yenilgi bizim kuşağın futboldaki ilk büyük travmaları arasındadır. Zira, 30 Eylül 92’deki rövanş maçında Galatasaray’ın Neuchatel Xamax’a yaptığının (3-0’ın rövanşında 5-0!) benzerini biz de yapabilirdik. Şampiyonlar Ligi’nin ilk sezonunda organizasyonda yer alan ilk Türk takımı onlar değil biz olabilirdik. Erken ve basit gol, İstanbul’un sıcak bir yaz gününde soğuk duş etkisi yaratmış, maçı kazansak da tur için yeterli olmamıştı. O gün Mikael Stanne Göteborg’daki evinde çılgınlar gibi sevinmiş o coşkuyla Skydancer albümünün ilk notalarını yazmıştı!
Aradan geçen 30 yılda heavy metal sahnesinde hatırı sayılır bir yer edindiler. Türkiye’ye birkaç kez geldiler. Sadık bir hayran kitleleri, bilindik parçaları ve Göteborg denince akla gelen ilk şeylerden oldular. Son konserde ise izlediğimiz grubun ismi Dark Tranquillity olsa da ruhunda yaralar açılmış, asıl elemanları olmayan, sadece Mikael Stanne ve yeni elemanlardan oluşan başka bir grup izledik gibime geldi.
Dark Tranquillity külliyatının oluşmasında en büyük pay sahibi olan, söz yazarı ve besteci Niklas Sundin 2020’de gruptan ayrıldığını açıklamıştı. Onu, davulcu Anders Jivarp’ın bu yıl gelen şok ayrılık kararı takip etti. Bu iki isim Dark Tranquillity fanları tarafından apayrı sevilen, çok özel müzisyenlerdi. Göteborg sahnesini kuran isimlerden ikisi peş peşe gruba veda ederken Stanne yalnız kaldı. Üstüne, Atoma ve Moment albümlerinde çalan basçı Anders Iwers de grubu bıraktı. -Iwers ismine daha çok In Flames “line-up”ından aşinayız- Yılların projesi bir şekilde devam ettirilir ama ne demiş şair “Ayrılığımızı hissettiğim an demirler eriyor hırsımdan.”
O yüzden, 2015 Rock Off konserinde gerçek Dark Tranquillity’yi izlediğimize yemin edebilirim. Farklıydı; hem son iki albüm ağırlıklı bir setlist olması hem de kadro kalitesi hasebiyle…
Küçükçiftlik Park’taki konserde gitarlarda Christopher Amott ve Johan Reinholdz’u izledik. Amott’u Arch Enemy’den biliyoruz. İsveç sahnesinin en az Sundin kadar meşhur isimlerinden. Dolayısıyla iyi transfer. Reinholdz ise Andromeda’daki ekürisi… Artık ikisi de Dark Tranquillity’nin tam zamanlı ve kadrolu gitaristi. Koskoca Jivarp’ın yerinde ise Joakim Strandberg Nilsson diye hiç tanımadığımı biri oturuyordu. Sözleşmeli davulcu. Basta ise yine sözleşmeli ve atama bekleyen Christian Jansson…
Ön grupları atlıyorum… Konsere Black Sabbath’tan Iron Man dinleyerek başladık. Dark Tranquillity şovunun açılış parçası ise Moment’in açılış parçası olan Phantom Lord ve işte melodik death metalin gür sesi, İsveç’in şekerli köftesi Mikael Stanne karşımızda. Her şeyin bom bok gittiği bir zamanda size buradayım diyor.
Son iki albümü iyi etüt ettiğim için, o sevdiğim şarkıları canlı canlı dinlemenin keyfi paha biçilemez. Araya bir de eskilerden, Damage Done’ın çileği The Treason Wall girince işte o zaman iyi ki gelmişim dedim.
LETHE’CİLİK KAYBEDECEK!
Evden çıkmadan önce DeliKasap sosyal medya hesaplarında İzmir ve Ankara konserlerinin yorumlarına bakmıştım. İnsanların şarkı aralarında “Lethe” diye bağırdığı yazılmış, bu durum “mallık”la ilişkilendirilmiş. İlk iki konserde ne yaşandıysa İstanbul konserinde iki katının yaşandığına eminim. Setlistte olmayan bir parçayı ısrarla istemek, koro şeklinde sahneye istek göndermek Stanne’yi biraz gerdi ve bence biraz da düşürdü açıkçası… O an çıkıp “Ne lan her akşam her akşam? S2yim Lethe’nizi!” diyecek sandım ama seyirciye “Are you old school?” diye sordu ve ekledi, “Seneye yine geleceğiz ve o zaman çalarız. Madem eskileri çok seviyorsunuz o zaman alın size.” İşte Punish My Heaven’ı böyle anons etti. Kırılan kalpleri onarır gibi söylememişti bunu.
The Gallery albümünün açılış şarkısı, çeyrek asırlık hikaye, 90’ların metalciği için bir kilometre taşı. O albüm grubun diskografisinde hep özel bir yerde görülmüştür. Konsept bir albüm olması ve Lethe gibi bir süper hit barındırması açısından değil, melodik death metalin erken ve en önemli icralarından olması nedeniyle de…
Ne var ki; Türkiye’de Dark Tranquillity denince akıllara Lethe’nin gelmesi gibi bir sorunumuz var. Grubun üzerine yapışmış çıkmayan, metalci olmayanların bile severek dinlediği, her zaman hatırlanan bir şarkı olmayı başarmış bir şekilde. Setliste bakmadan Dark Tranquillity konserine gidenlerin birbirlerine “Lethe’yi dinleriz” dediğini duyar gibi oluyorum. Ne yazık ki popüler kültürün malzemesi olmuş, “dinlerken ağlama isteği uyandırıyor” diyen melankolik kız şarkısına dönüşmüş, overrated bir hal almıştır gözümde. Hep bunlar yüzünden. Öte yandan, objektif olmak gerekirse, Dark Tranquillity marşına dönmüş bir şarkıdır. İstekçilere de hak veriyor insan.
Bazen oluyor böyle şeyler; konserine gittiğiniz grup en sevdiğiniz şarkıyı o gün çalmayabiliyor. 2010 Iron Maiden konserinde sıkılanlar olmuştu. Final Frontier albümü yeni çıkmış, babalar İstanbul’da içinde Run to the Hills bile olmayan farklı bir setlistle karşımıza çıkmıştı. Mesela “Letce’ci tayfa” yaşadığı hayal kırıklığının benzeri ben de yaşadım. Niye? Çünkü Dark Tranquillity’nin en gaz parçası olan “Shadow in Our Blood” çalınmadı! En çok gaza geldiğim an ise sonlara doğru Encircled patlattıkları andı.
İstanbul’a defalarca geldiler ama ben iki kere izledim. Heaven’la (2000), Damage Done’la (2002) aynı yaşta, Character’dan (2005) birkaç yaş büyük ve metale susamış bir kitleyle birlikte izliyoruz artık konserleri. Bu çok özel bir durum. Eğlenmeme baktım. Kadro ne kadar değişirse değişsin, hayvan gibi çaldılar. Sevdiğim bütün şarkıları çaldılar. Bira almaya gitmeye bile üşendiğim seriler yaşattılar. Sonuçta metalcileri memnun eden, lethe’cileri biraz üzen bir geceydi.