Ağır Bir Hafta Sonuydu; Kelle Uçurduk, İçki Yuvarladık, Metal Dinledik: Heavy Weekend 2024

Selam sevgili DeliKasap ailesi! Bugün Ankara’dan size bağlanıyorum. Okullarla, işlerle dolu ama eminim bol metalli geçecek olan 2024-2025 dönemi hepimize güzel günlerle gelsin. Şakır şakır yağmurların arasında sizleri (pek güneşli geçmemiş olsa da yaz olan) Haziran Fransa’sına küçük bir yolculuğa çıkarayım istedim; hayatın yoğunluğu üzerimize çökmeden – ya da çökmüşse küçük bir mola vermesi için.

Bugünkü durağımız Scorpions’lu, Judas’lı, Deep Purple’lı Heavy Weekend.

Heavy Weekend, 21-22-23 Haziran 2024’te Fransa’nın Nancy şehrinde düzenlenen bir festival. Efsane kadroyu duyup basın başvuru yaptığımızda da sağ olsunlar DeliKasap’ı da konuk ettiler.

Bu harika festivali süper bir anıya çevirdikleri için yardımlarından dolayı medya ekibinin başındaki Olivier Garnier’ye ve basın ekibimize yol gösterdikleri için kardeş Fransız dergimiz Rock Metal Mag’e sonsuz teşekkürlerimizi iletmek istiyoruz (buyrunuz derginin linki: https://rockmetalmag.fr/ ). Baguette’lerinizi ve Croissant’larınızı hazırlayın çünkü yazı ve resimlerimizle sizi 2024 Haziran’ının Nancy’sine taşıyoruz.

Nancy, Fransa’nın Kuzeydoğusunda tatlı bir şehir. Strasbourg ve Paris arasında bulunuyor. Merkez nüfusu 104.885 olan bu şehir, 1960-1980 yılları arasında günümüzdeki şeklini almış. Tahmin edeceğiniz gibi çok başarılı bir kent planlaması örneği, modern yapılar, tarihi dokuyla çok güzel bir uyumla inşa edilmiş. Ayrıca küçük bir kent olmasının getirdiği huzurlu ve sakin havası da Nancy’yi tam bir hafta sonu gezi rotası yapıyor.

Tabii bu anlatacağımız hafta sonu Nancy’de başka rüzgarlar esiyordu. Cuma öğlen suları gar taraflarında bizim ekip (yani sırma saçlı, baskılı kıyafetli, efsane müzik zevkli popülasyon) belirmeye başlamıştı.

Festival organizasyonunda harika detaylar vardı. Mesela merkezden salona kalkan otobüsler temin edilmişti. Coşkulu kalabalıklara gülümseyen ve ‘İyi konserler,’ demeyi ihmal etmeyen tatlı personelle konser alanına güvenle gidip gelmek çok kolaydı.

Buyurun festivalin web sitesi https://www.heavyweekend.live/

Gün 1: 21 Haziran Cuma

İlk gün kapılar 17:00’de açıldı. Festival alanı çok renkli ve neşeliydi. Dev bir HWD balonu ve çevresine yerleştirilmiş sayısız butik ve yemek standı vardı. Bunların biraz ardında da Zenith du Grand Nancy isimli açık hava salonu. Salon dememin sebebi bu Zenith’lerin mimari oyunlarının sona ermemesi. Bu salon aslında hem açık havada hem de kapalı mekânda yapılan konserlere ev sahipliği yapmak için tasarlanmış. 1993’te inşa edilen yapı, mimar Denis Sloan tarafından tasarlanmış. Sahne çift taraflı ve organize edilen etkinliğe göre 6 kocaman kapı açılarak ya da kapanarak salonun kapalı ya da açık olması sağlanabiliyor. Muhabirlerimiz mimar olduğu için bu mimari muhabbeti kısa kesemiyoruz affola. Geçelim günün dehşet kadrosuna ve bu müthiş açık hava salonunda yaşadıklarımıza.

The Last International çıkan ilk grup oldu. 18:30’da sahnedelerdi. Amerikalı bir grup olan The Last International, sound olarak da gerçekten Amerika’yı temsil etti. Vokalde, gerektiğinde klavyede ve gerektiğinde bas gitarda şovlar yapan Delila Paz, bizce grubun, ilk günün ve hatta festivalin gümbür gümbür gelmesini sağlayan kıvılcımları çaktı. Biraz çekingen ve sakin gördüğü izleyici kitlesini önce motivasyon sözleriyle zorladı. Baktı hala istediği dinamik ortam yok, sahneden zıplayıp izleyicilerin arasında koşturmaya başladı. Kimine sarıldı, kimine mikrofonu uzattı. Gerçekten ortamın enerjini oldukça arttırdı. Konserin sonlarına doğru herkes melodilere eşlik ediyor ve gülüyordu. Sonlara doğru zaten grup iyice coştu. Bass gitar ve klavyede Andrés Malta, gitarda Edgey Pires ve bateride çok karizma Pierre Belleville hayranlıkla izlendi. Setlist şu şekildeydi: Kick Out the Jams, Life, Liberty, and the Pursuit of Indian Blood, 1984, Hero, Soul on Fire, Wanted Man, Hard Times ve 1968.

İkinci grup eminim tüm izleyicilerin heyecanla beklediği Extreme oldu. Saat 20:00’de sahnedelerdi. Çarpıcı kombinleriyle bir yıl bile yaşlanmak bilmeyen grup üyeleriyle Extreme mükemmel bir gösteri sergiledi ki buna hiç şaşırmadık. Arka plandaki görseller büyüleyiciydi ve tüm kalabalığı başka bir boyuta taşıdılar. Zenith Açık Hava’nın hep bir ağızdan “More Than Words” şarkısını söylediği önemli anlar yaşadık. Nuno Bettencourt’un inanılmaz performansını da izledik. Çok dokunaklı bir detay Eddie Van Halen’e yolladığı selam oldu ve tabii ardından gelen dehşet gitar performansı.

Vokalde Gary Cherone’u, gitarda Nuno Bettencourt’u, bas gitarda Pat Badger’i ve bateride Kevin Figueiredo’yu dinledik. Setlist, It’s a Monster, Decadence Dance, Kid Ego, Play With Me, Hole Hearted, More Than Words, Am I Ever Gonna Change, Flight of the Wounded Bumblebee, Get the Funk Out ve RISE oldu.

İnanılmaz bir performanstı. Hem hareketli anlar yaşadık hem de duygulu şarkı eşlikleri izledik. Her an, her nota ve her kelime izleyenleri şaşkına çevirdi. Bu nedenle sonunda çok yüksek bir alkış duymak sürpriz olmadı! Sonunda herkes büyülenmiş bir şekilde Scorpions’u beklemek üzere oturma yerlerini doldurdu.

Gecenin parlayan son yıldızı, İstanbul sonrası Fransa’ya uğrayan Scorpions oldu. Biz tabii romantik yağmurlu sahneler yaşamadık ama abiler gürül gürül karşımızdaydı işte. Pek çok metalcinin hayalini kurduğu o an, dumanla dolu sahnede sayısız sahne ışığı arasında rock efsaneleri; Scorpions… Konser boyunca sahnenin dekoru çok ilgimizi çekti. Arka planda gezegenler, akrepler, dansçılar, motorlar gibi birçok projeksiyon izledik ve bunları çok başarılı bulduk.

Kadro efsaneydi; vokalde Klaus Meine, bateride Mikey Dee, gitarda Matthias Jabs ve Rudolf Schenker ve bas gitarda da Paweł Mąciwoda vardı. Efsane şarkılarından sırayla Coming Home, Gas in the Tank, Make It Real, The Zoo, Coast to Coast, I’m Leaving You, Crossfire, Bad Boys Running Wild, Delicate Dance, Send Me an Angel, Wind of Change, Tease Me Please Me, The Same Thrill, New Vision (davul), Blackout ve Big City Nights’ı çaldılar.

Seyircilerin telefonlarındaki flaşları yakarak gece gökyüzünün altında bir yıldız denizi yarattığı “Still Loving You” performansı özellikle çok etkileyici oldu. Rock You Like a Hurricane’e bağırarak eşlik eden kalabalık, aynı duygu yoğunluğuyla Still Loving You’da da grubu sessiz bırakmadı. İzleyicilerin de ilk günün hakkını verdiklerini söylemek lazım.

Gün 2: 22 Haziran Cumartesi

Nancy’de sıcak bir gün oldu. Şehrin kilise ve müzeleri metalcilerle doluydu. Kültürlü bir grup bu metalseverler, insan güzel bir sergi falan gezerken çevresinde benzer müzik zevki paylaştığı insanlar görünce bir gururlanıyor, içi ısınıyor. Fransa’da pazar günleri neredeyse her konuda ortalıkta in cin top oynadığı için medya ekibimiz gibi Nancy dışından gelen yoldaşlar Cumartesi’yi gezme, yeme ve içme günü olarak ayırmış. İşte tam da bu sebeple oluşan bir yoğunluk ve vakit algısı yoksunluğu sebebiyle, ilk grup olan Sortilege’i ucu ucuna kaçırdık. Biraz bilgi verelim bu grup hakkında.  Paris kökenli grup, Iron Maiden ve Judas Priest esintili. Buyurun dinlemek için de bir link https://open.spotify.com/intl-tr/artist/2mUthKsZa1UWKvbAcJWQ2U?si=o1B3a85EQS-fsXJScxoiqA. Ucu ucuna ormandan geçen yürüme yolundan duyduklarımız kadarıyla bile olsa bu grubu gerçekten çok tavsiye ediyoruz. Medya çadırında gerçekten kaçırdığımız için bir baş sağlığı dilemedikleri kaldı.

Sıradaki grup Pretty Maids’di. 80lerden beri çizgilerini kaydırmamış bir grup Pretty Maids. Tarzları olsun, yazılarının fontu olsun, sahnedeki havaları olsun, her metalciye ve rockçıya evdeyim hissi verebilecek çok sağlam bir grup. Heavy Weekend’de de bir kez daha gösterdiler ki kaç yaşınızda olursanız olun, metalciyseniz ve işinizi iyi yapıyorsanız ruhunuz genç kalır. Gitarda Ken Hammer, klavyede Chris Laney, vokalde Ronnie Atkins, bas gitarda Rene Shades’i ve bateride Allan Tschicaja’ı izledik. Oldukça enerjik ve hareketli bir performanstı. Setlist, Mother of All Lies, Pandemonium, Back to Back, Red, Hot and Heavy, Serpentine, I.N.V.U., Please Don’t Leave Me, Little Drops of Heaven, Love Games ve Future World şeklindeydi.

Sırada bir önceki perşembe günü de dergimizi misafir eden kıymetli gruplardan Megadeth vardı. Megadeth’imiz canımız dedik. Özletmeyelim diye buralarda da bağıra bağıra eşlik ettik. Hatta buyurun bir önceki konserden yazımızın linki: https://www.delikasap.org/zenith-la-vilette-pariste-megadeth-stratovarius-keyfi-bambaskadir/ ,bugün de karşımızdalardı. Dave Mustaine’e DeliKasap özletilmez sonuçta.

Gitar ve vokalde Dave Mustaine, bateride Dirk Verbeuren, bas gitarda James LoMenzo ve gitarda Teemu Mäntysaari vardı. Setlistkleri şu şekildeydi: The Sick, the Dying… and the Dead!, Dread and the Fugitive Mind, Angry Again, Hangar 18, Sweating Bullets, She-Wolf, Trust, A Tout le Monde, Tornado of Souls, We’ll Be Back, Symphony of Destruction, Peace Sells. Ayrıca sonuna Mechanix ve Holy Wars… The Punishment Due’yu da eklediler. Paris’ten minik farkları olan bu gösteride de ekip kalpleri çalmayı başardı. Dave’in vokalini Paris’teki konserde biraz daha çok beğenmiştik açıkçası ama açık hava akustiğini de göz önüne alırsak yine efsanelerdi diyebiliriz. Bir kes daha Megadeth’e sonsuz ‘Merci!’ler dedik. Başladık babaları beklemeye…

Evet sorduğunuzu duyuyor gibiyim; Megadeth’ten sonra çıkan babalar da kim? Buna bir tabla cevap vermek uygundur herhalde: 0-3-5-0-3-6-5-0-3-5-3-0. Saat 22:00’da sahnede Deep Purple vardı. İnanılmaz enerjileri ve seyircileri başka dünyalara taşıyan ezgileriyle bildiğimiz gibilerdi. Fotoğrafçımızın manzara çalışmaları için konser seyir alanının biraz dışına çıkıp salonu genel kadraja alırken gördüğümüz manzara masallara layıktı açıkçası. Pembe- mavi bir gökyüzünün altında pırıl pırıl Zenith, etraftaki orman alanları çınlatan klavye sesi…

Bateride Ian Paice, bas gitarda Roger Glover, vokalde Ian Gillan, gitarda Simon McBride ve klavyede mükemmel performansıyla Don Airey vardı. Setlistleri tabii ki efsaneydi. Highway Star’la başlayarak herkesi kendilerine eşlik ettirdikten sonra surasıyla Hard Lovin’ Woman, Into the Fire, Uncommon Man, Lazy, Portable Door, Anya, Bleeding Obvious, Space Truckin’ ve tabii ki Smoke on the Water’ı çaldılar. Sonuna da Green Onions, Hush ve Black Night’ı eklediler. Smoke on the Water çalarken ateş makinalarından çıkan ritmik alevler havada gerçekten de ‘Fire in the Sky’ dedirtti. Tatlı anlardı.

Burada gecenin sonuna bırakacak ufak bir uyarı ve eleştirimiz oldu. Ufak bir baş ağrısı şikayetiyle erken ayrılmak isteyen muhabirimiz ne yazık ki otele dönecek otobüs bulamadı. Yollar festival sebebiyle kapalı olduğu için taksi de bir seçenek olmadı ve buradan ne yazık ki çok ciddi olmayan durumlar dışında festivalin lojistiğini başarısız bulduk. Yine de bu durumu dile getirdiğimizde hızlıca doktor kontrolü yapıp Avrupa’da bin bir emek ile alınan ağrıkesici ilaçlardan veren sağlık ekibine çok teşekkür ediyoruz. Eminiz ileri senelerde festivale giriş ve çıkışlar daha esnek olur ve bu sorunlar giderilir.

Gün 3: 23 Haziran Pazar

Nancy’nin sakin (belki de fazla sakin) pazar günlerinden biriydi. Bir iki ‘baguette’ bulup karnımızı doyurmak için uzun uzun gezmek durumunda kaldık. Biraz bizim turistliğimize geldi tabii ama Carrefour’dan değil de fırınlardan bulacağız diye bir ekmek uğruna tekrar şehri gezmiş olduk. Bunu biraz turistik rehber bakış açısından yazıyorum: çok metropol sayılmayan kentlerde hafta sonu atıştırmalıklarınızın tümünü Cumartesi almak iyi bir fikir olabilir.  Ya da ‘le’ Heavy Weekend’in efsane yemek stantlarında biraz zamana kıyıp efsane lezzetler tadabilirsiniz. Bu tercihe kalmış bir mesele, ikisi de akıl karı bizce.

Turist tavsiyelerini sonlandırırsak gelelim son güne. Festival alanı yine deli doluydu. İzleyicilerin yaş ortalaması bugün biraz daha yüksekti. Etrafta her tür (özellikle Fransız metal grupları) merch ve hatta renkli aksesuarlarla süslenmiş insanlar vardı. Dikkatimizi son gün en çok silikon şeytan maskeli bir arkadaş ve çoğu kişinin tercihi olan Alice Cooper makyajı çekti.

Yine coşku dolu olan festival alanında günün ilk sanatçısı Ayron Jones oldu. Gitar ve vokal yapan Ayron Jones’a gitarda, Matthew Jacquette, bas gitarda Bob Lovelace ve bateride Bobbi Jimmi eşlik ediyordu. Setlistleri; Boys From The Puget Sound, Emily, Supercharged, On Two Feet I Stand, Otherside, Blood In The Water, Mercy ve Take Me Away şeklindeydi. Müzikleri oldukça dinamikti ve grubun enerjisini çok beğendik. Gerçekten dans ettiren bir müzikti, ekibin sahnedeki danslarını izlemek de oldukça keyifliydi.

Ardından Tom Morello’yu izledik. Bizim için bu performansın vurgulanacak kısmı sembolik oldukları kadar anlaşılır bulduğumuz arka plan resimleriydi. İşçi sınıfını, siyahi vatandaşları ve hakları yenen herkesi oldukça sinirli bir şekilde fotoğraflayan Chris Anthony eserleri, Tom Morello’nun isyankâr ve politik yanını vurguladı. Setlist çeşitli sanatçılara yapılan referanslar ve cover’lardan oluşuyordu. Rage Against the Machine, Chris Cornell ve John Lennon parçaları dikkatimizi çekti. Ayrıca Fransızların çok sevdiği ‘Killing in the Name’ parçasının efsane yorumu, isyankâr ortamı iyice alevlendirip izleyicileri coşturdu.

Sırada Alice Cooper vardı. Sahnesini heyecanla beklediğimiz bir sanatçı olduğu için çıtı pıtı (!) kızlar olma avantajını kullanarak insanlardan bizi sahnenin dibine kadar geçirmeleri için yardım istedik. Kırmadılar bizi, en önlerde beklemeye başladık efsaneleri. Buraya unutmayacağım anları oldukça duygusal yorumladığım bir paragrafla katkı sağlamak isterim.

Sahneye 5-10 dakika kala, kocaman bir bayrağın arkasından çıkacak sanatçıları beklemeye başlamıştık. Hani konserlerde kurulan tatlı arkadaşlıklar olur ya, bir daha yüzünü bile görmeyeceğiniz insanlarla yıllardır kardeşmiş gibi şarkı söyler dans edersiniz. İşte tam böyle olacak 5-6 kişilik bir ekip olmuştuk. Nancy’de yaşayan iki arkadaş önce nereli olduğumuzu tahmin etmeye çalıştı sonra uzun uzun Alice Cooper konuştuk. Her sarışın gitar tutkunu hanımefendinin (emimim ki) hayatını şekillendiren Alice Cooper gitaristi Nita Strauss geldi birden aklıma. Yeni evlendiğini de çok iyi biliyordum. Buradan kendisine tebrikleri iletelim; baterist eşiyle çok tatlıklar. Bu ekibe sordum: ‘Nita yok değil mi lineup’ta bu sene?’ diye. ‘Neden olmasın ki?’ dediler. Dedim ‘Ohoo, yeni evlendi işi gücü vardır geziyordur ev düzüyordur.’ Bu saçma kızımızı evlendirdik muhabbetini yaptıktan sonra inen perdenin ardında birdenbire kimi görelim… Nita Strauss kanlı canlı, full karizması, siyah makyajı ve deri kostümüyle karşımızda. Bir takım hayranlık naraları, I LOVE YOU NITA çığlıkları ve el titremeleri sonunda hafif de olsa toparlanıp gazetecilik işimize döndük. İşte o an hayatımda insanlara vereceğim tek tavsiye kafamda oluştu: hayallerinizi güzel takip edin, onlardan vazgeçmeyin. Çünkü çok sevdiğiniz, çok istediğiniz anlar yıllar sonra sizin olunca genç halinize dönüp bakıp ‘Başardın ufaklık!’ demek kadar sıcak bir duygu daha yok.

Geçelim kalpsel tatavaları, vokalde Alice Cooper, gitarda dehşet üçlü Ryan Roxie, Nita Strauss, Tommy Henriksen bateride Glen Sobel ve bas gitarda da Chuck Garric’i izledik. Ayrıca konser gerçekten inanılmaz bir tiyatro gösterisiydi. Merdivenler, sonradan Alice Cooper’ın kızı olduğunu öğrendiğimiz sayko bir cellat, meşhur giyotin sahnesi, bir yılan ve bizim gulyabaninin aynısı bir ‘Frankenstein’ gördük. Daha birçok detayla gerçekten bize hem müzikal hem de görsel bir şölen yaşattılar desek yeridir.

Setlist; Lock Me Up, Welcome to the Show, No More Mr. Nice Guy, I’m Eighteen, Under My Wheels, Bed of Nails, Billion Dollar Babies, Snakebite, Be My Lover, Lost in America, Hey Stoopid, Welcome to My Nightmare, Cold Ethyl, Go to Hell, Poison, Feed My Frankenstein, The Nightmare, The Black Widow, Ballad of Dwight Fry, I Love the Dead, Elected ve School’s Out’tan oluşuyordu. Tüm bu duygu selinin, görsel şölenin ve kulakların kutsanmasının sonunda pena yakalayamasak da ellerinize sağlık gençler diyelim (yaşlarından bağımsız gençler çünkü). Alice Cooper gerçekten ölmeden izlenmesi gereken bir sanatçı. ‘Merci beaucoup Alice et l’équipe !’

Hayranlık ve takdirle günün sonuna gelirken sırada bir baba isim daha vardı. Fransa şubemizin ilk raporu olan bir dehşet-il vahşet grup daha Nancy yolculuğumuzu taçlandırmak üzere sıradaydı: Judas Priest. Buyurun 8 Nisan Judas konseri yazımızın da linkini atalım laf açılmışken: https://www.delikasap.org/paris-metalcileri-saxon-ve-judas-priesti-agirladi/ . Tabii ki Rob Halford’a DeliKasap özletmek olmazdı. Yine alandaydık.

Invincible Shield’ı tekrar tekrar kutlayan ekibimiz, yine efsanevi girişlerini albümün basılı olduğu dev bir bayrağın arkasından belirerek yaptı. Vokalist Rob Halford, gitaristler Richie Faulkner ve Andy Sneap, basçı Iann Hill ve baterist Scott Travis tüm endamlarıyla karşımızdaydı. Açık havaya bir ayrı yakışan ekibimiz tüm izleyicilerin eşlik ettiği efsane setlistleriyle Heavy Weekend’e harika bir final yaptılar. Sırasıyla Panic Attack, You’ve Got Another Thing Comin’, Rapid Fire, Breaking the Law, Riding on the Wind, Devil’s Child, Sinner, Turbo Lover, Invincible Shield, Victim of Changes, The Green Manalishi, Painkiller, The Hellion, Electric Eye, Hell Bent for Leather ve finalde de Living After Midnight dinledik.

Ortam gerçekten çok tatlıydı. Bu harika festivale misafir olmak büyük bir keyif ve onurdu. Yazısının hazırlığı biraz uzadı ancak anlarsınız halimi; insan güzel anılar hakkında uzun uzun yazmak istiyor. Bazen yazmak yaşatıyor anıları. Bırakalım bugün de yayınlanması yaşatsın ve kıymetli dergimiz DeliKasap’ta sonsuzlaşsın bu efsane festivalin bizim gözümüzden ve merceğimizden yorumu.

Metalle kalın. Oui oui baguette’le kalın değerli dostlarr. Seneye Haziran’da ‘le Heavy’ günlerde görüşmek üzere.

Yazı : Akça Yılmaz

Fotoğraflar : Gulia Huseynova

Paylaş

Önerilen Haberler

Bir yanıt yazın