“İNTİHARSAL DEATH METAL”İN EN YÜCE GRUPLARINDAN CARCASS’A ŞAPKA ÇIKARIN: TORN ARTERIES!
Tarzını, janrını, türünü kategorize edemediğimiz, lakin; tavrını da senelerce muhafaza etmiş gruplar her zaman baş tacıdır benim için. Buradaki “tavır” kelimesinden kastım da şudur: Örneğin, bizim Türk Halk Müziği’nde olan tavır gibi çok mikro ve bölgesel ölçekte oraya dair veriler sunan bir icra tarzı; metal müzik mecrasında da Carcass’ta mevcudiyet bulmuştur. Carcass’ın tarzı hangi bölüme girer bilinmez, hakkında yüksek itibar gösterilmesi muhtemel onlarca muhtelif görüş bulunmaktadır. Biri kalkıp dese ki; “Bu herifler Extreme-Metal üstadı!”, “Ağam!” derim, beriki dese ki, “Melodik Death işte budur!”, “Paşam!” derim, öteki kalkıp dese ki, “Ben ömrümde böyle güzel NWOBHM (New Wave Of British Heavy Metal) melodilerini Iron Maiden’da bile dinlemedim!”, “Haksızsın!” diyemem! Lakin; bir şarkının Carcass eseri olduğunu da rahatça ayırt edebileceğimiz karakteristik bas ve vokaller, incitmeden akıyor derken birden blast-beat olan davullar, emsali zor bulunur “Death’n Roll” gitar riff ve melodiler, istikrarı her şeyin önüne koymuş lirik temalar, başta söylediğim “tavır” meselesine ilişkin kuvvetli donelerdir.
Bu yazının konusu; gönülleri fethetmeye gelmiş, adeta metalcilik gönül işi diye haykıran (Bkz. Heartwork) nevi şahsına münhasır metal grubu Carcass’ın son albümü, Torn Arteries. Konu dışına asgari ölçülerde çıkmak istiyorum. O yüzden; grubun diskografisi ve tarihine dair derine girmek yerine, adeta Carcass’ı 2021 yılında Torn Arteries ile keşfetmiş biri ivecenliğinde, konuyu hep buraya getirmek maksadındayım.
Yazının konusuna dair ilk fireyi, izninizle burada vermek istiyorum. Carcass’ın iki muhteşem elemanı Bill Steer ve Jeff Walker’a dair görüşlerimi size aktarmayı bir borç bilirim. Bu arkadaşlara dair fikirlerimi, bir kurmaca denemesi ile anlatmak isterim:
Düşünün ki, Alsancak’ta (Siz okuyucular, bunu kendi şehrinizin sevdiğiniz bir muhiti olarak değiştirebilirsiniz tabi ki.) bir dost meclisi kurup toplanmışız, muhabbet gırla, ortam şahane… Meclis üyelerinin de o an masada olmayan iki ortak arkadaşı var: Bill Steer ve Jeff Walker.
Bir bakıyorsunuz Bill köşeden dönüyor, bizim mekana doğru geliyor. Zaten ağırbaşlı adam, efendi herif, gelirken sağa sola selam veriyor, hal hatır soruyor falan derken; masa ahalisini bir heyecan kaplıyor, sevinç sarıyor, biz şimdi bu kaynaktan ne kadar faydalansak kâr diye akıllardan geçiyor, derdi olan akıl danışırım diyor, normalde sazı eline alıp sohbeti domine edecek tip Bill varken tut çeneni diye içinden öğütlüyor kendini, hatunların zaten dibi düşmüş, yerlerde arıyor…
Bir bakıyorsunuz Jeff köşeden dönüyor, bizim mekana doğru geliyor. Elinde yarım bira şişesi, zıkkımlana zıkkımlana seğirtiyor, sağa sola salça oluyor, küfür kıyamet, sinkaf havada uçuşuyor falan derken; masa ahalisini bir tedirginlik kaplıyor, şimdi sıçacak keyfimizin içine duygusu hasıl oluyor, masanın en atikleri Jeff’i bertaraf etmek için yalanlar düşünmeye başlıyor, mekanın garsonları erketeye yatıyor ne olur ne olmaz, herkes içinden bana bulaşmasın diye İskandinav tanrılarını göreve davet ediyor…
Bu iki arkadaşın bende uyandırdıkları hissiyat, tamamen böyle. Gayet tabi ki bu durum, Carcass’ın icra ettiği müzikte beden buluyor, metal sahasında ayak basmadık yer bırakmıyor, her durakta onları bekleyen bir yolcuyu muhakkak buluyor. Beni müzikte, hele ki metal müzikte en cezbeden şeylerden biridir bu zenginlikten beslenme hali. Hem Napalm Death’te çalıp hem Bon Jovi’de çalma ihtimali bulunan bir engin deniz gitarist ile metal basçılarının bir kavuğu olsa Lemmy’nin kavuğunu devredeceği bir basçının aynı ekipte olması muazzam bir şey bana göre.
Albümün geneli için ilk söyleyeceğimiz şey, elbette ki mevzunun yine çok fazla ameliyat masasından uzaklaşmadığı olabilir. Albüme damga vurmuş ikinci hususun da parçaların bayraktarlığını yapan enstrümanın hiç kuşkusuz, müthiş de tonlanmış davul olduğudur. Daniel Wilding muazzam iş çıkartmış. Şahsen rideların net duyulduğu bir davulun beni her zaman tavladığını da belirtmeliyim ki torpil geçtiğim yer belli olsun.
Albüme adını veren Torn Arteries, temposu baştan sona düşmeyen, el tetikte göz namluda bir eser. Dört dakikaya tüm metal şarkısı kalıpları sığdırılmış. Fakat; tüm albüm göz önüne alındığında, albüm adı unvanını, orada aslanlar gibi The Devil Rides Out dururken ben bu şarkıya vermezdim.
The Devil Rides Out’u dinlediğimde en az on yıl gençleştim, bir anda saçlarım uzadı, üstümde rengi her dem giyilmekten griye dönmüş bir Metallica tişörtü belirdi. Müthiş yüksek bir riff ve ona senkronize davullar ile gerçekten dört nala gidiyoruz şarkıda. İlk nakaratı atlatmamızın hemen akabinde, 1:15’te Bill Abi öyle bir ince giriyor ki, atımın üstünde şöyle heybetle yekinip istemsizce uzaklara bakan muzaffer bir komutan edasından kendimi kurtaramıyorum. Bu durum ikinci nakaratta da tekrarlanıyor ve geçiş partisyonlarından sonra bir ara bitişe ulaşıyor şarkı. Sonra, Jeff Abi şarkıyı Aragorn’u kaldıran atı Brego gibi ayaklandırıp fişi çekiyor.
Bir balad tadında başlayan In God We Trust, şaşmaz bir Carcass alametifarikası olarak bir anda atağa kalkıyor ve sanki az önce bahsettiğimiz The Devil Rides Out’un kalıbına bürünüyor ve tekrar balad modunu buluyor. Solosu harikulade, ama bu şarkı bu albümde olmasa kim ne kaybeder ya da ne kazanırdı? Tamamen nötr bir eser bence.
Bu albüm, Carcass’ın geçmişe atıflarını da barındırmaktadır sevgili metalkafalar. Flesh Ripping Sonic Torment Limited ismi ile Torn Arteries’de yer bulan eser; 1987 tarihli kaydını dinlediğinizde muhtemelen baygınlık geçireceğiniz için ilaç gibi gelen, adeta bir epik şaheser. Tabi o çiğ soundun falan da hastası metalik nostaljikler var. Yolları açık olsun. Diğer atıf da 1996 yılındaki Wake Up And Smell The… Carcass adı ile piyasaya sürülen albüm adının Torn Arteries’de üç noktadan azade ve Caveat Emptor eklentisi ile Wake Up And Smell The Carcass / Caveat Emptor şeklini aldığı şarkı. İkisi de muazzam ve albümün akışını bozmayan, aynı zamanda da bence albümde Bill Steer’in on numara pozisyonunda, forvetlerin arkasında en serbest oynadığı iki şarkı.
Şimdi Kelly’s Meat Emporium ile The Scythe’s Remorseless Swing şarkılarına gelelim. Bu iki şarkıyı aynı paragraf başlığına alma nedenim, ikisinin de official drum playthrough şeklinde videosunun bulunması. Benim beğeni kıstaslarım arasında önemli bir yere sahip olan ride duyulma netliği ile davul tonu, bu iki videoda beni benden aldığı için sizlere de bu videolarda Daniel Wilding’in maharetlerini izlemeden şarkılara not vermemenizi öneririm. Naçizane bas gitar tıngırdatan biri olarak arkamda çalmasını istediğim ideal davul set up ve tonu işte budur dostlar.
Albümün vasatlarından olduğunu düşündüğüm Under The Scalpel Blade ile Eleanor Rigor Mortis de yine belli formüllerin, sanki sırası bile şaşmadan yerlerine oturtulması ile oluşturulduğunu hissettiren bir şarkı. Evet, yine düşmüyor şarkılar, evet blastlar şık tamam, evet Bill Abi cayır cayır. Lakin; bu şarkıları next tuşu için elim hep hazır dinledim.
Torn Arteries’in en flaş ve en fişek eseri, kanımca Dance Of Ixtab. Bu şarkı, albümün bu şarkı dışındaki tüm eserleri bizzat grup tarafından bir sıçış olarak bile deklare edilse, plak şirketine albümü bastırır. Hiçbir şarkıda yapmadığım lirik değerlendirmesini hak edebilme potansiyeli, mevzuya mitoloji de karıştığı için bu şarkıda bulunmakta. Çünkü, müzikaliteye dair çok da söylenecek ekstra bir şey yok. Ixtab, Maya mitolojisinde intihar tanrıçası; fakat, bu tanım meseleyi özümsemek adına basit bir sözlük açıklamasından öte değil. İntihar mefhumu, bu mitolojik anlatının içeriğinde özel bir yere sahip. İntihar eden müthiş bir mertebe kazanıyor ve Ixtab; ona cennet yolunda yarenlik ediyor, yoldaşlık yapıyor. 2021 yılı itibariyle dünyaya baktığımızda, intihar edene bu denli ulvi bir değer atfetmek pek mümkün değil. Ayrıca, bugünün inançları da insanı intihar noktasına getiren acıları bir imtihan olarak değerlendirmek gerektiği temeline kurulu. Bugün Ixtab her an etrafımızda ve tepemizde dans edip cennet yoluna yol arkadaşı seçmek için çırpınıyor. Günümüzün global yeryüzünün kocaman bir Maya kabilesi olduğunu veri alsak, Ixtab kendine yoldaş adaylarını, öncelikle, en ideal potansiyel olan geçim zorluğu yaşayan yoksullardan seçer. Zira; ülkemizde de intihar, son yıllarda ne yazık ki bir seçenek olarak değil bizzat seçim olarak karşımızda. Hem de tüm çıplaklığıyla. Konumuza dönersek, Carcass’ın bu şarkıya yaptığı animasyon klibini de muhakkak izlemenizi, mevzuya metal müzik cenahından nasıl bir yorum getirdiğini görmenizi öneririm. Hiçbir zaman Ixtab’ın dansını görmek zorunda kalmayacağımız, her daim Wacken sahne önü tadında olan bir dünya özlemi ile Carcass’ı bu şık albüm için, sizleri de sebat eyleyip bu yazıyı okuduğunuz için hürmetle selamlarım.