Bir Devrimin Sanatçısı: Sixto Rodriguez
1970’li yıllara doğru Detroit Nehri’nin kıyısında, sigara dumanından önünüzü göremeyeceğiniz, müptezellerle dolu barlarda gitarını tıngırdatıp, şarkısını söyleyen bir müzisyen vardı. Öyle ilginçtir ki; bu müzisyenin çıkardığı albümler kendi ülkesinde yalnızca altı adet satarken, Güney Afrika’da yarım milyon satmış ve müzisyenimiz ruhu bile duymazken Apartheid Rejimine karşı kültürel direnişin yüzü haline gelmiştir. Kimdir peki bu devrim sanatçısı?
Rodriguez, 1942’de Meksikalı işçi bir ailenin altıncı çocuğu olarak dünyaya gelmiş, bundan mütevellit ailesi ona Sixto adını vermiştir. 16 yaşında gitarla tanışmış ve zamanla çeşitli mekanlarda sahne almaya başlamıştır. O gün başına talih kuşu konacağından bihaber olan Rodriguez, gitarını sırtlayıp sahne alacağı bara gitmiş; sıradan bir gün gibi gitar çalıp şarkısını söylemiştir. O gün orada Rodriguez’in hayatındaki tek büyük tutkusu olan şeyin ilk adımları atılacaktır. Rodriguez’in ayağına kadar gelmiştir beklediği büyük fırsat. Orada iki isim dinlemiştir Rodri Abimizi: Mike Theodere ve Dennis Coffey.
Rodriguez’in sesini ve müziğini çok beğenmiş ve ona albüm teklifinde bulunmuşlardır. İlerleyen dönemlerde Rodriguez onlar için bir müzik sanatçısı olmanın çok daha ötesinde bilge bir adam, adeta bir nebi olacaktır ve onun en hatırlanmaya değer sanatçı olduğunu söyleyeceklerdir. Rodriguez etrafındaki diğer insanlar içinse “Yoksulların Şairi” olarak akıllarda yer edecektir.
Albüm teklifini kabul eden Rodriguez, 1970 yılında ilk albümü “Cold Fact’i” çıkarmıştır. Rodriguez için mucize gerçekleşmiş ancak kaderin çarkları ne yazık ki istediği yönde dönmemiştir. Rodriguez arkasında büyük isimler olmasına ve şartlar onun için gerçek anlamda olgunlaşmasına rağmen koskoca Amerika’da yalnızca altı adet satmıştır. Yine de pes etmeyip Kasım 1971’de ikinci albümü “Coming From Reality’i” çıkartmıştır amma velakin olmayınca olmuyordur… Albümün son kaydedilen şarkısı “Cause’da” olduğu gibi Noel’den iki hafta önce plak şirketi beklentiyi karşılayamadığı gerekçesiyle onun plaklarını satıştan geri çekmiştir. Bu noktadan sonra Rodri Abimiz de umudunu yitirmiş olacak ki, kendi deyimiyle yalnızca hobi olarak gitar çalmaya devam etmiştir.
İşler Amerika’da bu haldeyken Rodriguez, Güney Afrika’da Elvis’ten daha çok tanınıyor, evinde pikabı olan herkes tarafından Cold Fact albümü ilk üç albüm arasında sayılıyor, şarkıları çocuklar tarafından bile ezbere söyleniyordu.
Albümün Güney Afrika’ya nasıl gittiği hala gizemini korurken bir efsaneye göre; albümü satın alanlardan birisi, Güney Afrika’ya arkadaşını ziyaret etmeye gidiyor ve giderken hediye olarak yanında albümü götürüyor. Dinleyen herkesin albümü beğenmesi ve satın almak isteyip, bulamaması üzerine Güney Afrika’daki plak şirketleri albümü çoğaltıp satmaya başlıyor. Bunun üzerine albüm başlangıçta da belirtildiği gibi tam yarım milyon satıyor.
Bu süreçte Güney Afrika’da Apartheid Rejimi hüküm sürmektedir. Bir tarafta televizyonun “gomünist işi” olduğunu söyleyen, her şeyi yasaklamaya ve sansürlemeye müsait bir hükümetin sınırlandırdığı dünya, diğer taraftaysa “Sugar Man” ve “I Wonder” ile gizemini koruyan Rodriguez.
Güney Afrika’da bütün bunlar olurken Rodriguez, her şeyden habersiz bir şekilde Amerika’da işçilik yaparak hayatını idame ettirmeye çalışmaktadır. Kazandığı parayla hem evini geçindirmeye çalışıp hem de çocuklarının bilimden ve sanattan mahrum büyümemesi için elinden geleni yapmaktadır.
Rodriguez, Güney Afrika’da çok sevilmişti ancak hayranları tarafından onun hakkında bilinen tek şey albüm kapağındaki fotoğraftan ibaretti. Şarkı sözlerinden Amerikalı bir sanatçı olduğu çıkarımı yapılsa da diğer Amerikalı sanatçılardan farklı olarak kimse ona dair bir şey bilmiyor, kimse hakkında yazılmış herhangi bir şeye rastlamıyordu. Merak edilenleri, bilinmek istenenleri, kimsenin dile getiremediklerini dile getirip efsane haline gelen Rodriguez için konuşulanlar da efsane olmaktan öteye gitmiyordu. Sahnede kafasına mı sıkmıştı Rodriguez, yoksa üzerine benzin döküp kendini mi yakmıştı? Oldu olacak gitarı götüne sokup seyircilerin üzerine atlamıştı(!) Onunla ilgili konuşulanlar yalnızca ölümü ve sanatçılığıyla ilgiliydi. Ta ki birileri, onun gerçekten nasıl öldüğünü merak edip, araştırmaya başlayıncaya kadar…
Albüm satışları ve para akışı izlenerek Rodriguez’in plak şirketine ulaşılsa da şirketin sahibi sonrasında numarasını değiştirmiş ve ortadan yok olmuştur. Bu esnada “Rodriguez aranıyor.” temalı bir web sitesi kurulmuş ve aramalara oradan da devam edilmiştir. Çabalar bunlarla da sınırlı kalmayıp şarkılarda geçen yerlerdeki müzik yapımcılarıyla tek tek görüşülmüştür. Artık umutları tükenmek üzereyken, bu denemelerden sonuncusu “Inner City Blues” şarkısı dikkate alınarak “Dearborn” olmuş ve azimli hayranlar, Rodriguez’in yapımcısına ulaşmıştır. Her iki taraf için de son derece şaşırtıcı olan ve hararetli geçen konuşmanın sonunda yapımcı, seneler sonra Rodriguez’in Güney Afrika’da ne kadar çok ilgi gördüğünü öğrenirken; Rodriguez’in hayranları, onun ölmediğini ve mütevazi bir yaşam sürdüğünü öğrenmiştir.
Bütün bu olanlar Rodriguez’i de çok şaşırtmış ve davetler üzerine Güney Afrika’daki hayranlarıyla tanışıp, olanları birincil olarak dinlemek ve orada konser vermek için kızıyla beraber yola çıkmıştır. Oraya vardıklarında hiç beklemedikleri bir şekilde karşılanan baba-kız kendilerini yeni bir şokun içinde bulmuştur. Havalimanında onlar için bekleyen kalabalık, kapının önünde nereye isterlerse gidebilecekleri bir limuzin, lüks oteller, kapalı gişe konserler, hiç beklenmedik ölçüde dolu konser alanları…
Nihayetinde başarıyı yakalamıştır Rodriguez, ancak asla mütevaziliğinden ve devrimci ruhundan ödün vermeden hayatına kaldığı yerden devam etmiştir. Bugün kendisi 77 yaşında ve 40 senedir aynı evde yaşamını sürdürmeye devam etmektedir.
Rodriguez’in bu ilginç yaşamı bizlere, yaptığın iş ne kadar iyi olursa olsun; doğru zamanda, doğru yerde yapamadığın sürece başarıyı biraz geç getireceğini öğretir niteliktedir.
DeliKasap 19. Yıl Özel Sayısı’nı ön sipariş vermek için: