Tarantino bunu hep yapıyor: Hitler, faşist satanistler ve Hollywood

Büyük yönetmen Quentin Tarantino belki de artık son sinema yapıtı olarak kodladığı “Bir Zamanlar Holywood’ta” ile yine her zaman başarı ile yaptığı işi gerçekleştiriyor: Dezenformasyon, spekülasyon ve kara mizahın şiddetle yoğrulduğu bir sinema şöleni…

Severim ben Tarantino’yu. Pulp Fiction’ı Beyoğlu Sineması’nda izlediğim gün, dün gibi aklımda; sinemadan nefesim kesilmiş bir vaziyette çıkmıştım. Dark Humour, şiddet unsurları ile dibine kadar dalga geçme, tabu devirme ve artık Tarantino sinemasının alameti farikası: Tarihsel çarpıtmalar ve organik dezenformasyon! Tüm bu olguları kendi sinematografisinde bilinçli birer enstrüman olarak kullanıyor ekşi suratlı sinema adamımız ve özgün şahsi sinema mitolojisini başarı ile popüler kültür tarihine aktarıyor.

Önce bir Hitler’li hatırlatma: Şerefsiz Piçler (Inglourious Bastards) adlı çalışmasında aslında intihar etmiş olan faşist lider Hitler’i mermi manyağı yaparak faşizmden kendi çapında intikamını alıyordu Tarantino. O dönemde “Tarihi çarpıttığı” yolundaki eleştirilere, “Bu bir film ve kendi filmimde senaryoyu istediğim gibi şekillendirmekte özgürüm” yanıtıyla bu bilinçli çarpıtmalarına sahip çıkıyordu.

Tarantino, bu defa derin bir empatiyle hayran olduğu bir başka usta yönetmen, Roman Polanski ve genç eşi Sharon Tate’in hatırasına sahip çıkıyor adeta: Gerçekte bu çiftin yaşadığı tragedya’ya alternatif bir tarih yazımı eşliğinde farklı bir senaryo yoluyla müdahale ediyor. Bu defa hedefte Naziler yok ama başka tür bir faşist grup var: Satanist Hippiler. Daha fazla spoiler vermemek için burada kendimi dizginliyorum.

Tarantino, bu filminde de çok sevdiği arkadaşları, Leonardo DiCaprio’dan Brad Pitt’e, Margot Robbie’den Luck Perry’ye (ne yazık ki bu hakkı yeterince verilememiş oyuncuyu da genç yaşta kaybettik ve Perry bu filmi izleyemeden hayata gözlerini yumdu) birçok yıldızla eğlenmiş ve eğlendirmiş hissiyatını filmin tüm karelerinde izleyiciye yansıtıyor. Türk sinemasında özellikle dönem filmlerinde hep ihmal edilen siyasal arka plan ve dönemin ruhuna dair küçük ipuçları Tarantino’nun filminde yüksek perdeden olmasa da bir ticari sinema filminin sınırları çerçevesinde dozajında verilmeye çalışılıyor.

Lâkin seksi satanist hippiler komünist mi faşist mi, sonradan alnına gamalı haç çizecek olan gözü dönmüş cemaatin lideri cani Charles Manson hippi bir anti-kapitalist mi yoksa ideolojik sağcı bir sapık mı, “şeytan komünü”ndeki baldırı-çıplaklar Manson’ın hangi dereceye kadar müridi, şeytan bunun neresinde; bu noktalar belirsizliğini koruyarak filmin eksikli taraflarını oluşturuyor. Belki de tarihi çarpıtmakla mükellef Tarantino, Manson cemaatinin ideolojisinin şeytani taraflarını da törpüleyerek seyirciye daha naif bir hippi topluluğu sergilemeyi tercih etmiş olabilir, bilemiyoruz, “Tarantino’dur ne yapsa yeridir” diyoruz.

Gözden düşmüş aktör rolünde Leonardo DiCaprio’nun dört dörtlük bir oyunculuk sergilediğini, “Bruce Lee sekansları”nın absürtlüğünü, altmışlı yıllar havası ve müziklerinin filme ekstra lezzet kattığını da son olarak not düşelim.

Paylaş

Önerilen Haberler

Bir yanıt yazın