Rise Against’in Hakkı Yeterince Verildi mi? SIREN SONG OF THE COUNTER-CULTURE
Kemerlerinizi bağlayın, kulaklıklarınızı hazır hale getirin. Amerika’nın küllerinden, Chicago’nun kalbinden belki de tüm zamanların en iyi hardcore punk grubu karşımızda. Bahsi geçen grubun en iyi albümü ile kesintisiz bir yolculuğa hazır olun. God saves us all, this is Rise Against…
Önceki yazımda Sum 41 debut albümünü kaleme alıp, çok fazla detayına inmesem de albümün önemli noktalarını ve grubun ilk zamanlarının üstünden geçmiştim. Şimdi daha didik didik edilmelik, detaylarına fazlasıyla gireceğimiz bir albüme bakıyoruz. Rise Against’in 3. albümü Siren Song of the Counter Culture.
Rise Against, daha önceki 2 albümünde de tam soundunu yakalayamamış ama olmuş bir albümün geleceğine dinleyicileri çok güzel ikna etmişti. Yıllar 10 Ağustos 2004’ü gösterdiğinde Rock piyasasını sallamış, gerçekten de dinleyicileri adı üstünde baş kaldırmıştı. Bu albümün kilit noktası kesinlikle Faster Than Previous dediğimiz bir önceki parçasından da vurucu olması. Başından sonuna kulaklarımıza Tim Mcllrath’ın yerinde screamleri, Chris Chasse’nin vurucu ve akılda kalan riffleri ile bir dakika mola vermeden kesintisiz bir deneyim yaşatıyor (tamam, B Side tarafında Swing Life Away ile güzel bi mola veriyoruz ilerde değineceğiz). O zaman bu ABSOLUTE BANGER!!!!’a güzel bi inceleme ve değerlendirme yapalım.
Albüm başladığı anda yüzünüze sert bir tokat yemiş gibi hissettiren bu dur durak bilmeyen tam gaz bir parça ile dinleyiciye güzel bir hoş geldin hediyesi veriyor. Dönemin propagandalarını, yönetimini eleştiren bu şarkıda bize hardcore-punk nasıl yapılmalının dersini ince ince veriyor. Bu herifler dinleyiciye nefes aldırmadan 2. parça ile tokatın devamını güzelce atıyor…
Intro’dan sonra nefes aldırmadan başlayan The First Drop, dinleyiciyi nasıl albümde tutacağını öğretiyor. Kesinlikle eksilmeyen ve üstüne koya koya giden bu parça daha ne kadar üstüne koyabilirsin lafını sonraki parça ile çok güzel ağzımıza tıkıyor.
Ben bu parçayı değil, bu parça beni eleştirsin deyip geri çekilmem lazım aslında. Kesinlikle kelimelere dökemediğim bir mükemmellik söz konusu burada. Bir Rock grubundan ne isterseniz bu şarkı size artısıyla birlikte önünüze sunuyor. Daha introsundaki bomba gibi olan parçanın hazırlığıyla, o güzel riffden sonra giren akılda kalıcı bassıyla, üstüne konulamaz vokali ile ve en sonunda daha iyisini göremediğim bir back-vokalleriyle olduğunuz yerde zevk pompalıyosunuz. O back vokaller nedir kardeşim??
Hemen ardından daha fazla üstüne koyamamış ama yeniden harika kalitesinde Paper Wings bizi karşılıyor. Dönemin yarış oyunu Burnout 3 :Takedown ile tanışmıştım bu parça ile. Vokaller yeniden Tim’in prime zamanından ve gitar solosuna değinmeden olmaz. Saatte 200 giden arabada ön koltukta oturuyormuşçasına biz his yaşatıyor bana. (Tamam kardeşim anladık, akıcıymış albüm)
Bu sefer Rise bizi bir ayrılık mektubu ile albüme kaldığımız yerden devam ettiriyor. Parçanın bir klibi olmamasına rağmen aklımızda o klibi solosu ile oynatıyor ardından Tim’in haykırışları ile içimizdeki öfkeyi dışarıya vuruyor. Joe Principe’in bass riffleri dikkat çekiyor, bu veda mektubunun ilk sayfasına son noktayı koyuyoruz.
To Them These Streets Belong bu albümün ilk yazılan şarkısıymış sanırsam. O yüzden grup için ayrı bir yeri olan bu şarkıda hızı ile bitmek bilmeyen riffleri, enerjisi dikkat çekiyor. Back-vokaller yeniden üstü düzeyde, Rise Against bu konuda gerçekten kendini aşmış bir grup.
B-Side kısmına geçtiğimizde çok güzel prodüksiyonlanmış bir transition ile Tip The Scales bizi karşılıyor. Albümdeki en tatlı nakarata sahip kanımca bu şarkı. Gitar riffleri özenle hazırlanmış. Back-vokallerden artık bahsetmeye gerek olduğunu düşünmüyorum.
Diğer parçalar aksine biraz altta kalır bir şarkı olsa da seviyorum Anywhere But Here’i. Destination diye bir nakarata girişi var zaten, dinleyin dinlettirin…
Geldik albümün en büyük parçasına… Çok fazla karıştırmaya gerek yok, kendini fazlasıyla kanıtlamış ve Rise Against’in adını duyurmasını sağlamış parça kendisi. (Bu beni eleştirsin kategorisine koyalım yeniden kendisini)
Give It All’dan sonra daha fazla üstüne koyabilecek bir parça olamaz diye beklerken o güzel introsu ile bizi Dancing For Rain bekliyor. Nakaratına bayılıyorum ulan bayılıyorum. Blood to Bleed ile açtığımız veda mektubun devamını bu şarkının sözlerinde buluyoruz.
O mektubun kapanışını Swing Life Away ile yapıyoruz. Bu albüm o banger parçaları ile bizi şamar oğlanı yaptıktan sonra nefes almamız için bu parçayla devam ediyor. Tak kulaklığını aç bu şarkıyı yağmurda yürü…
Ve geldik bu mükemmel albümün kapanışına. Zaten bu parçadan daha güzel bir outro bekler miydi bizi bilmiyorum.. Gerçekten bu yazıyı yazarken bile bu albümün ne kadar güzel işlenmiş bir albüm olduğunu bir kez daha anladım. Belki bu albümün değeri hiçbir zaman bilinmedi ama en azından bu inceleme ile birlikte mağarasından uyandıralım bu canavarı. Yazdığım gibi, üstüne koya koya ilmek ilmek işlenmiş bir albüm. Daha iyi hardcore-punk albümü gelir mi, sanmıyorum… Neyse, böyle bir albümü dinlemeden ölmediğim için çok şanslıyım Rise’a teşekkür edip ROCK’N ROL’LA KALIN AC/DC DİYORUM!
‘’I don’t love you anymore’’ is all I remember you telling me, never have i felt so cold…