En afili ölen sanatçı Bülent Kayabaş için…
[vc_row][vc_column][vc_column_text]Beşiktaş’ta doğup büyüdüm ben.
Çocukluğumun Şair Nedim Caddesi, özellikle Şenlikdede Camii çevresi hala beş yüz yıl öncesinin Beşiktaş’ının izlerini taşır. Bu yüzden, doğrusu biz Beşiktaş’ın çocukları biraz şanslıyızdır.
Zira eski Türk filmlerinin çoğunda doğal set olarak kullanılan Vişnezade mahallesi’nin bütün pasaklı çocukları; hepimiz, Kemal Sunallı, İlyas Salmanlı, Fatma Girikli, Bülent Kayabaşlı o mucizevi ve kıymetli filmlerin gönüllü figüranları olarak “oyunculuk” yapmışızdır.
Meraklı gözlerle daha önce renkli camdan ya da beyazperdeden seyrettiğimiz bu sanatçıları kanlı canlı görmek büyüleyiciydi.
İşte Bülent Kayabaş; simsiyah gür saçları, kara bıyıkları, o hep mayhoş bakan gözleri ve ciddi bir komiklik ihtiva eden çehresiyle bir zamanlar ben olanımın karşısında, yaşı en fazla otuz olmalı. Tavla oynuyor, bu çok net. Ama net olmayan film çekimi mi yoksa gerçekten bir arkadaşıyla tavla mı oynuyor, “bir zamanlar ben olan” ufaklığa soruyorum, kafatasımın içinden gelen yanıt belirsiz.
Bülent Kayabaş ağabey ile ilk anım bu, taptaze “bir zamanlar ben olana” bir göz kırpıyor.
Ey Yüce Darwin’in kaba mübarek sakalı, nasıl da mutlu olduğumu anlatamam.
Bir film sahnesi mi çekiliyordu?
Yoksa gerçekten bir arkadaşıyla mı oynuyordu hatırlayamamamın sebebi şu:
Bir zamanlar ben olan o küçük sarı şeytan, mahallede çekilen filmlerin film olduğunu idrak edemiyordu ki… Kısa kırmızı pantolonuna sıçtığım.
Aradan yıllar ve yıllar geçti, bir zamanlar ben olan o küçük çocuk, ileri tarihlerdeki “bir zamanlar ben olan”, bu defa delikanlı haliyle, kendisine göz kırpan o büyük oyuncu ile ikinci bir hatıra yaşadı.
Yağmurlu bir akşamdı, genç adam araba kullanırken bir de ne görsün?
Taksi bekleyen bir Bülent Kayabaş; çocukluğunun “göz kırpan filmci abisi!”
Saçları hala gür; bıyıkları hala görkemliydi. Aralara biraz yorgun beyazlar karışmış ve azıcık da kilo almış ama işte o, göz kırpan abi!
Beşiktaş, Ihlamur kasrı civarları.
Hemen pencereyi açıp sırılsıklam olan sanatçıya heyecanla seslendi:
“Bülent Bey, Bülent Bey, buyurun, sizi istediğiniz yere bırakayım!”
Kayabaş arabaya bindi, “Sağol çocuğum” dedi. Şişli’ye gidiyordu.
Devlete ve sisteme dair veryansın eden bir girizgâhtan sonra ilk önce içinden (oh, bizimle aynı kafada) diye geçirdikten sonra, büyük sanatçıya şöyle dedi “bir zamanlar ben olan” genç adam, utangaçca:
“Biliyor musunuz. Ben küçüktüm, siz bana göz kırpmıştınız.” Sanki o anda yine o sarı kafalı ufaklığın ruhu içine girivermişti, gülüştüler.
…Ve yağmurda, Şişli’ye gidene kadar güzel bir muhabbet çevirdiler.
Aradan gene yıllar geçti.
Bir zamanlar ben olan o çocuk ve delikanlı da Kayabaş da çekildi sahneden.
Ve şimdiki ben bunları yazacağım:
“Bülent Kayabaş, varlığın için teşekkürler, o güzel filmler için teşekkürler.”
O göz kırpış için de…
Bir ateş böceği huzuruyla, güle güle.
https://www.youtube.com/watch?v=oeh_hVGcylk[/vc_column_text][/vc_column][/vc_row]