Efsane Bruce Dickinson Destansı L’Olympia’da

Bu iki efsane ismi bir başlıkta görmek insanı heyecanlandırıyor değil mi? Metal dünyasının en güçlü vokallerinden Bruce Dickinson, Mandrake Project ile 26 Mayıs 2024’te dünyanın en destansı konser salonlarından L’Olympia’daydı…

L’Olympia 1888’de açılmış tarihi bir konser salonu. Bu salonu önemli yapan şey Paris’in yanı sıra tüm müzik camiasının çok sevdiği, adeta kolektif bir anısı olan bir salon olması. Mimari miras konulu bir dersimde bu binayı araştırdığım için güvenle belirtebilirim ki L’Olympia’da çalmak bir müzisyen için varılabilecek çok yüksek noktalardan çünkü bu bina, 1950’lerdeki gösteri mekanlarının günümüze kadar korunabilmiş nadir örneklerinden. Zamanında bir sürü neon yazıyla kaplı olan Paris bulvarları zamanla bu karakterini kaybetse de L’Olympia 1993’te kültürel miras olarak kabul ediliyor ve 50’lerde Bruno Coquatrix yönetiminde edindiği cepheyi koruyor. İlgilenenler için ufak mimari bir bilgi de sıkıştırayım şuraya: salon 1992’de kısmen yıkıldıktan sonra Bechu Mimarlık tarafından eski halinin birebir kopyası olarak inşa ediliyor. Sadece birkaç metre yana ve aşağı oynatılmış şekilde. İçinde de Galerie des Mains yani ‘Ellerin Galerisi’ adı verilen, burada sahne almış sanatçıların el izlerinin basılı olduğu alçı plakların sergilendiği ufak bir koridor da var. Ben de her ödevimi son ana bırakan bir öğrenci olarak burada priz bulabildiğim için yarım saat bu galeride ders çalışma şerefine erdim açıkçası.

Bir de Billard Salonu var. Bu da binanın korunmuş kısımlarından biri. Şimdi kokteyller ve aftershowlar için kullanılıyormuş. Bunlar bir yana, hep bahsettiğim gibi binanın en büyük mirası cephesi. Büyük Olympia yazısı ve her gün çıkan sanatçının ismini yazan kocaman kırmızı harflerle Capucines Bulvarı’nın en çok göze çarpan cephe L’Olympia’nınki.

Teknik ve mesleki tatavayı aşarsam, bu cephe göze çarpması dışında, birçok sanatçının adını üstünde görmenin hayaliyle iç çektiği bir cephe tabii ki. Zamanında Edith Piaf’ları, Beatles’ları konuk etmiş bir salon. Kim istemez ki adının kıpkırmızı harflerle L’Olympia’nın duvarında parlamasını… 26 Mayıs Pazar akşamı da işte bu cephede kocaman harflerle Bruce Dickinson ve Black Smoke Trigger yazıyordu. Girişin önünde saat 18:00’dan 19:00’a kadar kapıların açılmasını bekleyen metalciler vardı. Bu tarz sıraların en keyifli unsuru olan battle jacket’lar patch’ler ve grup tişörtleri Capucines Bulvarını kaplamıştı. Sıra ilerledikçe hem konser salonunun masalsılığına hem de mükemmel bir müzik duyacak olmanın heyecanına kapılıyordu herkes.  

L’Olympia az değil tabii, ışıklı animasyonlarla salonun 130. yılını kutlayan panolar her taraftaydı. İçeri girip beklerken de tam eski usül elit bir salondan beklediğimiz gibi telefonları sessize almamız gerektiğini söyleyen bir anons yapıldı. Bunu metal konserinde hiç görmemiştim açıkçası.

Ortamın tüm asaletiyle, Black Smoke Trigger coşkulu seyirciyi karşıladı. Çok enerjik ve keyifli bir performans sergileyen grup 2019 yılında kurulmuş. Adeta Rock’ın altın yıllarından fırlamış gibi geldiler hoplaya zıplaya seyirciye şarkılarını söylete söylete; sırasıyla The Way I’m Wired, Proof Of Life, The Way Down, K.M.T.L, Phantom Pain, Caught In The Undertow, Blindfolds & Rattlesnakes çaldılar. Riffleri, tarzları ve enerjileriyle gerçekten L’Olympia efsanesine çok yakıştılar.

Sonra kısa bir ara verildi. Molasını veren verdi, havasını alan aldı ve yavaş yavaş yakında çalacak Invaders tema şarkısını beklemeye başladık. Sonra beklenen ekip karanlıklar ve dumanlar arasından ‘dünyamıza’ geldi. Setlist şu şekildeydi: Toltec 7 Arrival, Accident of Birth, Abduction, Laughing in the Hiding Bush, Afterglow of Ragnarok, Chemical Wedding, Many Doors to Hell, Jerusalem, Resurrection Men (Bruce’un perküsyonuyla), Rain on the Graves, ardından Dave Moreno’nun müthiş bir davul solosu, Frankenstein, The Alchemist, Tears of the Dragon, Darkside of Aquarius, Navigate the Seas of the Sun, Book of Thel, The Tower.

Setlisti önden yazayım dedim çünkü konserin her anı dipnot düşülecek kadar teatral ve etkileyiciydi. Film izlemeye mi geldik, tiyatro mu yoksa konser mi anlaması zordu. Tüyleri diken diken eden bir performanstı diyebilirim. Bruce Dickinson’un ilk andan son ana kadar sahnede koşturması, perküsyon ve teremin performansı, sular seller gibi Fransızcasıyla birleşince tadından yenmez bir hal aldı. Bas gitarda güzeller güzeli Tanya O’Callaghan endamı ve efsane sounduyla eminim hepimizin kalbini çalan bir diğer isimdi.

Efsane solosu dışında da vurduğu her davul darbesinde kafa sallatan Dave Moreno bateride, mükemmel uyumları ve göz dolduran sololarıyla Chris Declerq ve Philip Naslund’u gitarda, efsane tarzı ve tüyleri diken diken eden yeteneğiyle Giuseppe Lampieri’yi klavyede dinledik. Işık ve görselleri de takdir etmemek olmaz çünkü arka fonda Nosferatu’lar, mezarlıklar, yanan Eyfel Kulesi ve Özgürlük Heykeli olsun her tür mükemmel görseli izledik. Işıkların patlamasını her bateri vuruşunda hissettik ve mikrofon seyirciye her doğrultulduğunda deli gibi haykırdık (Bruce Dickinson’un ses aralığı biraz zor olsa da o ruhla insan her sesi çıkarabiliyor işte).

Konserin sonuna doğru, burada ilk defa sahne almış olan Bruce Dickinson, ‘A bientôt!’ diyerek Hellfest çağrısını da yaptı ve ilk andan son ana bir gram bile kaybetmediği tatlılığı ve efsaneliğiyle el sallayıp gitti. Her konser çıkışı olduğu gibi Iron Maiden, The Mandrake Project, Motörhead, Ghost, Megadeth, Metalllica ve sayısız metal logosu taşıyan insan yavaş yavaş yollarına düştü. Gece olduğu için artık ışıkları yanmış olan ‘L’Olympia- Black Smoke Trigger- Bruce Dickinson’ yazısını geride bırakıp Opera Meydanı’nı metalle doldurduk. Büyük başkentte yine ayrı hayatlar aynı kalp atışını paylaşmıştı.

Paylaş

Önerilen Haberler

Bir yanıt yazın