BİLDİĞİMİZ DÜNYANIN SONU: BİR COVID-19 YAZISI
Bundan tam 120 yıl önce, Birleşik Krallık’ın güneyindeki Woking’e tuhaf, metalimsi ve silindirik bir gök cismi büyük bir gürültüyle düşer. Woking, Londra açıklarında kırsal bölgede kendi hâlinde çiftçi ve tüccar ailelerin yaşadığı küçük bir kasabadır. Londra ise tam o sıralarda sanayi devriminin kaymağını yiyerek sınıf atlamış, hızlı kentleşmeyle yükselen yeni burjuvazi sınıfına ev sahipliği yapmaktadır.
Kalabalık, cismin düştüğü yerde oluşan dev kraterin etrafında toplaşır. Düşen şeyden “Marslılar” olarak söz ederler. Bir süre önce İngiliz Nature dergisinde yayımlanan makaleye göre Mars’ta büyük bir gaz patlaması olmuştur ve bir kaç kütle dünyamıza doğru yol almaktadır. Herhalde, büyük bir göktaşı kopup geldi ve bu kratere sebep oldu diye düşünürler. Kimsenin gelecek olan büyük felâketten haberi yoktur. Londra basını “Marslı” mevzusuna alaycı bir üslupla ve paniğe gerek olmadığını ifade eden benzetmelerle (bir avuç uzaylı sümüklüböceğiymiş) yaklaşır. Kent insanı ise zaten konforlu evlerinde, dünya yıkılsa da umurunda olmayan bir kayıtsızlıkla hayatını sürdürmektedir. Woking savaş alanına döndüğünde, Londra’ya doğru dev bir göç dalgasının başlangıcı durumu iyice içinden çıkılmaz hâle getirir. Küçük bir kasabanın sorunu olarak görülen bu dünya dışı istila artık Londra’nın; hatta bütün dünyanın sorunudur.
Konuya aşina olanlar, yukarıda anlatılan olayın Zaman Makinesi ve Görünmez Adam gibi bilimkurgu başyapıtlarına da imza atmış olan H.G.Wells’in Dünyalar Savaşı (War of the Worlds) kitabının ufak bir özeti olduğunu bilir. Covid-19 salgını başladığından beri yaşadığımız sürreal sürecin, özellikle sinema ve edebiyat dünyasında izlerini sürdüğümüz zaman karşımıza bunun gibi pek çok bilimkurgu örneği çıkıyor. Wells, Dünyalar Savaşı’nı yazdığı zaman elbette daha 1. Dünya Savaşı görülmemişti. Buna karşın kitap, insanların günlük rutinini ve keyfini bozan ani ve sarsıcı bir değişime yönelik refleksleri hakkında çok yerinde tahliller içermektedir. Salgın, Çin’de ilk başladığında dünyanın geri kalanının –bir kaç istisna dışında- “bize bir şey olmaz” kayıtsızlığı ile Londra elitlerinin Marslılara yönelik yaklaşımı arasında apaçık bir benzerlik vardır.
Tabii, burada kastedilen “dünya”, varlık istenci kapitalist çıkar ilişkileri odağında biçimlenmiş “özgürlükçü” bir küresel elitler topluluğuna denk düşüyor. Bireylerin ve küçük grupların böyle bir salgın durumunda sesi yeterince duyulmadığı için, daha büyük gruplar ve devletler tehdite kulaklarını tıkamasaydı bugün çok daha iyi bir noktada olmamız olasıydı. Zaten şu da bir tür bilimkurgu klişesidir: Hikâyenin en başında klasörleri ve evrakları koltuk altına tıkıp, telaş içinde üst düzey bir yetkiliye ulaşmaya çalışan bir bilim insanı profili düşünün. Sürekli burnunun önüne doğru kayan gözlüğünü mü düzeltsin, yoksa olası bir salgının tehditlerine karşı yetkili birimlere sözünü mü geçirsin. Salgının başlarında sesini dünyaya duyurmaya çalışan Wuhan’lı doktorları tenzih ederim (bir kısmının akıbeti henüz bilinmemektedir, umarım başlarına kötü bir şey gelmemiştir) Peki, bu zamana kadar dünya çapındaki binlerce bilim insanının ikazları ne kadar dikkate alındı, ya da alınıyor?
Bu noktada, devletlerin sergilediği tutumun izlerine son bir kaç senedir devam eden iklim krizi meselesinde rastlamıştık doğrusu. Bilimsel veriler üzerinden konuşmak gerekirse, iklim krizine karşı ciddi önlemler alınmazsa önümüzdeki yıllarda Covid-19 salgınından daha büyük çapta bir felaketle karşılaşma ihtimalimiz gerçekten yüksektir. Sadece insan değil, binlerce canlı yaşamını ve ekosistemi tehdit eden büyük bir felaketten söz ediyoruz. ABD’nin başı çektiği süpergüçlerin bu tehdite karşı görece pasif kalması ve Greta Thunberg gibi iyi-kötü bir bilinç oluşturmaya çalışan bir figürü şeytanlaştıran muhafazakâr ve alt-right internet komünitesi yüzünden durumun ciddiyeti henüz yeterince kavranabilmiş değil. Çoğunlukçu batı demokrasisinin, siyasi ve ekonomik çıkarlarıyla örtüşmeyen; daha doğrusu kapitalist rekabetin doğasına yabancı olan “dünyayı kurtarmak” gibi bir insani ödevi ciddiye almaması da klişenin bir başka yüzü doğrusu. Marslılar gerçekten inseydi acaba tepki nasıl olurdu sorusu da bu bağlamda kafa kurcalayıcı bir soru olarak karşımıza çıkıyor.
Tabii ki sürecin başlangıç noktası olarak belirlememiz için gerçekçi ve somut bir örnek sayılmaz, ancak sembolik olarak konumlandırırsak şunu söyleyebiliriz ki, Trump’ın başkan olarak seçilmesi bu karikatürize sürecin içinde gerçek bir dönüm noktasıdır. Zira Trump, Geleceğe Dönüş filmlerinde sürekli olarak Marty’nin karşısına çıkan arsız kabadayı Biff “Kimse Bana Tavuk Diyemez” Tannen’dan başkası değildir. Sahiden inanılmaz karikatürize, gerçeklik algımızı allak bullak eden bir benzetmedir bu ve film yapımcıları dahi Tannen karakterini Trump’tan esinlenerek yarattıklarını söylemiştir. Kaç kişi filmi izlerken Tannen’a sempatiyle yaklaşmıştır bilmiyorum ama Trump’ın seçilebildiği bir dünya düzeninin salgın, iklim krizi, yoksulluk gibi konulara akılcı ve bilimsel bir yaklaşım getirmeyeceği pek çok insanın zihninde yer etmiştir muhakkak. Buna rağmen, özellikle Trump yanlıların başını çektiği grupların (alt-right topluluklar ve evanjelikler dahil olmak üzere) Covid 19’un küresel bir aldatmaca olduğu veya kendilerinin virüsten zarar görmeyeceğine yönelik inanışları nedeniyle geniş çaplı toplu eylemler düzenlemeleri bahse konu akılcılıkla örtüşmüyor. Trump Amerikası çevresine eklemlenmiş internet meme kültürü, influencer ya da adını ne koyarsanız koyun; dünya kamuoyunu etkileme gücü yüksek bir endüstrinin de sistematik aptallığa çanak tutması da aynı ölçüde varsayımlara ve komplo teorilerine yol açıyor.
Bu noktada en çok duyduğumuz iki teori var. Birincisi Çin’de ters giden bir deney, ikincisi ise Çinlilerin yarasa yeme merakı. Hem bilimkurgu distopyası hem de işin içinde şeytani “komünistler” var, insan daha ne ister! Çinlilerin tuhaf yeme alışkanlığını yok saymıyorum, zaten bu ayrı bir yazının konusu. Ancak pandemi sürecinde vergi rekortmenlerinin ve milyardelerin ikiye katlanan gelirleri, zengin-fakir ayrımı yapmayan virüse rağmen bu ayrımı uygulayan piyasacı sağlık sistemi ve bunun gibi daha pek çok sınıf eşitsizliğinin sorumlusu küresel kapitalizm gerçekliğini yok sayarak, teşhisi Çin ve yarasa boyutuna indirgemek ihtimalleri yanlış yorumlamak demektir. İnternet büyük ölçüde Çin’e kilitlenmiş durumdayken küresel kapitalizm ve “çok gizli masonik örgütlerin” de eli armut toplamıyordur eminim. Pardon, Bill Gates’in şeytani aşı planları vardı, unuttuk. O uzak distopya bilimkurgularında yer alan haşmetli mega şirketlerin günümüzdeki izdüşümü Microsoft olabilir mi?
Gerçekle kurmacanın birbirine karıştığı, bir anda 28 gün sonra komadan uyanmış gibi içine düştüğümüz ve hazırlıksız yakalandığımız pandemi sürecinin devamında yeni bir dünya düzeninin de başlayacağı şimdiden konuşuluyor. Bu öngörülebilir bir durum olsa da nasıl olacağını şimdiden kestirmek güç. Bahisler; siberpunk geleceğindeki gibi aşırı kalabalık ve neon ışıkları altında parıldayan bir dünyadan değil de, daha steril, daha kontrollü ve komünal bir gelecek tasvirinden yana. Aşı çalışmalarının bizi nereye götüreceği ve kapitalizm pandemisinin yeni ve insani bir düzene nasıl direnç göstereceğini zamanla göreceğiz. Ama belki de şunu büyük ölçüde göremeyeceğiz; bu ölümcül virüs, Marslıların yaptığı gibi kolayca bizi terk edip gitmeyecek. Belki gitti sanılacak ve bundan tam 120 yıl sonra, kutuplarda bir araştırma ekibinin yaptığı kazı sırasında ters giden bir… Neyse devamını biliyorsunuzdur.
Evren Ünal
Twitter: @evrenunal
DeliKasap’ın 666+1. Sayısı siparişte… Bu yazıyı beğendiyseniz, DeliKasap’ın 19. Yıl Özel Sayısı için hazırladığımız Distopya Filmleri ve Distopya Romanları konusunu da beğenmeniz çok olasıdır. O zaman hemen sipariş veriniz: