Liberallik denilen müessese

POST LİBERALİZM VE TOPLUMSAL DAVRANIŞ ETİĞİ ÜZERİNDEKİ YARATILMIŞ HÜKÜM HAKKI

POST LİBERAL DÜZENE İLİŞKİN PİYASA VE DİN ELEŞTİRİSİ

Değerli arkadaşım Atlantis’ten Gelen Adam (Hangi Atlantis? Menzies’in düşüncesindeki mi, Platon’un anlattığı mı yoksa Profesör Santos’un tezindeki mi? Hepsine eyvallah!) Murat Arda bana “Delikasap’ın liberalleri”nden bahsedince ben de bu yazıyı yazmayı düşündüm.

  1. Locke, A. Smith, J. Milton ya da J.S. Mill gibi isimlerin ortaya koyduğu temeller halen varlığını sürdürüyor. Bir ‘idea’ olarak liberalizm insanın doğasında var. Klasik liberal felsefe devlet kontrolüne alındığından bu yana özgürlüğe dayanan tüm fikirlerin gelişmesinde yaşandığı gibi “Avrupa disiplini” etkisini göstermeye devam ediyor. Önce yeni (neo) ardından sonracıl liberalizm (post) evrilirken devlet de kendi politik mantığı, pratikleri ve teknikleriyle insanlarını üretmeye devam etti. “Davranış etiği” kavramı içinde modern hükümetler insan davranışlarını düzenlemeye, kanuni çerçeveye oturtmaya ve dönüştürmeye çalışırken aynı zamanda liberal olan bu devletler özgür bireyin bağımsızlığı ilkesini “meşru alan, hak ve pratik oluşturma alanı” olarak kanunlarla yıkmaya devam ediyorlar. Pazar kavramı özgürlük aracı olmaktan çıkıp gerçeğe dönüştürme alanına dönüştürüldüğünde liberal ütopya toplumu çoktan ürün ve fiyat yapılarıyla üretilmiş bir yapıya büründürülmüştür. Sosyal hizmetler ve özelleştirme araçları yeni-liberal akımın ürünleriydi şimdi ise post liberal bakışın ürünleri olarak pazarda üretilen gerçekliğin insan doğası ve insanın doğal deneyimlerini radikalleştirecek şekilde etkileyen yeni ürünlerimiz var. Bu öyle bir etki ki Yuval Noah gibi global çok satan yazarlar bile “biyolojik insan” evrimini kutsayabiliyor. (Noah demişken, Dimitra Papagianni, Michael A. Morse gibi bilim insanları ise bilimin ifade ettiği yönde ilerlemenin insanın gerçek tepkisi olacağını ifade ediyorlar. S. Hawking bile evrim sürecinde bilimin delicesine hızına “zorla ve biyolojik” olarak zorlanan insanın evrim tarihindeki hızı dolayısıyla olumsuz yönde kırılma yaşayacağını ifade ediyor.) Bu öyle bir gerçeklik ki üretilmiş pazarlarına sizi davet etmekten ziyade bu pazarları kabul etmenizi zorluyor.

DEVLET KONTROLSÜZ PİYASA KAOSUN “DÜZENİNİ” YARATTI

Sanayileşmiş devletler için askeri-endüstriyel kompleks nasıl etle tırnak gibiyse, insan deneyimlerine ilişkin üretilen teknoloji ve bu yönde oluşturulmuş serbest piyasa içindeki pazar da aynen öyle. Bronz Çağı’ndan beri belki de ilk kez tarikatlaşmışçasına hareket eden piyasa ürününün zorbalığını yaşıyoruz.

Liberalizm özgür ve serbest hareket ila düşünce alanına sahip bir çerçevede bize “sanal” gerçek ile “yapay” zekanın ürünlerini sunarken kendisine de öz yapısını çok iyi anlatan alanlar yaratmaya devam ediyor. Örneğin tıp. Özgür ve bireysel tutum içindeki “sizler” için artık genetik, moleküler ve çevresel “özelliklerinizin” değerlendirilerek yine sizler için hazırlanan “kişiselleştirilmiş tıp” hizmeti alabiliyorsunuz. “Cerrahi ya da farmakolojik olursa neden olmasın” dediğinizi duyar gibiyim… Ancak bahsi geçen özelliklerinizin ölçümleriyle size “psikolojik terapi” bile hazırlanabiliyor. Kadim Sanskrit kültüründeki ‘veda’larda bile böylesine bireyselleşmiş ruhsal şifa yöntemleriyle karşılaşamazsınız. Kısacası parçalanıyor, ölçülüyor, rakamlarla işlemlere maruz kalıp tedaviye başlatılıyorsunuz. Yaşadığınız bir kaos ve devlet kaosu regüle etme savaşı verirken pazar kaostan para kazanıyor.

ÜRETİLMİŞ DENGENİN PEŞİNDE

Antik liberalizmin takipçileri olan 3 senatörün MÖ 44 yılında Roma’da, Cumhuriyeti ortadan kaldırıp İmparatorluk yönetimine geçişin kırılma anını gerçekleştiren Sezar’ı öldürmesinden, klasik liberalizmin doğum yeri Birleşik Krallık’ta henüz bu akım ortaya çıkmamışken, Kral I. Charles’in, Avam Kamarası’nı basıp meşhur “özgürlükçü 5 üyeyi” tutuklatma girişimine kadar devletin kendiliğinden “özgürlükçü ve bireyselci” fikirlere sahip çıktığı zamanlarda bile sınır koymaya kalkışmasını görürüz. Doğanın bir parçası olan insan davranışları gereği etki, tepkiyi ve iki güç arasındaki düalite sonunda “üretilmiş dengeyi” oluşturur. Post liberalizmde herhangi bir denge olmadığı gibi demokratik seçim ya da ortak iyilik gibi temel kavramlar bile kaosun içine giremiyorlar. “özgür birey” vurgusu toplumu daha küçük ölçekte (tam olarak birey ölçeğinde) yönetme yöntemini de üretmiştir ki bu tepkinin ardından oluşan şey yeni üretilmiş dengemizdir. Özetle temel problem artık yeni liberalizmin düzenleyici devlet-özgürlükçü birey çatışması değil, devletin olmadığı ve bizzat pazar tarafından oluşturulan sanal ve yapay “ileri teknoloji” ve “faydacı” ürünler ile özgürlüğü, pazarın sunumu içindeki kaos tarafından anlık belirlenen bireylerin arasındaki davranış etiğidir.

KORKUYU YATIŞTIRMA VE YENİDEN ÜRETME SİSTEMİ: DİN!

Liberalizmin mutasyon halini anlattıktan sonra bir başka probleme daha değinmek istiyorum. Malum evrendeki her canlı ve cisim zamanla erir, yaşlanır, çöker, yok olur. Kısacası sabit kalamaz. Fiziğin termodinamik yasaları gereği hareket eden her cisim hareketin ısısı dolayısıyla madde yapısında aşınmaya uğrar ve bu sayede canlılığını da devam ettirir. Ben şahsen önümüzdeki 15 yıl içerisinde dünyada din olgusunun çökeceğine inanıyorum. Bunun gerekçeleri çok daha farklı bir yazı istemektedir. Kendi termodinamiğine sahip olmasına karşın evrensel yasalara aykırı olan çoğu olgu insan düşüncesinin ürünüdür. Devlet, para, piyasa… Bizler bu üretilmiş değer ve varlıklara inancımızı koruduğumuz için değerliler. Tüm bu hayal gibi kendi paradoksunu yaşayan bir başka üretilmiş varlık da din olgusudur.

Din eninde sonunda kendini değiştirir, değişime ayak uydurur (bu konuda en başarısız olan toplumsal düzen vasıtasıdır) ancak temel çıkmaza sahiptir. Değişim nitelikli olmasına karşın üretilmiş toplum kontrol mekanizmaları temelde kendilerini oluşturan değerlerden asla kopmama statüsünü taşırlar. Para ve piyasa kapital birikimi ve yeni pazar kapıları açmaktan, devlet kontrol etmeye çalışmaktan ya da din mutlak doğru ve inanç kayalığından kopmamaktan asla vazgeçmezler. Dolayısıyla dinin en büyük yetisi bu hükmü sınıf olarak elinde tutanların amaçları için manipüle edilebilen ve dönüştürülebilen bir hücre yapısına sahip olmasıdır. İnsan aklında inancın kapladığı boşluğun kökeninde yer alan duygumuz, ilk inancımız yani korku var olduğu sürece “korkuyu yatıştırma ve yeniden üretme görevi taşıyan ruhbanlar sınıfı” hep var olacaktır.

“REFORM GEÇİREN DİN” İFADESİNİN İMKANSIZLIĞI

Hıristiyanlığı ele aldığımızda örneğin katı ve kuralcı din post liberal akımlarla birlikte bireyin düşünme olgusu “Düşünüyorum o halde varım” algısından uzaklaştırarak ortak yaşamın geleneği ve değeri noktasına gelir. Liberal bakış açısından bakıldığında din bir “kültür” ve “dil” birlikteliği sağlamakta temel etmenlerdendir. Peki örneğin post liberal bir Hıristiyan için fark nerededir? Dini metinler günümüze uyarlanabilir ve gelecekte yeniden yorumlanabilir. Bireylerin metinler üzerindeki kendi yorumları kabul edilebilir. Ortaçağdaki mutlak gerçeklik fikrine karşın, “kişisel” ve “ılımlı” gerçeklikler de kabul edilebilir. Post liberal inanç sahibi kişi kendisini özgür hisseder.

Peki, bu inançlı ve gelişmeci bir insan için ne ifade eder? “Dinin kişisel yoruma izin verdiği yeni bir reform.” Bu akımın örneğin ileride ana akım olduğunu düşünürsek dinin toplumsal kontrolünü yitirdiğini söyleyebilir miyiz? Kesinlikle hayır! Din bireye inmiştir. Bireyin “bireyselliğine” sirayet etmiş ona yapay “özgürlük ve yorum” alanı tanımış ve sonuçta bireyselleşmiş din anlayışı oluşmuştur. Böylesine bir akımın – ki bu akıma post liberal teoloji denmektedir – yayılması toplamda yine toplumun din olgusu adı altında kontrol edilebilmesi ya da yönlendirilmesini sağlamaktadır. Dolayısıyla hiçbir din aslında reform geçirmez. Sadece kıyafetini değiştirir.

MANİPÜLASYON VE ADAPTASYON HARİKALARI: PİYASA VE DİN

Son bir örnekle yeni liberal düzenin garip bir oyununu örnekleyerek yazımı sonlandırıyorum. Kulağa biraz gnostik ya da ezoterik gelse de insan yalnızca gözüyle baktığı ve algıladığı ile çok kolay “sadeleştirebilen” ancak göz kaslarının arkasındaki derin evreni yani aklını ve hayalini kullanıp baktığında ise çok güçlü “kompleks” hale getirebilen bir varlık. Liberal sonrası dönem gözlerimize küçük bir düşünce kapasitesi ve süzgeç yerleştirdi. Çok hızlı bakma, üzerinde düşünmeye ihtiyaç duymama, akla iletmeme ve yalnızca hızlı tüketip terk etme. İkinci dünya savaşı Amerikan toplumunun temel tüketim kavramları olan “Al ve tadına bak”, “Öde ve git” ya da “Susuzluğunu gider” mottoları yeni liberal düzenin pazar sloganlarıydı. Pazar genişledi, üretim ve tüketim arttı, ürün çeşitliliği arttı gözlerimiz artık seçmeden renklere ve ürünlerin üzerindeki resimlere odaklanarak almaya başladı. Post liberal dönem aynı ürünlerin boyutlarını büyüterek, ham maddeyi daha çok kullanabilmek için Monsanto gibi GDO’lu  ve kimyasal tarım firmalarının farikalarıyla ürünleri şişirerek, daha renkli ve haz uyandıracak şekilde paketleyerek piyasaya sürmeye devam etti. Sihir ise şu sözlerde gizliydi: “Siz özelsiniz”, “Yalnızca size özel”, “Kendini ödüllendir” ya da “Siz buna layıksınız” ve daha binlercesi. Ürün bireyin üzerinde neredeyse kutsanmış bir noktaya getirildi. Oysa hiçbirisi sizi özel kılmadığı gibi ironi olarak eski dönem üretim mekanizmaları için kıyasla daha özeldiniz. Bu kurumların umurunda bile değil elbette. Örneğin Monsanto’nun sitesine girdiğinizde sizi ilk karşılayan şey “Kurumsal Sürdürülebilirlik Raporu” olacaktır. Şaşırtıcı değil elbette. Piyasa koşulları ile din koşulları, düzenlerin adaptasyon ve manipülasyonun en harika örnekleridir ve gerçek ilgileri kazanç ve kurumun sürdürülebilirliğidir.

“DEVRİM NİTELİĞİNDE” ESKİ DÜZEN

Son bir not olarak tüm dünyada olduğu gibi bu yazıyı okuyanlar arasında da son dönemin sistem kıran furyası Bitcoin’e yatırım yapan ve oynayan arkadaşlarımız vardır. Merkez bankalarının ve merkezi bankacılık sisteminin dışında, devlet kontrolü olmaksızın kazanılan paralar “devrim niteliğinde” kabul ediliyor. Bu örnek bu yazı için biçilmiş kaftan. Bir bakış açısı olarak devletin etkisini neredeyse yitirdiği, merkez bankalarının olmadığı bir gecede yüzde 180 fırlayabilen dijital / kripto para sistemi sözde “herkes için fırsat eşitliği” yaratıyor. Bir kaos doğarken piyasa kendi düzenini yaratıyor. Bir gecede onlarca dijital parada manipülasyon yapılıyor, dijital para birimlerinin sahipleri olağanüstü yüksek rakamlarla ofisler satın alıyor, büyük firmaların dijital paralara yatırım yapması an meselesi ve “sistemi kırdı” denilen alanın en büyük çarkı olan Wallstreet’de vadeli işlem görmeye başladı. Somut gerçeklik gözlerin gördüğüdür yani elinize geçen para… Ancak buna ulaşmak için post liberal bakış açısıyla oluşturulmuş sanal bir dijital gerçeklik olduğu ve aynı bakış açısıyla “devrim” ve “sistem kıran” gibi yaratılmış yeni gerçeklik temelinde bulunduğunu halen unutmamak lazım. Merkezi finansal sistem içerisinde sisteme adapte olan yeni talep, kontrollü arzını da oluştururken bu sürece devrimsel demek son derece yanlıştır. Mevcut finansal düzen ile Bitcoin’in getirdiği yeni algı arasında bir sentez oluşturulmaya çalışılıyor ki bu bile “düzen” ve “sistem” odağının nasıl çalıştığının en açık örneğidir. Bir motto da biz yaratalım burada: “Siz paranızı kazanın gerisini düşünmeyin!” Ancak, bu post liberal akıma lütfen “devrim” ya da “yeni başlangıç” demeyin. Temsil ettiği şey sisteme adapte olan yeni pazar ürünüdür.

KONSERLERDE YENİ ÜRETİLMİŞ GERÇEKLİĞİ YAŞAYANLAR

Yukarıdaki fotoğraf bu yazı için güzel bir örnek teşkil eder. Birçoğumuz konserleri baştan sona çekenleri, en sevdiği parçaları baştan sona çekenleri, parçalar boyunca kayıt yapanları görüyoruzdur. “Kişiselleştirilmiş” ve “sizin çekiminiz” olan görüntüler, videolar ve wallpaper’a sahip olan, sizi yansıtan telefonlarınızla, “ortak deneyim” yaşamanız gereken yerde çıkarıp kayıt yapmak gerçek bir, yaratılmış yeni düzen üzerinde üretilmiş post liberal tüketici tutumudur. Ortak duyarlılık ya da ortak deneyim bu çerçevede sizi kalabalıklar içerisinde kendi adanızı yaratmanıza sebebiyet verir ki bu kişinin kendisini ifade etmesidir. Problem bu ifade yönteminin doğal süreçlerden bağımsız olarak, herkesin aynı yöntemle, toplu coşkunluktan kopuk şekilde deneyimlemesine sebep olmasındadır. Konserde fiziki konum itibarıyla gerçek bir “fotoğraf gözüne” sahip değilseniz aslında “kişiselleştirilmiş bir deneyimi” kaydetmiyorsunuz. Diğer yandan bulunduğunuz alanın anlamını ve ortak (sosyal) deneyim için geldiğiniz etkinliği bireyselleştirdiğinizi düşünüyorsunuz ki ortaya çıkan manzara hatıra ve hayalinizin sınırsızlığı değil, teknolojinin “limitleri” içindeki kayıtlarınız, sosyalleşme ve toplu coşkunluğu yaşama değil “beğenilme” odaklı dijital görüntü biriktirme ve topluluğun farkına varamama gibi tam da bu döneme yönelik deneyimler. Özetle, bu konsere gitmeden ekranlarınızdan izlediğinizde bile genel manzaraya görsel olarak daha çok hakim olacağınız için daha toplu bir etkinliğin deneyimine sahip olursunuz. Çok basit ifadeyle: “Bir yandan nasıl ekranı sarsmadan çekimin ve görselliğin sihrine kapılıp, tüm enerji ve yoğunluğu buraya verip diğer yandan toplu bir coşkun etkinliğin deneyimlendiği düşünülebiliyor?” Cevabı son derece basit, sosyalleşmiş gibi olan “sanal” alanda kulaklar, ruh ve hafızanın yerine geçen görüntü kaydetmeli “dijital” bir deneyim yaşanıyor. Post liberalizmin gerçekliğine hoş geldiniz.

Paylaş

Önerilen Haberler

Bir yanıt yazın