Erich Fromm’un “Sevme Sanatı” ve Rock Balladları

Çağdaş kapitalizmde insan sorunu şöyle formüle edilebilinir: Çağdaş kapitalizm büyük sayılarla, uysallık içinde bir araya gelecek insanlara gereksinim duyar. Bunlar giderek artan bir şekilde tüketime yönelmeli, beğenileri kalıplaşmalı ve kolayca etkilenip yönlendirilmelidirler. Çağdaş kapitalizm kendini özgür ve bağımsız hisseden, hiçbir otoriteye, ilkeye ya da özduyuya kul olmamış insanlara gereksinim duyar – ama bunların buyruk almaya, kendilerinden isteneni yapmaya, toplumsal mekanizmayla sürtüşmeden yaşamaya yatkın olmalarını ister. Öyle ki zor kullanmadan yönlendirilmeli, öndersiz yönetilmeli ve iyi ya da kötü bir amaca sahip olmadan çalıştırılmalıdırlar“. (Fromm, Sevme Sanatı)

Keep you doped with religion and sex and TV
And you think you’re so clever and classless and free
But you’re still fucking peasants as far as I can see
A working class hero is something to be
” (John Lennon, Working Class Hero)

1. Giriş

Okumakta olduğunuz bu yazının birincil – belki de yegane – amacı rock müziğin bütünüyle pazar koşullarına bağlı olan bir meta mı yoksa yaratıcılarının ve dinleyenlerinin içten gelen, özgün duygularını yansıtan; otantik bir kültürel oluşum mu olduğu sorununu Erich Fromm’un “Sevme Sanatı” adlı eserinde öne sürdüğü fikirler üzerinden (bir kez daha) tartışmaya açmaktır. Önde gelen popüler müzik teorisyenlerinden Simon Frith rock müziğin son tahlilde kapitalist bir fenomen olduğunu; popüler kültür olma özelliğini ise bu ticari yönelimine rağmen dinleyicilerinin “endişelerini” bir ölçüye kadar ifade edebilmesinden kazandığını söylemektedir. Bu görüş bir anlamda müzik endüstrisinin bir parçası olup da onu eleştiren, içten değiştirmeye çalışan pek çok politik grubun izlediği yöntem ile bağdaşmaktadır. Yine de bu savı sorgulamadan kabul etmek onun kitleler tarafından algılanış biçiminin “özgün” fakat yaratılma şeklinin ticari çıkarlar göz önünde bulundurularak yapıldığını da varsaymayı gerektirir. Bu bağlamda şu sorunun sorulması elzemdir: rock müzisyenleri (özellikle de bu problemin en belirgin olarak kendini gösterdiği sevgi ve aşk temalı eserleri için) şarkı sözü yazarken kendi his ve deneyimlerine mi yoksa ticari kaygılarına mı öncelik tanırlar? Burada müzisyenlerin samimiyetini ölçecek bir standart yaratmak imkansız olduğundan ölçüt olarak kendimize Erich Fromm’un sevgi üzerine görüşlerini alacağız.

2. Teorik Altyapı

“Sevme Sanatı” sabit bir konu üzerine yoğunlaşmış olsa da içerik itibariyle Fromm’un temsil ettiği Frankfurt Okulu’nun popüler kültür üzerine olan kaygılarını da ifade etmektedir. En yalın halini Adorno’nun kültür üzerine yazılarında bulmuş bu görüş; sinema, gramofon, fotoğraf vb. yeniden üretim teknolojilerinin yaygınlaşmasının üretilen sanat eserlerinin tektipleşmesine, fabrikada üretilen ürünler gibi standartlaşmasına ve bu yüzden kendilerine içkin, sanatsal ve yaratıcı özelliklerini kaybedip kitlesel endüstri tarafından kolayca tüketilecek, basit formülasyonlara indirgenebileceğinden endişe duymaktadır:

Hit şarkıların standartlaştırılması, müşterilerin (tüketicilerin), bu şarkıların düşünme işini onların yerine yapması sayesinde hizada tutulmalarına yol açar. Sahte-bireyselleşme, kendi adına, bu insanların dinlediklerinin bütünüyle kendileri için yapılmış ve önceden sindirilmiş olduğunu unutmalarını sağlayarak düzeni oluşturur.” (Adorno, 1941: 25)

Adorno, aynı okula mensup bir başka post-Marxist düşünür olan Walter Benjamin’in kitlesel çoğaltma teknolojileri hakkındaki iyimser düşüncelerini paylaşmaz. Onun için bir sanat ürününün kendine içkin özelliklerini, “aura”sını kaybetmesi kültürel yaratıcılığın gelişimine değil sadece kitle endüstrisine katkı sağlayacaktır. Bu yaklaşımı onun çalışmalarında ana unsur olarak kullandığı müzik estetiği üzerine birbirine zıt iki kavram ortaya atmasına yol açar: high culture ve low culture. Her ne kadar bu iki kavram arasındaki kutuplaşma Adorno’nun yazıları öncesine dek uzansa da (ve günümüz Türkiyesinde hala ‘sanat sanat için midir yoksa toplum için midir’ ekseninde tartışılmaya devam de etse), en keskin eleştirilerinden birinin kültür endüstrisinin sanat için büyük bir tehdit oluşturduğu bir döneme rast gelmesi elbette tesadüf değildir. İsimlerinin ima ettiği üzere “high culture” (klasik müzik gibi) entellektüel akla hitap eder, bu yüzden gerçektir; öte yandan “low culture” (jazz gibi) kitle zevkine hitap edecek şekilde üretilmiş, plastik bir kültürdür ve sanatsal bir değer taşımamaktadır.

Rock müzik üzerine yapılan çalışmalar bu müziği bahsettiğimiz iki kutup arasında bir yere konumlandırma çabasını da içerir. Başa dönecek olursak, Simon Frith “rock kapitalist bir endüstridir ve halk (folk) formu değildir” der ancak kültürel bir komodite olmasına karşın rock müziğin de belirli kertelerde Adorno’nun klasik müzik ile özdeşleştirdiği gerçeğin ütopik ve idealistik tasvirini ortaya koyabildiği, bu yüzden de medya ideologlarının ve müzik şirketlerinin sürekli olarak rock müziğin yaydığı bu tehlikeli mesajları kontrol altında tutmasına zorlandığını belirtmektedir (Frith, 1978: 207). Bir başka çalışmada Robert Walser, klasik müzik eğitimi görmüş (ya da bu etkileri müziğine yansıtmış) Randy Rhoads, Yngwie Malmsteen, Van Halen ve Steve Vai gibi rock gitaristlerini örnek vererek iki kültürel kutup arasında uçurumun bu denli açık olmadığını kanıtlamakta; rock müziğin bu ayrımı ortadan kaldırdığı fikrini savunmaktadır (Ross & Rose ed., 1984). Diğer pek çok çalışma gibi rock müziği estetik olarak anlamlandırmak için ben de, Walser’ın çabasından hareketle, Erich Fromm ve onun sevgi üzerine düşüncelerini önde gelen rock şarkılarına/balladlarına uygulamayı deneyeceğim.

Van Halen

3. Sevme Sanatı

Erich Fromm’a göre toplumun ekonomik ilişkilerine hakim olan pazar kuralları onların duygusal ve cinsel olarak birbirleriyle girdikleri etkileşimler için de geçerlidir. Modernizm ve kapitalizm koşullarının egemen olduğu toplumda sevgi de, tıpkı kişilik gibi, bir meta haline dönüştürülmüştür:

Her ne olursa olsun, aşık olma duygusu tümüyle meta insanlara bağlı olarak, kişinin kendi olanaklarıyla alış-veriş etmesi biçiminde gelişti. Pazarlığa oturduğunda, nesne, toplumsal değer olarak çekici olmalı, ayrıca benim görünen ve saklı kalmış değerlerimi ve potansiyelimi göz önünde tutabilmelidir. İki insan, ancak kendi değişim değerlerinin sınırlarını da hesaba katarak, piyasadaki en kullanışlı nesneyi bulduklarını hissettiklerini an birbirlerine aşık olurlar.” (Fromm, 1981: 13)

Alıntıdan da anlaşılabileceği üzere, Fromm’un özünde bir “zanaatkarlık” olarak tanımladığı sevme eylemi, kapital odaklı toplum düzeninde bu özelliğini yitirip modern bir yanılsamaya dönüşmüştür. Sevginin, Fromm’un ilerleyen sayfalarda oluşması için koşul olarak saydığı disiplin, yoğunlaşma, sabır ve eksiksiz ilgi gibi erdemlerden soyutlandırılarak basitleştirilmiş olması onun neden şarkı sözlerinde bu derece yaygın bir tema olarak kullanıldığını da açıklamaktadır.

Fromm, çağdaş Batı toplumunda sevginin etken değil; aksine insanda yalnızlığın uyandırdığı suçluluk ve huzursuzluk gibi duygulardan kaçınmak adına bir sığınak olması bakımından dayatılan ve “edilgen” bir faaliyet olduğunu savunur. Bu bağlamda kişi toplumla bir bütün olabilmek veya “sürünün bir parçası haline” gelebilmek için bireyselliğini yitirir. Yaratılan eşitlik anlayışı ise bu bireyselliğini yitirmiş otomatların eşitliğidir, bu yüzden “bugün eşitlik birlikten çok ayrılık anlamına gelmektedir” (Fromm, 1981: 23). Fromm’a göre insanların sadece yalnızlıktan kaçma adına tutundukları ve “ikili uyum” şeklinde tanımladıkları sevgi yoz bir sevgidir. Bu tür bir sevgi sadece kişilik pazarında insanların en karlı alışverişi yapabilme umudu ile oluşmuştur. İdeal ve olgun sevgi tipi ise bu tip bir yaşam birliğinin yerine ancak “kişinin kendi bütünlüğünü ve bireyselliğini koruyarak gerçekleştirdiği birlik” getirilerek sağlanabilir.

Yukarıda tanımlanan bu “yoz” sevgi anlayışı pek çok rock balladında da sözü edilen sevgi çeşididir. Buna başlıca olarak WASP’ın “Hold on to My Heart” şarkısı örnek gösterilebilir: “Take away the pain inside my soul/And I’m afraid, so all alone/Take away the pain that’s burning in my soul/’Cause I’m afraid that I’ll be all alone“. Veya Cinderella’nın “Heartbreak Station”ı: “She took the last train out of my heart/And now I think I’ll make a brand new start“.

Benzer yorumlar Guns N’ Roses’dan “Don’t Cry”, Twisted Sister’dan “You’re All That I Need” (bu şarkının bulunduğu albümün adının “Love Is For Suckers” olması da ayrı bir ironi olsa gerek), Y&T’den “I Believe in You” ve benzeri popüler balladlar için de yapılabilir. Vurgulanmak istenen nokta, bütün bu saydığımız parçaların 80′ler ya da 90′lar balladı olmaları dışında paylaştıkları bir ortak payda da Fromm’un nesnel sevgi anlayışına uymuyor olmalarıdır. Bunun sebebi de yine Fromm’un “nesne sorunu” olarak adlandırdığı kavram ile açıklanabilir:

Hala insanların çoğu sevginin yetiyle değil, nesneyle oluştuğuna inanmaktadırlar. Gerçekte bunlar sevdikleri kişiden başka hiç kimseyi sevmemelerini, sevgilerinin yüceliğinin kanıtı olduğunu sanırlar. […] Kişi burada sevginin bir eylem, bir ruhsal güç olduğunu görememekte, sadece tüm gerekli olan şeyin doğru nesneyi bulmak olduğuna inanmaktadır“. (Fromm, 1981: 51)

Sözünü ettiğimiz (ve edebileceğimiz pek çok şarkıda) şarkılarda tema olarak sevgi, Fromm’un değindiği ve çağdaş batı toplumunda insanların sevgiyi aramasının öncül koşulu olarak gördüğü, yalnızlık ve onun getirdiği huzursuzluk hissine bir çözüm şeklinde kullanılmıştır. Hatta, tekrar ilk iki örnek olan “Hold on to My Heart” ve “Heartbreak Station” üzerinden ilerler isek, bu şarkılarda bu huzursuzluk durumu ateş metaforu ile açıklanmaya çalışılmıştır: “And there is a flame, it’s burning in my heart” (Hold on to My Heart) ve “Sometimes the pain you hide, burns like a fire inside” (Heartbreak Station). Yalnızlığın yarattığı huzursuzluk ve onun getirdiği gerginlik, Fromm’a göre, tıpkı dinsel ayinlerde olduğu gibi cinsel veya duygusal bütünleşme ile bir süreliğine ortadan kaldırılabiliyor. Ancak bu sadece geçici bir çözüm olduğu gibi, benzer türde sevgiden bahseden şarkıları dinleyen ya da filmleri izleyen kişiler için ise sadece “ayrı olmanın kişiye verdiği acıyı uyuşturmaya” yarıyor (Fromm, 1981: 97). Bu sebeple, sevginin sadece belli bir nesneye dönük olarak aktarıldığı bu tip şarkılar, tartıştığımız husus özelinde, rock müziğin bir karşıtlık simgesi olmaktan çok Adorno’nun bahsettiği türden bir sosyal kontrol aracı olarak algılanabilmesine sebep olmaktadır.

4. Sevme Eylemi

Rock müziğin toplumsal değerini Erich Fromm’un sevgi üzerine oluşturduğu teoriler vasıtasıyla değerlendirdiğimizde ortaya birbirinden farklı iki dönemin ortaya çıktığını savunabiliriz: Sevginin etken bir güç haline getirilmeye çalışıldığı ve bu çabanın “savaşma seviş” olarak simgelendiği; Çin ve Hint felsefesinin müzisyenler ve dinleyiciler üzerinde etkisini arttırdığı psychedelic dönemi içeren 67-69 yılları arası ve bu dönemin optimizminin ve hayallerinin silindiği, müziğin ona atfedilen bütün ideallerden soyutlanıp sadece bir endüstriden ibaret olarak kaldığı ’69 Altamont Festivali ve sonrası. Bu iki dönemde sevgi üzerine farklı anlamlar yüklenilmiş olmasını Fromm’un Doğu ve Batı uygarlıklarında Tanrı kavramının tarihsel gelişimi üzerine fikirleri ile açıklamak mümkün.

Fromm’a göre çağdaş batı toplumu, “A, A olmayan değildir” veya “A hem A, hem de A olmayan olamaz” şeklinde özetlenebilecek olan Aristo’nun mantık felsefesinin ilkelerini izlemişken; Doğu medeniyeti, Çin ve Hindistan’ın öncülüğünde, çelişkilerin uyumlu bir biçimde varolmasını öngören ve Antik yunan felsefesinde Heraklitus’un meşhur nehir analojisi dışında kendisine destek bulamayan “paradoksal mantık” kavramı (A ve A olmayan birbirlerini dışlamazlar anlayışı) üzerine şekillenmiştir. Neticede, tarihsel olarak, paradoksal mantık Doğu’da “hoşgörü” ve “kişinin kendisini değiştirmesi doğrultusunda bir çaba” içine girmesine yol açarken, Aristocu görüş Batı’da “dogmaya ve bilime”, “Katolik Kilisesi ve atom enerjisine ulaşmıştır” (Fromm, 1981: 80).

Sevginin Batı dinlerinde kazandığı babaerkil unsurlardan arındırılıp iki nesne arasında ayrıcalıklı bir durum olmaktan ziyade daha kapsamlı bir hale getirilerek Tanrı ile bir olma duygusunu da içermesi, Çin ve Hint felsefelerinin rock müzik üzerinde etkin olmaya başladığı psychedelic dönemin eserlerinde de kendini belli etmektedir. Bu bağlamda sevgi yalnızlığın verdiği rahatsızlıktan kaçınmak için sığınılacak bir duygu olarak değil, toplumsal bir olgu olarak ele alınmıştır. Öyle ki 68 dönemi öncesi “I’d rather see you dead, little girl/Than to be with another man” (“Run For Your Life”) şeklinde misojinist sayılabilecek türden sözler yazan Beatles gibi bir grup bile algısını “Love Is All You Need” şarkısını yazacak derecede geliştirmesini bilmiştir. Fromm ile özdeş bir biçimde sevgi sorununu varoluşsal bir kaygı olarak yorumlayan ve çözümünü kapitalist toplumda insana yüklenen sosyal ve ekonomik rollerin değiştirilmesi olarak öngören aynı dönem parçalarına ek olarak Jefferson Airplane – We Can Be Together, Country Joe & the Fish – Love, Canned Heat – Let’s Work Together ve John Lennon – Love da örnek gösterilebilir.

Psychedelic dönemin Doğu felsefelerinin “hoşgörü” ve “değişime olan inanç” üzerine şekillendirdiği idealizmin 69 Altamont festivali ile yok olması, sevginin de bu dönem sonraki şarkılarda diğer ticari komoditeler gibi insan pazarında değiş-tokuş edilebilecek bir meta gibi ele alınmasına yol açtığı söylenebilir. Elbette burada ortaya koymaya çalıştığımız kaideyi bozacak türden örnekler akla gelebilir (Queen’in 80 yılı şarkısı olan “Play the Game” gibi) ancak Fromm’un kelimeleriyle “sevginin yalnızca ayrıcalıklı, birysel değil de sosyal bir olgu olarak gerçekleşebilirliğine inanmak” 60′ların belirli bir dönemine özgü bir inançtır ve gelişen müzik endüstrisi ile birlikte bu inanç da rock müzikten silinip gitmiştir.

Kaynaklar:

1. Frith, Simon (1978). The Sociology of Rock. London: Constable
2. Walser, Robert. Highbrow, Lowbrow, Voodoo Aesthetics in Rose, Tricia & Ross, Andrew (ed.) (1994). Microphone Fiends: Youth Music and Youth Culture. London: Routledge
3. Fromm, Erich (1981). Sevme Sanatı. İstanbul: Say Kitap Pazarlama
4. Adorno, Theodor W. (1941). Studies in Philosophy and Social Science, Vol. 9

Paylaş

Similar Posts

Bir yanıt yazın