“Deli” Ginsberg

Var olmaktan sahip olmaya giden bir reel hayatın tam ortasında kendi hayatını (Guru’su William Blake‘in dediği gibi) “Taşkınlığın ahırından bilgeliğin sarayı”na giden yolda yürüyerek geçirdi. Öyle kolay değildi elbette bu virajlı mayın tarlasında yürümek. Önce deli olduğundan şüphelendi. Delilleri de yok değildi: Walt Whitman’ı süpermarketten kavun çalarken gördüğünü, William Blake’in sesini duyduğunu düşünüyordu. Sonra hayatın hayallerine karşı örgütlendiğini, külliyen hatalı tanzim edilmiş bir günlük hayatın içinde olduğunu farketti. Herkes birden (milyonlarca sinek…) yanılıyor olamazdı. Hatayı kendinde aradı. Psikiyatriste gitti, işadamlığına kadar birçok şeyi denedi “normal” bir insan olmak için. Sonra farketti ki asıl normal olan o: Sahiden de herkes birden yanılıyor

Derken olan oldu, ikinci büyük keşfini yaptı: O kadar da yalnız değildi. Milyonlarca ezilenle, “azınlıklarla” beraber hissetti kendini. Üstüne bir de başka “deliler” buldu kendisi gibi: Burroughs, Kerouac, Ferlinghetti, Snyder, Corso…

Bütün gerçek radikaller gibi, karamsar, şüpheci ve mücadeleciydi. Tarihe nasıl geçmek istersiniz sorusunu şöyle yanıtladı: “Sessiz düşünceyle CIA’i mahveden, söylediği blues ezgileriyle zencileri mest eden, rock‘çıları ağlatan, Adalet Bakanlığı’nı havaya uçurmakla tehdit eden ve 48’inden sonra tanrıdan ve ölümden korkmayan, dünyanın en akıllı adamı olarak tarihe geçmek istiyorum” dedi. (Ginsberg’den aktaran Kubilay Ünsal, Stüdyo İmge, 1. Dönem, 2. sayı)

Narkotik, Eşcinsel, “Suçlu” Ginsberg

Bütün iktidarlara savaş açmış, -ona göre sadece Vietnam savaşı karşıtlarını ve diğer protestocuları tutuklamaya yarayan- anti-marihuana yasasına karşı aleni kampanyalar düzenleyen bir eşcinselin “polisiye bir vaka” olarak değerlendirilmesi kaçınılmaz elbette. “Yığınla dosyam var. Üstüste koyunca 3 metre oluyor” dediği FBI kayıtlarına defalarca “bölücü” olarak geçti. Hatta aynı kayıtlarda “delilleriyle kanıtlanmış bir biçimde (sürekli olarak konut ve işyeri belirsizliğinden kaynaklı olarak) duygusal anlamda karmaşık, irrasyonel, yıkıcı duygulara sahip” olarak tanımlandı.

Ginsberg, Reagan’ın devlet başkanlığı yaptığı birinci dönemde hazırlanan 84 kişilik “uygunsuzlar” ve Nixon’ın ünlü “düşmanlar” listelerinde hakkettiği köşesini kaptı ve bu listelerde olmayı şeref, bulunmamayı da utanç saydı.

1970’den itibaren de (Illinois’teki Quincy College’da okuduğu bir şiir yüzünden) FBI tarafından bir “iç güvenlik sorunu” olarak nitelendi ve gözlem altında tutulmaya başlandı. O, FBI’ı da William Blake’le açıkladı: “FBI neden mafyayı bir kenara bırakıp, alternatif basınla uğraşıyor. Leroi Jones’u günah keçisi ilan ediyor, Jane Fonda, Tom Hayden, Martin Luther King Jr. ile hırsız-polis oynuyor, savaş karşıtı kahraman Dellinger’le uğraşıyor ve beni bile 1965’in iç güvenliği için “Tehlikeli Bölücü” ilan ediyor? Tuhaftır ki, aynı yıl Prag ve Havana’dan konuştuğum ve polise mukavemet ettiğim için tekmeyi yiyorum. Blake’in Cehennem’de Meseller’de dediği gibi, ‘Tuzak kendini yakalıyor, tilkiyi değil.’

Karamsarlık-Umut Ortaklığı

Dünyayı papa, başbakan, başkan, senatör, iktidar sahibi birtakım beyinsizler (ya da ünlü şiirindeki gibi: Kuşbeyin) tarafından ve sorumluluğunda yönetilen bir cinayetler ve kirlilikler diyarı olarak tanımlayacak kadar karamsardır. Doğa konusunda da çok karamsar, sinirli ve alaycıdır: “Kuşbeyin zıpkınlayıp balinaları bi güzel lüpletiyor yağlarını tropik bölgelerde / Kuşbeyin kafalarına vura vura öldürüyor yavru ayıbalıklarını / sonra ne giyecek Paris’e gittiğinde? (Kuşbeyin şiirinden ve aynı isimli kitaptan. Çeviren, C. Hakan Arslan)

Ama aynı zamanda umudunu da kesmez, kuşbeyin’in kuşbeyin’le yaptığı savaşın bir gün biteceğinden: “Bir yeni tür insan ulaşacak mutluluğuna / ve sona erdirecek bu soğuk savaşı, sürdürüp durduğun / kendi dost etine karşı”

Bir yandan da şiirdir elbette, bütün bunları yapacak olan: “Bugün, İnternet’teki, kahvedeki, üniversite forumlarında ve sınıflardaki bütün bu demagojiye karşın şiir, makul bir fener, bireysel açıklık için bir işaret ateşi, bütün yönlere doğru bir görüş açıklığı olarak kalabilir.” (Gloria Brame ile “Eklektik Edebi Forum Dergisi”nin yaz ’96 sayısı için yapılan söyleşiden)

Ginsberg Türkiye’de

Ginsberg, Türkiye’de beat şair ve yazarları aslında fazla çevirisi yapılmamış olmasına rağmen epey tanınır. Bugün, Kerouac, Burroughs ve Brautigan’ın kitaplarını piyasada bulmak mümkün. Ancak Türkçe’ye ilk aktarılan beat ozanlarından birisi olmasına karşın şu anda piyasada Ginsberg’in hiç bir kitabını bulmaya olanak yok. Ginsberg, Türkçe’ye benim ulaşabildiğim kadarıyla ilk olarak 1970’de yayınlanan Ferlinghetti-Ginsberg şiirlerinden derlenen, Orhan Duru ve Ferit Edgü çevirileriyle Amerika isimli kitapla aktarılır. Orhan Duru’dan bu yazı için aldığım bilgilere göre, Demir Özlü, bir Avrupa seyahatinde Ginsberg’i görür ve bu çeviriyi ona verir. Ginsberg, izinsiz yapılmış bu çeviriye kızmak bir yana çok sevinir ve Edgü ile Duru’ya koca bir cilt kitap gönderir. Kitapta, en önemli şiiri, beat edebiyatının en önemli eserlerinden Howl/Uluma‘yı bütün yazılış aşamaları, üzerine alınmış notlarla gönderir. Duru ile Ginsberg arasındaki tanışıklık böylece başlar.

Ginsberg 1990 yılında İstanbul’a gelir. Yine Orhan Duru’dan aldığım bilgilere göre geliş sebebi olarak Türkiye’nin dünya yüzeyinde görmediği son üç ülkeden birisi olduğunu söyler (diğer ikisi: Güney Kore ve İzlanda).

Ancak, bu seyahat Kerouac’ın romanlarındaki o muhteşem gezilere yaşı pek izin vermemektedir elbette. Bir beat yazarına göre turistik bir geziyle İstanbul’dan sonra Efes, Bergama vs. turları atılır. Ama bir yandan da Galata kulesi civarındaki salaş otellerde minik bir fiyat araştırması yapmayı da ihmal etmez: Ne olur ne olmaz, Ginsberg bu. Bu arada Duru’yu şaşırtan olaylardan birisi Ginsberg’in Türkiye şiiriyle yakın alakalı olması ve hatta cebinden bir Melih Cevdet Anday kitabı çıkarması!

Duru, Ginsberg’i şu sözlerle anlatıyor: “Bu sakin ve ciddi adamın şiirleri, ‘kendi kendine’ okumak için değil, bağıra bağıra okunmak içindir. O, beat kuşağının ya da ABD’nin ötesinde bütün dünyanın şairidir.”

Hayatı:
Louis Ginsberg, şiirleri yayınlanmış bir şair, bir lise öğretmeni ve katı bir Yahudi sosyalistti. Eşi Naomi, radikal bir komünist ve bastırılamaz bir nudistti. Genç yaşta, delirdi. Ginsberg’in utangaç ve karmaşık çocukluğu Paterson’da geçti. Bütün çocukluk öyküsü annesiyle ilgili tuhaf ve korkulu bölümlerle doludur. Annesi tehlikeli bir paranoyaktı; bütün bir ailenin hatta dünyanın kendine karşı planlar yaptığını düşündüğünde bile tek güvendiği kişi Allen’dı. Bu duygusal çocuk, çevresinde neler olup bittiğini anlamaya çalıştığında genellikle içinde olup bitenlerle savaşmak zorunda kalıyordu.

Whitman’ın şiirlerini lise yıllarında keşfetti ancak babasının tavsiyelerine uyarak şiir ilgisini bir yana bıraktı ve bir iş hukuk avukatı olarak kariyerini inşa etmeye başladı. Ama Columbia Üniversitesi’nin ilk yıllarında karşılaştığı vahşi ruhlar -ki bunlardan bir tanesi Jack Kerouac, öğrenci olmayanlardan biri de Burroughs’tu- bu planlarını çabucak değiştirdi. Bu küçük filozof grubunun her üyesi, eşit biçimde kafayı uyuşturucu, suç, seks ve edebiyata takmışlardı. Bu grubun en genç ve en masum üyesi olan Ginsberg, diğerlerinin edebi yetilerini geliştirmelerine yardımcı olurken, grup üyeleri de karşılığında Ginsberg’in romanlarda bulunan cinsten naifliğini kırmasına yardımcı oluyorlardı.

Columbia’da başlayan üniversite öğrenimi, kısa bir süre sonra, çalışmaları konusunda hiç de destekleyici olmayan arkadaşlarının yardımıyla, son buldu. Ve Ginsberg, kendini Times Meydanı’nda eroinmanlar ve daha çok Burroughs’un arkadaşları olan hırsızlarla birlikte, Benzedrin ve marihuana üzerine deneyler yaparken ve homo barlarında keşiflere çıkarken buldu. Elbette grup, bütün bu süreçte “Yeni Bakış” adlı bir edebi akım üzerinde çalıştığına ikna olmuştu.

Ginsberg bundan sonra bu konuda epey istekli olan Neal Cassady ile (en azından kendisi için tutkulu olan) bir cinsel meseleye girdi. Daha sonra Kerouac’a “Yolda” adlı kitabı yazdıracak olan ülke gezilerine başladı. Ginsberg’in şehir arkadaşlarının neşeli delilikleri sürerken, annesinin deliliği pek de neşeli olmayan bir biçimde ilerliyordu. Ailesindeki herkes delilikle o kadar çok ilgileniyordu ki, herkes abartılmış bir biçimde normal olmaya çalışıyordu. Ama Ginsberg tam da ters yöne gitti ve kendini temelde deli olarak tanımlayıp, tuhaflığı bir hayat biçimi olarak seçti; annesinin düştüğü uçurumun kenarında yürümeyi sevdi. 1948’de William Blake’i Harlem‘de bir apartman dairesinde okurken, daha 26 yaşındayken harika bir dellikle tanıştı. Blake’in kendisine göründüğünü söyledi. Bu olayı arkadaşlarına “Tanrıyı buldum” diye anlattı.

Ginsberg, 29’una geldiğinde hiçbirini yayınlatmadığı bir sürü şiir yazmıştı. O daha çok Burroughs ve Kerouac’un yazdıklarını yayıncılara satmakla meşguldu. Hemen sonra “Howl/Uluma”nın yayınlanmasıyla Beat kuşağının en önemli sembollerinden biri haline geldi. Dünyayı gezip, Budizm‘i keşfettikten ve sonraki 30 yılda sürecek bir dostluk demek olan Peter Orlovsky’ye aşık olduktan sonra daha da olgunlaştı.

Beat bir düşünceden bir harekete, sonra da bir klik’e dönüşürken Ginsberg kendini hippilerin arasına attı. Bundan sonra Timothy Leary’nin yeni keşfi LSD üzerine yayınlar yapmakla uğraştı. Çok ünlü bir Amerikan şairi olarak Ginsberg, bütün dünyada kitleleri politik olarak harekete geçirme yeteneğine sahipti ve ’60’lar boyunca bu yeteneğini fazlasıyla kullandı. Devlet yetkililerini hiç durmadan sinir ediyor, Hindistan’ta yöneticileri kızdırıyor, Küba ve Prag’tan kovuluyor ve sonu gelmeyecek biçimde Amerikan sağını gıcık ediyordu.

Vietnam savaşı karşıtı gösterilerin sakallı adamıydı ve toplum içinde bütün politik muhalifliğiyle Amerika’da devrimci düşüncenin ve eylemin gelişmesinde tek başına çok büyük bir payı vardı. ’60’larda Ginsberg’in katıldığı eylemler saymakla bitmez. 1965’de İngiltere’de Royal Albert Hall’da diğer beatnik’lerle okuduğu şiirler daha sonra bünyesinden Pink Floyd ve The Soft Machine‘i gibi grupları çıkarakacak İngiliz underground’unun ilk ortaya çıkışını gösterdi.

Bob Dylan, Ginsberg’i “dayanabildiği” az sayıda edebiyatçıdan biri saydı. Ginsberg daha sonra Dylan’ın “Subterranean Homesick Blues” adlı video filminde arkada göründü ve Dylan’ın 1977’de çektiği Renaldo ve Clara adlı filminde büyükçe bir rol aldı. Ginsberg’in ’60’lar boyunca katıl(a)madığı tek radikal eylem Stonewall’da düzenlenen Homoseksüellerin eylemiydi. Ve Ginsberg, ertesi gün aynı yerde bağırarak eylemcilere destek verdiğini açıkladı.

1970’de Tibetli muhalif guru Chogyam Trungpa Renpoche ile tanıştı ve hemen onu kişisel guru’su ilan etti. Daha sonra Anne Waldman ile birlikte Trungpa’nın Naropa Enstitüsü’nde Jack Keraouac Yapısız Şiir Okulu’nu kurdu. ’80’lerin başlarında Ginsberg, punk rock hareketine bile katıldı. Clash grubunun ‘Combat Rock’ albümünde müzik yaptı ve onlarla birlikte sahneye çıktı. Ginsberg, son güne kadar eylemin, şiirin ve müziğin içinde kaldı. Brooklyn College’de ve Naropa’da öğretmenlik yaptı.

(İşbu yazı, ilk olarak DeliKasap Dergi Eylül 2001 dijital edisyonda yayımlandı)

————————————————-

DELİKASAP 666+2. SAYI ÖN SİPARİŞE ÇIKTI!!!

Paylaş

Önerilen Haberler

Bir yanıt yazın