Sirenler İnönü’de Çınladı: Mor ve Ötesi İstanbul Konseri
Her gün sokaklarda yürüyoruz; evler, arabalar, dükkanlar görüyoruz. 2000’li yıllarda çıkan otomobiller, dikilen apartmanlar ve asılan tabelaların hemen hemen hiçbiri bize nostaljik gelmiyor. Bu anlamda nostalji aradığımızda gözümüz 60’lara, 70’lere gidiyor. Ancak kültürel açıdan 2000’lere dair ne varsa bu zamanlarda onların adı nostalji olmuş durumda. 2000’lerde sıradan bulduğumuz pek çok şey ise bugünden dönüp bakınca “vay be” dedirtiyor. Peki, memleketimize ve şehrimize dair değer verdiğimiz ne varsa, onları yaşama sevincimiz ve neşemizle birlikte yakın geçmişin derin nostaljisine mi kaptıracağız? Sizi bilmem ama dün akşamki konser, kaptırmamamız gerektiği konusunda beni ikna etti.
Bilen varsa aydınlatsın ama Türkiye’de herhangi bir rock grubu, sonradan açıklanan konuk grup The Ringo Jets’i ayrı tutuyorum, solo olarak bir stadyum konseri yaptı mı, gerçekten hatırlamıyorum. Olduysa da bu benim bilgi eksikliğim. Bu yüzden konser zaten baştan özel bir niteliğe sahipti. İlk olarak Büyük İstanbul Buluşması, daha sonra ise İnönü’de Buluşuyoruz gibi sloganlarla tanımlanan konser ile ilgili grubun resmi hesaplarının ve grup üyelerinin paylaşımları, bu konsere dair heyecanlarını ortaya koyuyordu. Bu heyecan muhtemelen birçok dinleyiciye de yansıdı. Zira çevremdeki herkes, bu konseri büyük bir heyecanla bekliyordu. Konser mekanının adının İnönü Stadı olarak duyurulması ise ayrı bir heyecan konusuydu ki bunun ne anlama geldiği konser günü daha net anlaşıldı.
Konser günü koyu bir Galatasaraylı olarak Beşiktaş’ın mabedi İnönü Stadı’nın kapısından çimlere doğru yürürken büyük bir duygu yoğunluğu hissediyordum. Çünkü oraya İnönü Stadı dediğimiz zaman sadece Beşiktaş’ın değil, hepimizin eviymiş gibi hissediyoruz. Bir Galatasaraylı olarak Ali Sami Yen’e karşı hissettiklerimden çok da farklı değil. Neyse, futbolseverliğimizi bir kenara bırakalım, zaten o akşam Liverpool da yenildi. Biz konseri konuşmaya devam edelim.
Festival havasında bir ortamın olduğu konserin açılışını, güzide yerli gruplarımızdan, cayır cayır müziğiyle ve sahnesiyle bildiğimiz The Ringo Jets oldu. Sahneye nispeten yakın bir yerde olduğumuz için Lale Kardeş’in çaldığı davul, sanki kalp atışlarımız gibi yakından hissediliyordu. Grup konseri İngilizce sözlü, sert parçalarıyla başlayıp bitirirken bunların arasında çalınan iki Türkçe şarkıda da Esmeray ve Yadigar Ejder’e selamlarımızı iletmiş olduk. Gezi Parkı direnişinin yıldönümünün başladığı şu günlerde Gezi’deki ağaçların gölgesinde olduğumuzu hatırlatan The Ringo Jets, günün anlam ve önemini “Hepimiz oradaydık” sözüyle vurguladı. Bir saate yakın performans sergileyen grup, sahneyi alkışlarla terk ettikten sonra tarihi anlara dakikalar saymaya ve mor ve ötesi’ni beklemeye başladık.
Seyircide o kadar büyük bir heyecan vardı ki sahne kurulumu için platforma gelen insanların gelişine karşı bile alkışlar yükseliyordu. Dakika başı nereden ve niye geldiğini çözemediğimiz alkışları, çığlıkları anlamaya çalıştık. Bu, 20-25 dakika boyunca yaşandı ve sonrasında ışıklar söndü, bambaşka bir atmosfere seri biçimde geçilerek sahneye gelen mor ve ötesi alkışlandı.
Konserin giriş parçasının Sevda Çiçeği olacağını ve ardından Şirket’in geleceğini düşünüp epey heyecanlanmıştım. Çünkü grubun en sevdiğim iki parçasından bahsediyoruz. Adana ve İzmir setlistlerinden çekmiş olduğum kopya burada bir işe yaramadı ve giriş parçası, Dünya Yalan Söylüyor albümünden Uyan oldu. Setlistin değişmiş olması, benim için daha heyecanlı bir akışın olacağını ifade ediyordu. Pozitif yaklaşımım ile durumu hemen lehime çevirmiştim bile. İkinci şarkı ise grubun son albümü, benim bu sitede de yazmış bulunduğum, Sirenler’in ilk yayınlanan teklisi Forsa oldu. Bu yorumu kimin nerede yaptığını hatırlamıyorum ama bu şarkının sözlerinin, Can Kozanoğlu ve Mirgün Cabas’ın Bıçkın ve Ağlak kitabından ilham aldığı ile ilgili bir yorum ile karşılaşıp şarkıyı iyice sevmiştim; konserde ilk sıralarda gelmesi beni mutlu etti. Şarkıları teker teker anlatmam sıkıcı olur ama konserdeki listeyi çalma listesi olarak dinlemek isterseniz şu sizin işinizi görür:
Konserin özel taraflarını inceleyelim. Her şeyden önce bu konserin en büyük motivasyonu, hepimizin içinde büyütmeye çalıştığı sevgiyi ve umudu el birliğiyle daha güçlü bir noktaya getirmekti. Konserin başından sonuna kadar Harun Tekin’in yaptığı konuşmaları dikkatlice dinlemeye çalıştım, grubun müziği bir yana bize samimiyetle bir şeyler anlatmak niyetindelerdi. Bu şu açıdan değerli, Türkiye’de içinden geleni söyleyen, vicdanının sesini dinleyen ve herkesi kendi içinde bu eylemi gerçekleştirmeye çağıran birçok değerli grup var. Ancak, 2000’lerin başından beri günümüze kadar gelen yirmi yıllık süreçte mor ve ötesi, her zaman popüler bir grup olarak genç dinleyiciler üzerinde etkili olmaya devam ederken on binlerce insanı, İstanbul’un kalbinde bir stadyumda buluşturması ve Tünel’den Park’a kadar yürürken akıllardan geçen ne varsa hepsini teker teker anlatması çok kıymetli oldu. 2000’lerin kültürü nostalji oldu diyorduk ya hani; mor ve ötesi’nin çok büyük çıkış yaptığı Dünya Yalan Söylüyor albümünün yanı sıra, İnönü Stadı da İstiklal Caddesi de bu nostaljinin bir parçası olarak görülüyor. Dün akşam, memleketimizin önemli kent ozanlarından Harun Tekin’in şarkı aralarında kurduğu cümleler, değer verdiğimiz ve sahiplendiğimiz her şeyin hâlâ elimizde olduğunu ve yakın gelecekte her şeyin eskisinden bile daha güzel olabileceğini vurguluyordu. 2000’lerde “hit” Türkçe rock şarkılarla, ateşli bir grup olarak tanıdığımız mor ve ötesi, yıllar içindeki dönüşüm ile karşımıza memleketin en özel gruplarından biri olarak, bilge bir tavırla çıkıyorken ne İnönü Stadı’nı ne de İstiklal Caddesi’ni geride bırakmıyor, bizim memleketimizin eskide kaldığını kabul etmeyip Yeni Türkiye’nin bizler olacağını ifade ediyordu. Evet, hepimizin içinde yakın geleceğe dair umutlu bir bekleyiş var ama şunu kabul etmek gerekir ki bunu birey olarak hissetmenin altında bazen boşluklar oluşabiliyorken dün akşam on binlerce insanın aynı duyguları aynı anlarda yaşaması, umudu da sevgiyi de güçlendirdi.
Böyle bir akşamda tabii ki konser yasakları ile alakalı dayanışma mesajları da oldu. Tam hatırlamadığım iki şarkı arasında Harun Tekin, o akşam İnönü’de yaşadıklarımızı dünyanın en iyi ikinci şeyi olarak tanımlarken -birincisini daha sonra Gezi olarak tanımladı- “Bu konser, yalnızca bizimle ilgili değil; Mazhar Abilerle, Pentagram ile, Melek Mosso ile ve Ezhel ile de ilgili” şeklinde konuşunca dinleyicilerden destek alkışı geldi. Ben Pentagram adını duyunca ayrıca heyecanlanıp patır patır alkışlamaya başladığım için arada ismi geçen başka sanatçıları duymamış olabilirim. Affetsinler.
Konserin bis olarak ifade ettiğimiz kısmında Tamiri Mümkün Kalbimin şarkısı çalmadan önce Harun Tekin’in anonsu, “Bizi canavarlaşmak değil, kalplerimizi tamir etmek kurtaracak.” olurken aslında o an fark ettim ki Sirenler’in bütün mottosu bu cümleymiş. Yine kendi yazıma atıfta bulunuyorum ama Sirenler’i dinlerken hissettiklerim; yorgun ve öfkeli hissetmemize neden olanlara karşı söz söylerken bile olgunluğu elden bırakmayan bir albümle karşılaştığımdı. Bu “kalplerimizi tamir etmek” dediğimiz şey galiba öfkemizin dahi değmeyeceği insanlardan ziyade kendimize iyi davranmakla ilgili olmalı. Gerisini zaten tarih de yazıyor böyle albümler de… Son şarkı Park ise adı üzerinde Gezi Parkı’na atıfta bulunuyordu. Bu şarkıdan önce mor ve ötesi’nin bütün ekibi adına seyircilere teşekkür eden Harun Tekin, “Biz bugün burada kendimizi yalnız hissetmedik. Böyle hisseden başka insanların da olduğunu düşündük. Mücella Abla da yalnız değil, Çiğdem de yalnız değil, Can da yalnız değil; hiçbiri yalnız değil. Çünkü o günlerde orada olan herkes biliyor ki çok barışçıl, inanılmaz bir hayal yaşadık. Ve şimdi size o hayalin şarkısıyla veda edeceğiz. Sonunda dans etmek serbest. Tekrar buluşacağız, size bayılıyoruz” sözleri ile dinleyicilerden büyük alkış aldı.
Konseri anlatırken anlam ve ifade bakımından özel yönleri olduğuna ağırlık versem de böyle büyük bir konserden detaylı bir şekilde bahsederken es geçmememiz gereken bir konu var. Bir stadyum konseri olarak büyük bir beklenti yaratan ve özen isteyen konserde ses düzeni ile ilgili eleştiriler epey bir gündem oldu. İsterse stadın en uzak köşesinden, en kör noktasından izlesin; bilet almış her insanın bu konserde çalınan şarkıları rahat bir biçimde duyma hakkı vardı. Sonu yuhalama ve ıslığa varan bazı tepkiler, grup için de bizler için de üzücü olsa da işin temelinde buna itiraz etme hakkının son derece doğal olduğunu unutmamak gerekir. Ben işin uzmanı değilim ama 40 bin kişiyi toplama potansiyeli olan kocaman bir alanda ses düzenini başarılı bir şekilde sağlamanın ihtimam gerektirdiği bir gerçek. Saha içine de bazı şarkılarda vokal sesleri boğuk, gitar sesleri gereğinden fazla yüksek geldi. Bu, birçok büyük çaplı konserde karşılaşabilecek ve anlaşılabilir bir durum, beklemiyor da değildim ama tribünlerin üst kısımlarındaki insanların tepkileri önemli. Çünkü, konserin yaklaştığı günlerde oluşan heyecan ve beklenti çok büyüktü. Durum böyle olunca yaşanan aksaklıklar da hayal kırıklığı da oluyor. Ses konusunda sorun yaşayan dinleyicilerin mağduriyetinin nasıl giderileceğini bilmiyorum ama şahsen söyleyebileceğim şey, umarım bundan sonraki büyük konserlerde işler daha sağlama alınır.
Konser alanında bira satışının olmaması da bir diğer eleştiri konusuydu. Ben de şahsen bir iki bira içsem daha çok eğlenebileceğimi düşündüğüm için hayıflandım. Bu benim 2014’teki Metallica konseri ile birlikte ikinci stadyum konserimdi ve o konserde de organizasyona bağlı olarak bira satılmadığını hatırlıyorum. İçeride seyyar satıcı gibi bira satanlar vardı yanlış hatırlamıyorsam. Yaş sınırından mı, yoksa stadyum konserleri için uygulanan bir prosedür mü bilmiyorum ama yine de böyle bir konserde bira satışının olması hoşumuza giderdi.
İyisiyle kötüsüyle ele aldığımız bu konser için son cümleyi; bu şehirde, barışı ve sevgiyi temel alarak çevreye ve doğaya karşı saygı duyarak yaşayabilmemiz için bizi aydınlatıp bunun için sürdürülen mücadelede bize yol gösteren; müzisyeninden mimarına, gazetecisinden yazarına, doktorundan avukatına kim varsa hepsine derin saygılarımı ve teşekkürlerimi sunarak tamamlıyorum. Bugün Gezi’nin yıldönümü, anayasal hakkını savunmak için Türkiye’nin sokakları ve meydanlarında kardeşçe direnmiş herkese ve bu yazıyı okuyan sizlere teşekkürler, saygılar!
TÜRKİYE’NİN İLK E-MECMUASI SON BASILI DERGİSİ DELİKASAP 20. YIL ÖZEL SAYISINI EDİNDİNİZ Mİ?