“COSA MUSICA” – “BİZİM MÜZİĞİMİZ”
Emir erine dönen Frank Sinatra, fidye için kaçırılan Jimi Hendrix ve sömürülen The Beatles! Müziğe hükmeden ABD mafyasından CIA’ye…
Popüler müzik tarihinin en büyük yıldızlarını çıkardığı ABD’de eğlence, kültür ve sanat endüstrisi uzun yıllar boyunca ülkeye göç eden İtalyan kökenli mafya ailelerinin elinde bir sömürü ve kazanç alanı olarak kullanıldı. Mafya aileleri yeri geldi Frank Sinatra’yı emir erine çevirdi yeri geldi Jimi Hendrix’in hayatı karşılığında menajerinin yasadışı işlerini zorla elinden aldı. 1992 yılında son büyük mafya lideri kabul edilen John Gotti’nin kodesi boylamasıyla 60 yılı aşkın süre boyunca sektörün kanını emen bu karanlık güçler de endüstriden çekildi. Ancak araştırmacılara göre halen plak firmalarının hatırı sayılı bir kısmı bu ailelere göbekten bağlı durumdalar. Ve evet, çok sayıda insan bu karanlık tarih içinde öldürüldü.
Küresel eğlence, sanat ve kültür sektörlerinin en büyük gelir kaynaklarından olan müzik endüstrisi dev yıldızlarını çıkardığı ABD’de uzun yıllar boyunca İtalyan kökenli mafya ailelerinin elindeydi. ABD’deki İtalyan kökenli mafya aileleri ya da diğer adıyla ‘Cosa Nostra’ (İtalya’daki suç geleneklerinden kendilerini ayırt etmek için “Bize ait olan şey” – “Bizim şeyimiz” anlamında kullanılır) uzun yıllar boyunca Frank Sinatra, Elvis Presley, The Beatles ya da Jimi Hendrix gibi isimleri kendilerine bağladılar. Kimi sanatçılar bilerek ve isteyerek mafya ile ilişki kurdu kimileri ise menajerleri aracılığıyla yürütülen finansal bağlar dolayısıyla bu karanlık ağların farkına uzun yıllar sonra vardı. Ne var ki ellerinden bir şey gelmedi. FBI, yargıçlar ve gazeteciler tarafından didik didik edilen bu konu bir yandan da çok sayıda kült filmin ve kitabın da teması haline geldi. Resmi verilere göre ABD’de müzik endüstrisinin yüzde 90’ından fazlasını bir dönem perde arkasından Cosa Nostra yönetti. Her şeyi başlatan adam ise gangsterler tarihinin en şöhretli ismi Al Capone oldu. Al Capone cezaevinde eşi için bir aşk şarkısı da besteleyerek bu absürt gerçeklikten oluşan resmin son fırça darbesini vurdu. İşte Jimi Hendrix’in kaçırılmasından tutun mafya ilişkileri içerisinde pinpon topuna dönen Frank Sinatra’ya kadar uzanan o grotesk olayların tarihi…

60 YILLIK SÖMÜRÜ
Geçtiğimiz günlerde değerli dostum ve meslektaşım Murat Arda (Atlantis’ten Gelen Adam) ile konuşurken mafya/suç filmlerinin vazgeçilmez isimlerinden Joe Pesci’nin küfürlerle dolu diyalogları üzerinden bir şakalaşma atışması yaşadık. (Joe Pesci-Robert De Niro gibi karşılıklı atışmadık. Her şey iyi ve hoş geçti. Şu modern, ruhsuz ifadeyle çok keyifliydi!) Pesci, malum mafya takıntılı Amerikalı yönetmen Martin Scorsese’nin üç kült filminde (‘Casino’ – 1995, ‘Goodfellas’ – 1990 ve ‘The Irishman’ – 2019) boy göstermiş bir oyuncu. İtalyan köklere sahip aktör bu yapımların yanı sıra ‘Once Upon a Time in America’ – 1984, ve ‘A Bronx Tale – 1993’ gibi unutulmaz filmlerde de ekran karşısına çıktı. Bu filmlerdeki ortak noktalardan birisi de müzik. Evet, ABD’de işçi sendikalarından, inşaat sektörüne, spor endüstrisinden, eğlence ve hizmet sektörüne ve hatta Beyaz Saray’a doğru uzanan koca bir toplumsal dokunun her tabakasında Cosa Nostra’nın kamu imajı, para kazanma ve aklama, politik ve ekonomik güç için sirayet etmediği hiçbir alan yok. Kendi döneminde New York’un ve tüm ABD’nin en güçlü mafya lideri olan John Gotti’nin 1992 kodesi boylamasının ardından ‘Altın Devri’ kapanan aşağılıklar topluluğu kimi zaman para kazanmak, kimi zaman halk gözündeki imajlarını güçlendirmek bazen de kişisel çıkarları gereği müzisyenleri de kullandılar. Dev bir gangsterler ülkesi olarak ABD’de bir asrı aşkın süredir hüküm süren İtalyan kökenli mafya yapılanması ile adı anılanlar ise popüler kültür ve müzik tarihinde tüm dünyaca tanınan isimler durumundalar.

RUHUNU SATAN SINATRA
Yaşanan olayların merkezinde ağırlıkla New York kenti bulunmakta. Şehrin ünlü 5 suç ailesinden birisi olan Colombo ailesinin bir dönem 3 numaralı isim olan ancak şimdilerde bilgi sattığı hükümetin koruması sayesinde işlediği suçları televizyonda ve sosyal medyada anlata anlata bitiremeyen Michael Franzese’nin “kadife sesli sanatçı” Frank Sinatra hakkındaki iddiaları bu anlamda çarpıcı nitelikte. Franzese, popüler müzik tarihinin en unutulmaz seslerinden birisi olan ve kendisi de İtalyan köklere sahip bulunan Sinatra’yı “New York’un İtalyan kökenli mafya ailelerinin yükselttiğini” iddia etmekte. Söz konusu iddialara göre Sinatra’nın tüm plak anlaşmaları, boy göstermek istediği filmler, kentler ve mekanları mafya ayarladı. Elbette başta Sinatra’nın ücreti olmak üzere ne zaman bir sorun ortaya çıksa gelmiş geçmiş en kült filmlerden kabul edilen ‘Godfather’daki meşhur diyalog ile sorun çıkaranlara mafya “reddedilemez teklifler!” sundu. Sinatra, askerden kaçmak isteyince de mafya devreye girdi ve “işi halletti.” Sinatra’nın başta ABD eski Başkanı John F. Kennedy’nin o dönem ABD Başsavcısı olarak görev yapan kardeşi Robert F. Kennedy ile birlikte yediği haltları da ayarlayan ve kamudan saklayan bizzat mafya oldu. Bu haltlar arasında “dünyanın en ünlü sarışını” oyuncu Marilyn Monroe’nun iki isim tarafından metres olarak sömürülmesi de yer almakta. Sinatra tüm bu “iyiliklerin” karşılığında ise bir köpek gibi (ruhunu şeytana satmak!) ne zaman ihtiyaç olsa mafyanın düğünlerine, mekanlarına koşuşturup durdu. Sinatra’nın ünü zamanla başta genç Elvis Presley olmak üzere yeni kuşak asilerin gücüyle sarsılmaya başladığında ise bu kez mafya Sinatra’nın sahne aldığı mekanları “bir telefonla” doldurmaya başladı. Bir suçlunun sözlerine güven olmaz ancak ABD Federal Soruşturma Bürosu – FBI uzun zaman sonra, 40 yıl boyunca takip ettiği (mafya bağlantıları dolayısıyla) Sinatra hakkındaki dosyasını kamuya açık hale getirdi. Görünen o ki tüm iddialar doğru. Kayıtlara göre Sinatra poposunu Chicago kentinin kontrolünü bir dönem elinde tutan mafya patronu Sam Giancana’ya emanet etmişti nitekim aşırı lüks yaşamı içinde sefahatten boğulan kadife sesli adamın tüm borçlarını Giancana sağlamıştı.

CASTRO’YU DEVİRMEYE ÇALIŞTILAR
Bununla kalsa iyi, Küba’daki turizm, şeker, tütün ve casino ağı Fidel Castro öncesinde Cosa Nostra’nın elindeydi. Castro ülkedeki tüm yasa dışı faaliyetlere son verdi ve ekonominin ana kalemlerini ulusallaştırdı. Bu süreçte mafyanın kafasında gezen tilkiler “şans eseri!” Sinatra’nın ayaklarına dolandı. Giancana’nın metresi Judith Campbell Exner mafya liderinin direktifiyle Sinatra aracılığıyla ABD Başkanı John F. Kennedy ile tanıştırıldı. Kennedy bu tanışmayı bekliyordu çünkü Kennedy ailesinin babası olan ilk Kennedy, iş insanı ve politikacı Joseph Patrick Kennedy’nin yatırım zararlarının ciddi bir kısmını mafya karşılıyordu. FBI kayıtlarına göre baba Kennedy oğlunu aradı. Oğlu Sinatra aracılığıyla Judith ile tanıştırıldı. Judith kısa süre sonra hem Giancana hem de Kennedy’nin ortak metresi ve habercisi haline geldi. Peki iki isim ne hakkında haberleşti derseniz? Resmi kayıtlara göre Küba’da Fidel Castro’yu devirmeyi amaçlayan ve dev bir başarısızlıkla sonuçlanan ünlü 1961 tarihli ‘Domuzlar Körfezi Çıkarması.’ Nasıl? Artık pek de kadife sesli gelmiyor kulağa değil mi bu aşağılık adam? Bitmedi! Chicago mafyasından iki kardeş Joseph ve Charles Fischetti patronlarından gizli şekilde yürüttükleri (ABD’deki İtalyan kökenli mafya yapısında uyuşturucu ticareti yasak olduğu gibi yakalananlar öldürülüyordu) yasadışı madde trafiği ile de bağlantısı var karaktersiz sanatçının. Sinatra kendisini bağlayan 1951 tarihli telif anlaşmasından çıkamadı. İki kardeş tehditlerle telif şirketini “ikna edip!” anlaşmayı bozdular. Peki, karşılığında ne aldılar? Uyuşturucu ticareti yürüttükleri “ticaret şirketi” Sinatra’nın üzerine yapıldı. Eh, giriş var çıkış yok diye boşuna demiyorlar bu işlerde… Sinatra’nın nasıl mafya köpeği haline geldiğini ise en açık şekilde Godfather filmi ortaya koydu. Serinin kült başlangıcı olan ilk filmdeki ‘Johnny Fontane’ karakteri doğrudan Sinatra’yı temsil eder halde kurgulandı.

ELVIS’İN KANINI EMDİLER
ABD’nin en ünlü suç habercilerinden, yazdığı her kitapla toplumda şok etkisi yaratan gazeteci Hunter S. Thompson ise ‘Rock’n Roll’un Kralı’ Elvis Presley hakkındaki araştırmaları ile gündeme gelmekte. Söz konusu araştırmalara göre Elvis hataya en başından düştü. Elvis’in menajeri ‘Albay Tom Parker’ geldiği ülke olan Hollanda’da çok sayıda suçtan aranan bir isimdi. Elvis’in tüm ülkede yükselişini sağlayan Las Vegas sahnelerinde Parker’ı hükümet karşısında koruyan karanlık adamlar ise Las Vegas’ı kendi elleriyle dünyanın en büyük casino kentine çeviren isimlerdi. Çölün ortasındaki bu kenti dünyanın en büyük eğlence merkezine çeviren tüm isimlerin, casino ve otelleri kuran karanlık adamların tamamı mafya patronuydu ve hem Parker’ın güvenliği hem de hiçbir suçu olmayan Elvis’e zorla dayatılan anlaşmaların tümünde mafyanın parmağı vardı. Elvis’in sahne aldığı ünlü The International Hotel’in sahibi, ailesinin kökleri Anadolu’ya uzanan Ermeni asıllı Kerkor ‘Kirk’ Kerkoryan’dı. Elvis birçok kez bu otelle olan anlaşmasını bitirmek ve Avrupa’ya açılmak istediyse de her defasında menajerinin otele olan kumar borçları dolayısıyla anlaşmasını yenilemek zorunda kaldı. Bu gerçeğin farkına uzun yıllar sonra varan Elvis’in kontratına sahip olan Kerkoryan’ı zorlayan isim ise Charles ‘The Blade’ Tourine olmuştu. ABD’nin kuzeydoğusundaki mafya liderleri arasında bulunan Tourine, Elvis’e uyuşturucu, silah ve sınırsız bir gece yaşamı sunulması için de direktif verdi. Üç isim ortaklaşa Elvis’i uyuştururken menajer Parker’a da otelde sınırsız kumar limiti tanındı. Parker’ın peşine düşen FBI’ya göre Kerkoryan bunu isteyerek yapmadı çünkü anlaşmaya göre Elvis’in bir ay boyunca haftanın yedi günü gecede iki performans sergilemesi gerekiyordu. Böylesine zorba bir anlaşmayı ancak mafya isteyebilirdi ve zaten anlaşma için tehdit ve baskı da doğrudan Tourine’den geliyordu. Tourine aynı dönemde eğlence dünyası ile “daha yakından ilgilenmeye de” başladı ve film yapım şirketi MGM’in 2.2 milyon dolarlık hissesini satın aldı.
BEATLES’IN PATRONU MAFYA
Tourine bununla da yetinmedi ve The Beatles’ın plaklarının yayıncılık ve dağıtım haklarına “birden” ortak oluverdi. O dönem Capitol Records’a ait olan bu haklara ortak olmasından yalnızca 2 hafta sonra ise haklarını bu kez hiçbir ek ücret istemeden aldığı fiyata firmaya geri sattığını açıkladı. Daha önce iki kez mafya bağlantılı soruşturmalarda mercek altına alınan şirkete ilişkin bilgilere göre mafya ailelerinin ortak ‘Komisyon’ toplantısından çıkan kararlardan birisi Tourine’in ödünü patlatmaya yetmişti. Tourie öylesine korktu ki Elvis ile yapılan anlaşma mafya liderinin Las Vegas’taki son girişimi olarak resmi kayıtlara geçti. Kısacası ‘Komisyon’, The Beatles’in albüm paralarını kimselere bırakmamaya kararlıydı! İngiliz İşgali değil mi? Kim kimi işgal ediyor bu durumda?
YAHUDİ MAFYASI SAHNEDE
Mafya kurbanı olan bir başka sanatçı da Pop Rock’ın ünlü isimlerinden Tommy James. James yıllarca tanınmak için mücadele verdi ve sonunda ‘Hanky Panky’ parçası hit olunca 1966 yılında New York’a giden James burada kendisine teklif sunan “Ahtapot” lakaplı prodüktör (aslen Musevi mafya babası) Morris Levy ile anlaştı. Levy’e takılan ismin gerekçesi sahip olduğu ‘Strawberry Record Stores’in ABD’deki en büyük müzik mağazası olması ve ‘Roulette Records’ müzik yapım firmasının da her ne hikmetse “radyolarda 1 numaraya çıkan hit parçaları üreten müzisyenlere sahip olmasından” kaynaklıydı. James yapım firmasının neden çok sayıda müzisyenle çalışmadığını ise imzadan bir gün sonra öğrenecekti. Levy anlaşmaya koyduğu özel maddeler sayesinde tüm parayı kendisine ayırıyordu. Bu yetmezmiş gibi sanatçıların eserlerini yasa dışı yollardan çoğaltıp kendi mağazalarında yarı fiyatından satıyordu. Ve bunu birçok plak firmasına da zorla kabul ettiriyordu. Gücünü nereden alıyordu derseniz Levy ABD’de her zaman için Cosa Nostra’nın emriyle çalışan Meyer Lansky, Arnold Rothstein ve Bugsy Siegel’ın da dahil olduğu ünlü Yahudi mafyasının üyesiydi. Cosa Nostra’nın direktifleri ve koruması altında çalışan (çünkü İtalyan kökenli değillerdi) bu mafya topluluğu bir yandan ülkedeki tüm plak firmalarına hükmediyor diğer yandan ise kendi elleriyle Las Vegas’ı yaratıyorlardı. Gerekli paranın büyük bir kısmını ise o dönem ABD’deki en büyük sendika olan Kamyoncular Sendikası’nın efsanevi lideri Jimmy Hoffa’dan alıyorlardı. Hoffa, 1.3 milyon üyeli sendikanın emeklilik ve sigorta paralarını yatırım parası olarak Cosa Nostra adına Yahudi mafyasına veriyordu. Anlaşmalar bozulduğunda ve Hoffa sendika içinde kendisine rakip olan Cosa Nostra üyeleriyle savaşmaya başladığında Las Vegas çoktan tamamlanmış bir projeydi. Hoffa ise 1975 yılında bir anda ortadan kayboldu. ABD’deki yaygın kanaatin yanı sıra polis ve FBI soruşturmalarının vardığı sonuca göre bir dönem Elvis’ten daha ünlü olan ve Başkanlık seçimlerine etki edebilecek kadar sendikal gücü elinde toplayan Hoffa “Çok büyük olasılıkla” tamamı İtalyan kökenli Genovese, Tocco–Zerilli ve Bufalino mafya ailelerinin ortak kararıyla öldürüldü ve cesedi asla bulunamadı.
MÜZİĞİ SARAN ‘AHTAPOT’
Üyeleri başlangıçta Charles ‘Lucky’ Luciano sonrasında ise Vincent Gigante gibi Cosa Nostra liderlerinin emrinde olan Yahudi mafyasının önde gelen isimleri hem akla gelmeyecek yöntemlerle para kazanmayı biliyorlar hem de tüm mafya liderlerinin oluşturduğu ‘Komisyon’ adı verilen yasa dışı ortak karar mekanizmasının mali hesaplarını tutuyorlardı. ‘Ahtapot’un doğrudan hesap verdiği karanlık isim ise mafya patronu Tommy Eboli’ydi. “Ben müzikten anlamam paranın sesi kulağıma hoş geliyor” sözüyle aslında mafyanın neden bu işlerin içinde olduğunu gözler önüne seren Eboli ise “eşsiz fikrini!” ileri sürdü. Müzik endüstrisi tarihine ‘Payola’ ifadesiyle geçen ve çalınması istenen şarkılar için radyo istasyonlarına el altından para ödeme yöntemi olarak bilinen rüşvet faaliyetleri Eboli’nin fikriydi. Tüm ülkede bu işin büyük uygulayıcısı ise ‘Ahtapot’ Morris Levy oldu.

CESUR ROCKERLAR KORKAK LAVUKLARA KARŞI
Yahudi mafyasının lideri Meyer Lansky ise her şeyin arkasındaki görünmez beyin olarak bir gölge gibi etkisini sürdürdü ve endüstriyi sömüren çoğu fikri bulan ve uygulayan suçlu oldu. Öyle ki kumarhanelere paralı müzik kutusu (Jukebox) koyma fikri ondan çıktı. Nikel para akışı öylesine çok oldu ki Lansky ana üretici firma olan Rudolph Wurlitzer Şirketi’yle kendi ortakları ile bağ kurup en küçük kafelerden en büyük restoranlara kadar jukebox’lar satmaya başladı. Adamlar müziğe bayılıyorlardı! Gus Russo’nun mafya tarihi araştırması olan 2003 tarihli ‘The Outfit’ kitabındaki iddialara göre diğer firmalar da bu işin içine girince “başka firmaların dağıtımcıları öldürülmeye başlandı.” ABD’de müzik endüstrisi ile mafya arasındaki keskin bağları gün yüzüne çıkaran onlarca gazetecilik ve araştırma kitabının ortaya koyduğu ortak sonuç göstermektedir ki bağlantılı oldukları dönem boyunca müziğin asıl kazancı ve geliri arka plandaki Cosa Nostra’a akmıştır. Elbette bu araştırmalar popüler isimlerin bağlantılarını da ortaya koyuyorlar ancak artık kendisi de popüler müzik endüstrisinin büyük bir parçası haline gelmiş bulunan Heavy Metal’in bundan sıyrılabileceğini düşünmeyin. Nitekim hem yayıncılık dünyasındaki eserlerin ve hükümet belgelerinin hem de akademik araştırmaların ortaya koyduğu gerçek şu ki bir takım Heavy Metal grupları CIA tarafından kullanılırken bir kısmı da ABD ordusunda işkencelere alet edildi. Mafya bağlantısı? Bunu size bırakıyorum çünkü çok net bağlantılar var ve iddialara göre müzisyenlerin çoğu bu bağlantıların farkında bile değiller. Onların gözünde işleri her zamanki gibi menajerler, plak firmaları yetkilileri yürütüyor ancak onların üstünde halen mafyanın ve devletin kısmi bir gücü bulunuyor. Size yalnızca üç isim vereceğim ve araştırmasını size bırakacağım. Bu üç örnekteki müzisyenler CIA tarafından bir dönem kullanıldıklarını ya da mafya tarafından anlaşmalarının bir dönem sömürüldüğünü yıllar sonra öğrendiler. Metallica, Megadeth ve KISS! Bu bağlantılar hakkında açıkça konuşma cesaretini gösteren Patti Smith, Gene Simmons gibi isimlere ise büyük bir saygı duyuyoruz. Bu isimler de en az Rock müziği Amerikan Kongresi önünde savunan Dee Snider ya da Frank Zappa kadar saygıyı hak ediyorlar. İsmi özellikle CIA ile geçmişte ya da şimdilerde anılanlar! Olağanüstü müzikleri bir yana ancak yukarıdaki bağlamı açıkça dile getiren cesur sanatçılarla kıyaslandığında karakter olarak beş para etmezler! Belge belge geçmişleri gün gibi ortada bu tecimsel kaygı içindeki korkakların! Lan bir de bunlara tapınılıyor ya akıl alır gibi değil! Eh ne demiş düşünür: “Herkes ancak hayallerini yıkmayacak, aklındaki dünyayı değiştirmeyecek kadar gerçeği kabul edebilir…”

HENDRIX’İN ÖNCE HAYATINI KURTARDILAR SONRA DA KARARTTILAR
“Gitar Tanrısı” lakaplı Jimi Hendrix’in de “suç tanrılarına” ruhunu satanlar arasında olduğu hep iddia edildi. Hendrix’in menajeri Michael Jeffery özellikle İngiltere’de ünlenen sanatçıları ABD’deki müzik piyasasına sokmaktaki maharetleri ile popüler kültür tarihine adını yazdırmış bir isim. Jeffery, Hendrix’i ABD genelinde festival festival gezdirirken mafyanın gözü de üzerindeydi. 1969 yılında New York’ta düzenlenen ve popüler kültür tarihinde hippi kuşağının müzikteki karşılığı olarak belleklere kazınan ünlü Woodstock Festivali’nde Hendrix muazzam bir performans sergilemişti. Hendrix festivalin ardından da kentteki ‘Salvation Club’a giderek after party kıvamında büyülü performansına devam etti. Kulüp müzisyenler, sanatçılar ve mafya üyeleriyle kaynıyordu! Kulübü after party için tutanlar sanatçılardı ancak kulübün işletmecileri mafya üyesiydi. (Bazı sanatçıların gerçeklikten uzak o masum saftorikliği dünyanın her yerinde var maalesef!) O gece kulüpte bulunan mafya üyesi Jon ‘Riccobono’ Roberts’ın kaleme aldığı anılarına göre Hendrix performansından kısa süre sonra sahne arkasından kaçırıldı! Kaçıran yeni yetme İtalyan asıllı mafya üyelerinin amaçları hem ünlü olmak hem de rehin tuttukları Hendrix karşılığında menajerinden para kazanmaktı. Alacakları parayı da patronlarına verip aklı sıra sadakatlerini ispatlayacaklardı. Ancak ölümcül bir hata yaptıklarının belki farkında bile değillerdi nitekim mafyanın işlettiği bir kulüpten sanatçı kaçırmışlardı. Panik başladı. Hızla ileri sarıyoruz! Ayılıp bayılan Jeffery kulüp menajerini aradı. Menajer mafya patronunu aradı. Patron ise Riccobono’yu aradı. Cosa Nostra yapısı “bir şekilde” genç mafya üyelerine ulaşarak “Hendrix’in kılına zarar gelirse ağır bedeli olur” mesajı ulaştırdı. Kaçıranların yeri de tespit edildi ve Riccobono’dan “hayatları boyunca unutamayacakları şekilde sağlam bir dayak yediler.” Hendrix teşekkür etmek için kulübe döndüğünde mafya patronları kendisini bekliyordu. Riccobono’nun ifadesiyle “evsiz kılıklı, uyuşturucu müptelası ve muhtemelen eşcinsel” olduğu düşünülen Hendrix’i gören mafya liderleri elini bile sıkmadılar. Gözleri Hendrix’in menajeri Jeffery’nin üstündeydi. Mafya, Hendrix’in tüm dünyada son iki yıldır sahne performansına en çok para ödenen müzisyen olduğunu öğrenmişti ve menajeri paranın çoğunu kendi hesabına aktarıyordu. Bu parayı ise Bahamalar’da bulunan ve gelir getirmeyen bir inşaat firmasına yatırıyordu. “Mafyanın yardımı sayesinde” bu işe yaramaz şirket kısa süre içinde büyük paralar kazanmaya başladı. Jeffery yalnızca paranın nereden geldiğini anlamıyordu ve zaten anlamasına gerek olmadığını ya da bunu soramayacağını da biliyordu. Hendrix ise hayatını kurtaran Riccobono ile arkadaşlığını sürdürdü ve ilerleyen yıllarda menajerinin bu yasa dışı faaliyetini de öğrendi. Huysuzlaşmaya başlayan Hendrix menajerine dava açacağını ve bildiklerini kamuoyuyla paylaşacağını söyledi. Menajeri yardım için mafyaya koştu ve 1970 yılında Hendrix, 1973 yılında ise menajeri Jeffery öldüler. Soruşturma kayıtlarına göre “Hendrix’in ölümünde Jeffery’nin, Jeffery’nin ölümünde ise mafyanın parmağı olma ihtimali bulunmakta.”

MÜZİĞİ ‘ÖLÜMÜNE!’ SEVEN MAFYA PATRONU
Mafyanın müzisyenlere ya da plak şirketlerine dadanmasına ilişkin kayıtlı binlerce veri var. İşler öyle bir noktaya geldi ki New York’taki Colombo mafya ailesinin bir dönem iki numaralı ismi ve yukarıda ismi geçen Michael Franzese’nin babası olan John ‘Sonny’ Franzese ‘Ahtapot’ Morris Levy’nin sahibi olduğu bir başka plak firmasına (Buddha Records) ortak bile oldu. Mafya ile iç içe olmasına karşın ortağının gerçek kimliğini bir yıl sonra öğrenebilen Ahtapot, Sonny’den çekilmesini istediğinde ise kendisi hakkında “sonuçları ciddi olacak bazı kararlar alındığı” (anlamı: cinayet, suikast) söylentisi sokaklara yayıldı. Ahtapot bir daha ağzını açmadı. Ne de çok seviyorlar müziği değil mi? FBI ve mahkeme kayıtlarına göre plak firmalarının bir başka ortağı olan gece kulübü işletmecisi Norbie Walters da hapse girip çıkan ‘Sonny’e “Ben ortaklık falan hatırlamıyorum” cevabı verdi. Aldığı cevap ise “Eğer kafana bir mermi sıkarsam bu hafızanı tazelemene yardımcı olur mu?” şeklinde oldu. Walters’ın hafızasına ne olduğunu söylememe gerek yok sanırım… ‘Sonny’nin ortaklık kurup hafızalarını hep canlı tuttuğu insanlar arasında Sonny Music’in (kendi adı dolayısıyla sevmiş olsa gerek…) eski patronu Tommy Mottola ve bir dönem Madonna’nın erkek arkadaşı olan (Madonna’nın erkek arkadaşı olmayan bir tek ben varım sanırım) Miami’nin ünlü eğlence dünyası girişimcisi Chris Paciello gibi isimler de bulunmakta. Paciello mafya bağlantısı dolayısıyla cezaevinde yatmış bir isim.
DAVADA TRUMP’I DA KORUDULAR
1983 yılında ABD Adalet Bakanlığı’nın yayınladığı belgelere göre başta MCA Records olmak üzere ABD’deki tüm büyük plak firmaları mafyanın elindeki kukla şirketler durumundaydı. ABD’deki “Top 10”, “Top 100” gibi listeleri bile belirlediği iddia edilen Cosa Nostra aileleri ilgili firmalara nakit para, “garantili başarı!” sanatçılara ise uyuşturucu, sınırsız gece hayatı ve kişisel koruma sağlıyorlardı. MCA’in çatı firması olan MCA Inc.’in bir dönem başkanı olan ABD Başkanı Ronald Reagan sayesinde çatı firma bakanlığın suçlamalarından sıyrıldı. Ancak Reagan’ın Adalet Bakanlığı’na günah keçileri ve kurbanlar sunması gerekiyordu. Sonunda ABD’deki müzik endüstrisinin yüzde 90’ından fazlasına hükmeden “Büyük Altı Firma Soruşturması” başlatıldı. CBS, WEA, Capitol-EMI, BMG, Polygram ve MCA artık bakanlığın ve FBI’ın baskı kuran gözleri ve ani baskınları altındaydı. Cosa Nostra işte burada büyük bir hata yaptı ve Gambino suç ailesinden Sal Pisello’yu MCA’in içine soktu. Perde arkasından şirketi ve sanatçıların kanını emmeye başlayan Pisello 600 bin müzik kaydını bir başka şirkete sattı. Mafya bağlantılı isimler arasında “Tek başına yedirmezler! Paradan pay ver” kavgası çıkınca da herkes yakayı ele verdi ve onlarca isim cezaevinin yolunu tuttu. Bu soruşturma kapsamında çok kritik bir isim ise paçayı sıyırdı. Bu isim New York’taki tüm inşaat işlerinde mafya ile çalışan ve sonradan “buna mecburdum. Herkes mecburdu.” diye itirafta da bulunan ABD Başkanı Donald Trump’dan başkası değil. Geçmişte eğlence ve müzik sektöründe de yatırımları bulunan Trump’ı dava sürecinde koruyan da bizzat Gambino ailesi oldu.
HEPSİ AL CAPONE İLE BAŞLADI
Belki de her şey mafya tarihinde hakkında en çok kitap yazılan ve film yapılan Chicago mafyasının lideri Al Capone ile başladı. Kendi döneminde caz müzisyenlerini maaşa bağlayan, alkol, uyuşturucu ve kişisel koruma sağlayan, canına estiği gibi paralarını emen ilk mafya lideri Al Capone olmuştu. Al Capone 1930’lu yıllarda, ünlü Alcatraz Cezaevi’nde hükümlü olarak yatarken müzik enstrümanları çalmasını öğrendi ve sonunda eşine adadığı “Madonna Mia” adlı acıklı bir aşk şarkısı bile besteledi. Evet, bunu yaptı şaka değil! Modern tarihin en acımasız gangsterinin içinden aşk işte böyle coşa geldi! 1929 yılında Chicago’da Sevgililer Günü’nde 7 rakip mafya üyesini duvara dizip öldürten Al Capone da böyle garip işler yaptı… Bütün bu kan emici sülükler ve vampirler topluluğunun hegemonyası ise Cosa Nostra tarihindeki son büyük mafya lideri kabul edilen John Gotti’nin (daha önceki tüm yargılamalardan sıyrıldığı için ‘Teflon Don’ lakabı almıştı) 1992 yılında suçlu bulunmasıyla sona erdi. O dönemden kalan eski üyelerin iddiasına göre Cosa Nostra eskisi kadar olmasa da müzik ve eğlence sektörlerinde halen etkili ancak büyük güç boşluğunu artık CIA ve FBI doldurur vaziyette. Merak edenler için CIA’in Latin Amerika’da (Ulusalcı ya da sosyalist olan hükümetlere karşı) ve SSCB’de (Mihail Gorbaçov’un Perestroyka – yeniden yapılanma ve Glasnost – şeffaflık sürecinde) birçok Rock grubunu nasıl el altından desteklediğine ilişkin yakın zamanda çok sayıda araştırma eseri yazıldığını da hatırlatalım. İsteyenler bu araştırmalara göz atabilir. FBI’ın etkisi nedir derseniz bu işte bambaşka bir yazının konusudur. Ancak özetle şu söylenebilir: FBI, ABD’nin iç politika amaçları için Rock gruplarının menajerleri ve plak firmaları üzerinde muazzam bir baskı ve zorbalığa sahip durumda.
“Bu yazı 1960’larda öncüsü olduğu ‘Yeni Gazetecilik’ akımı ile tüm habercilik ve gazetecilik dilini dönüştüren, kural tanımaz, her yazdığı haber ve kitapla ABD’yi sarsan, Rocker gazeteci abimiz Hunter S. Thompson’a adanmıştır.” (Emre Doğulu)