68 Ruhuna ve Beyoğlu’na Geri Sardık!
DeliKasap’ta geçen sene bu dönemlerde Moğollar’ın ve Pentagram’ın yeni kayıtları hakkında yazılar yazmıştım. Aradan bir yıl geçtikten sonra pandeminin etkilerini de biraz daha hafifletince, bu sefer iki grubun da konser yazılarıyla karşınıza çıkmış bulundum. Kısacası sitedeki dört yazımın ikisi Moğollar, ikisi de Pentagram hakkında oldu ve ben bundan dolayı çok gururluyum.
Şu sıralar “Müzik Sosyolojisi” diye bir ders alıyorum. Beylik laflar etmek istemem ama bu dersle birlikte müziğin, teknik ve içkin boyutlarının üzerinde anlamları olduğunu çok daha iyi bir şekilde kavramaya başladım. Ülkemizde de müziğiyle bize bir şeyleri hatırlatan -daha doğrusu belki de hiç unutmamamızı sağlayan- ve dönüp de geçtiğimiz yıllara bakıldığında memleketin belleğine ilmek ilmek işlendiğini gördüğümüz gruplar arasında, Moğollar’ın yeri çok özel. Konserleri normalde olay örgüsüyle, yani çalınan şarkılara sırasıyla değinerek anlatmayı severim ama söz konusu Moğollar olunca böyle bir giriş yapmak istedim. Şimdi seri biçimde konsere geçiyoruz…
Bu benim festivaller hariç ilk Moğollar konserim oldu diye hatırlıyorum. Pandeminin de etkisiyle böyle özel bir etkinliği çok fazla ertelemiş bulundum. Konser başlarken en büyük çekincem, birçok şarkının, sonradan yayınlanmış albümlerde yeniden düzenlenmiş olmasıyla ilgiliydi. Çünkü ben iflah olmaz bir 60’lar 70’ler hayranı olarak Moğollar’ın da en çok bizim “Anadolu Pop” diye bildiğimiz albümü ve “Düm-Tek” gibi albümleri seviyorum. Bunlara o dönemki 45’likleri de ekleyebiliriz tabii. Ancak bu konudaki önyargımı, daha ilk şarkıdan yerle bir ettiler. Konserin girişinde, grubun en eski parçalarından biri olan ‘Ağrı Dağı Efsanesi’ çalındı ve Cahit Berkay’ın bağlamasıyla girişi, Serhat Ersöz’ün harika dokunuşları ile birleşerek parçayı muhteşem bir hale getirdi. Ben bu tür eski parçaları, genelde ilk versiyonlarıyla dinlediğim için konserde sanki yeni bir şarkı dinliyormuş gibi hissettiğimi de itiraf edeyim. Serhat Ersöz’ün solosundaki minimal dokunuşlara bağlamanın, basın ve davulun ritimleri o kadar güzel eşlik etti ki benim için konsere giriş, son derece yüksek perdeden oldu.
Konserde, aşağı yukarı her şarkının öncesinde veya sonrasında parçaların isimleri anons edildi. Cahit Berkay ve Taner Öngür, bazı parçaların hangi yıllarda ve hangi olaylara istinaden bestelendiklerini anlattı. Bunlar anlatılırken rahmetli demeye dilimin varmadığı Ferhan Şensoy’un, Ferhangi Şeyler’deki “Aşık Mahzuni, ‘Dom Dom Kurşunu’ türküsünü Maraş’ta solcu bir genç öldürülmüştür de onun üzerine yazmıştır. Siz diskolarda dingildeyin diye değil!” sözü aklıma geldi. Çok yerde görmüşümdür şarkıların, türkülerin bağlamından kopuk bir reaksiyonla karşılandığını, bunları eleştirmek niyetinde de değilim zira herkesin kendi algısı ama karşımızda Moğollar olunca ve bütün bunları müzikleriyle ifade edince, anlatılan olgunun duygusuna bürünmemek mümkün değil. Zira ‘Ölüler Altın Takar Mı?’ve ‘Issızlığın Ortasında’ parçalarında bunu yaşamamak imkânsızdı. Memleketin her tarafında insanları zehirleyen siyanürü, şarkıyı anons ederken Taner Öngür, çok güzel anlattı. Aklımıza hemen Kaz Dağları meselesi de geldi doğal olarak. Cahit Berkay da Sivas olaylarında kaybettiklerimizi anarken bu şarkının her konserde çalındığını ve çalınmaya devam edeceğini bir kez daha hatırlattı. Yine Cahit Berkay, döneminin en önemli politik hicivlerinden biri olan ‘Dinleyiverin Gari’ şarkısının sonunda, her zamanki gibi “Biz bu parçayı 1993 yılında yaptık. Şimdi kimse üstüne alınmasın.” dedi. Cahit Berkay’ın sözünün üstüne söz söylenmez ama birçok baba grup gibi Moğollar’ın da söylediği birçok cümle, bugün de geçerliliğini koruyor. Keşke korumasa.
Hiciv demişken, konserin bence en eğlenceli anı, yine ‘Dinleyiverin Gari’ parçasının sonunda Taner Öngür’ün “Gözlerimdeki ışıltıyı görüyor musunuz?” sorusuydu. Şarkı, olağanüstü biçimde klasikleşmiş bir şarkı olmasına rağmen, halen o kadar güzel ki hepimiz ışıl ışıl olmuştuk bile. Bu arada bunları anlatırken parça sırasını göz önünde bulundurmayı tamamen ihmal ettiğim için yazı, “kronolojik” olmaktan çıktı. Akılda kalıcı diğer detaylarla devam edelim.
Moğollar diyince 54 yıllık bir maziden bahsedildiği için sahnedeki isimlerin haricinde de selam gönderilenler oldu. Cahit Berkay, grup üyelerini ilk anons edişinde Engin Yörükoğlu, Cem Karaca ve Barış Manço başta olmak üzere Moğollar ile çalışmış müzisyenleri alkışlarla anmamızı istedi. Anında patlattık tabii ki alkışları. Konser boyunca bütün grup üyelerinin eleştirdiği birçok konu arasında, ‘Namus Belası’ şarkısı ile dikkat çekilen İstanbul Sözleşmesi ön plana çıktı. Emrah Karaca’nın anonsuyla “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır!” şeklinde seslenen Moğollar, bu haykırışı müthiş bir performansla da tamamladı. Emrah Karaca ve Kemal Küçükbakkal’ın, özellikle bazı şarkılardaki performansına ayrıca değinmemek olmaz. 54 yıllık bir zaman tüneline yayılmış olan eski ve nispeten yeni sayılabilecek birçok şarkı, genç müzisyenlerin dokunuşlarıyla güzelleşiyor ve kuşaklar arası aktarım sadece dinleyiciler arasında değil, sahnede de yaşanıyor.
Konser boyunca grubu duygulandırdığını gözlemlediğimiz bir durum da konserin Beyoğlu’nda gerçekleşiyor olmasıydı. En azından iki kez değinerek, konserin gerçekleştiği Blind adlı mekânın sahiplerine teşekkür eden grup üyeleri, bu semtteki anılarının çok kıymetli olduğundan ve yeniden eski günlerine dönmesi umuduyla yaşadıkları heyecandan bahsettiler. Blind, eskiden Babylon olarak bildiğimiz yerde, yani Asmalı Mescit’te; bilmeyenlere söylemiş olalım. Kişisel olarak söylemeliyim ki ben de çocukluktan beri zihnimdeki Beyoğlu tasviri ile örtüşen bir gece yaşadım. Beyoğlu dolaylarında güzel anılarım olmasını hep istiyordum ve son birkaç yılda gerçekten güzel şeyler yaşadım. Şimdilik sonuncusu da dün akşamki konser oldu. Dün akşam hem 68 ruhuna, hem de sevdiğimiz Beyoğlu’na geri sardık; 54 yıllık serüvende dönüp dolaştık ve günün sonunda ‘Bir Şey Yapmalı!’ cümlesini, yine dilimize doladık. Epeydir ertelediğim ama sonunda gittiğim bu konserin sonunda Cahit Berkay ve Taner Öngür ile en azından birer fotoğraf çekilmiş olmamız da gecenin bonusu. Böyle güzel şeyler de hep Beyoğlu’nda başıma geliyor zaten. Moğollar’a büyük teşekkürler, saygılar…